Özünü Bilirsen, Özürden Kurtulursun

0
63

Günaydın sevgili okuyucularım nasılınız bu sabah? Uzun bir tatilden sonra dilerim yenilenmiş, enerjik, mutlu ve hafif olarak yeni bir haftaya başlıyorsunuzdur. Şahsen bendenizin bu günü çok yoğun başladı ve daha bir iki gün böyle sürecek. Yorgun ama huzurlu, azıcık sinirli ama agresif değil asla, terli ama sıkıntılı olmadan gülümseme ve tatlı dil başta olmak üzere insanı insan yapan bütün güzel huylar ulu orta olarak geçecek birkaç özel gün. Çünkü biz atalarımızdan ailemize kalan, aileden bize ve çocuklarımıza bizden sonrada torunlarımıza kalacak özel ve bendenizce İslam alemin en büyük günlerinden biri olan Gadir Hum gününü kutluyoruz. Cuma günü anlatmıştım ama devam etmek istiyorum bu özel günün anlam ve önemine…

Gadir Hum;  Mekke yakınlarında olan bir vahanın adı… Bu vaha çok önemli çünkü Medine’den Mekke’ye dönen İslam âleminin sevgili peygamberi. (s ve s üzerine olsun) o vahada göklerden gelen bir emirle veda hacından dönerken yapması gereken konuşmasını orada yapmıştır. Allah o vahayı, o kutsal mesajı vermek için seçmiş olmalı? Peki, mesaj neydi? Maide süresinin 67. bu ayette “Ey peygamber Rabbin’den sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun elçiliğini yapmamış olursun, Allah seni insanlardan korur. Doğrusu Allah kâfirlere yol göstermez” denmekteydi.

Bu ilahi emir üzerine peygamberimiz sv. ileri gidenlerin geri dönmelerini, geride kalanların gelip yetişmelerini istedi. Vaha yerinde bulunan ağaçların altında çadır kuruldu, halk bir araya gelince ortaya deve hamutlarından üç basamaklı bir minber yapıldı. Hava çok sıcaktı, halk giysilerinin bir bölümü ile başını örtmüş bir bölümünü de ayaklarının altına sermişti. Hep birlikte namaz kılındı, daha sonra peygamber deve hamutlarından yapılan minbere çıktı

“Ey insanlar” dedi. “Allah bana ömrümün sona erdiğini, yakında davetine uyacağımı, varlık yurdundan göçeceğimi bildirildi. Karşılıklı sorumluluklarımız var. Ne dersiniz?”

Topluluk “Sana emredilenleri bizlere tebliğ ettin. Savaştın, öğüt verdin” diye yanıt verdi. Peygamber sv. dalgalanan kalabalığa tekrar seslendi; “Ey Müslümanlar Allah’ın varlığına, birliğine Hz. Muhammed’in onun kulu ve habercisi olduğunu cennetin cehennemin ölüm ile ölümden sonra dirilmenin gerçek olduğuna, kıyametin kopacağına tanıklık eder misiniz?

Topluluk “evet ederiz” deyince peygamber “Allah’ım bu sözlere tanık ol.” Dedi ve devam etti. “Ey insanlar ahrete göçmekte hepinizden öndeyim. Orada benimle buluştuğunuzda sizlere değeri dünyada hiçbir şeyle ölçülmeyecek iki şey soracağım. Bunlardan ilki Allah’ın kitabı (KURAN-I KERİM) İkincisi ise benim ehlibeytim” diye sözlerini sürdürdü; “Bana inanan her erkek ve kadının Mevla’sı mıyım?” İnsanlar “Evet ya Rasullah” dediler.

Bu onamdan sonra peygamber sv. imam Ali’yi sağ yanına alarak elini tutup kaldırdı; “Ben kimin Mevla’sı isem Ali de onun Mevla’sıdır” dedi. “Ona dost olana dost ol. Ona düşman olana düşman ol, ona yardım edene yardım et, onu horlayanı horla, nerede olursa olsun gerçeği onunla beraber kıl.”

Ve bunun üzerine Maide süresinin 3. ayeti iner; “Bugün sizin dininizi ikmal ettim. Üzerinize olan nimetimi tamamladım, size din olarak İslamiyet’i seçtim ve bundan hoşnut oldum” diyen.

Bunun üzerine Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer coşku içinde Hz. Ali’yi kutladılar. “Kutlu olsun sana ne mutlu ey Ebu Talipoğlu” dediler. “Bugün bizim ve her kadın ve erkeğin Mevla’sı oldun” dediler.

Ve bugün kutlanan, O veda haccında bulunan bütün Müslümanlar yanlarında getirdikleri azıklarını birleştirerek büyük yer sofraları oluşturmuşlar, herkes o sofradan yiyerek birlik ve beraberlik içinde olduğunu göstermiştir. Bugün bizimde evlerimizde pişirilen kazanlar dolusu yiyeceklerin esprisi bu. O kaynayan kazanlarda. Herkesin maddi manevi katkısı emeği var. Ve bu birlik, beraberlik havası bütün İslam âlemimin özlemidir aslında; ancak her nedense âlemlerin son peygamberi olan ki ondan sonra başkası gelmeyecek sevgili peygamberimizin veda hacı zamanlarında mezhep olmamasına rağmen yani Alevi-Sünni-Hanefi-Hanbeli gibi. Bu vasiyet sanki yalnızca sonradan Alevi denilen bir kesim tarafına yapılmış gibi kabul görmüş olmalı ki bugün bile kutlamalar yalnızca Alevilere mal edilir. Mesajlar “Alevi dostlarımızın bayramı kutlu olsun” der. Doğru çok teşekkür ederiz ancak bizler ayrım gayrım bilmeden büyüdüğümüz için mezheplerle falan aramız yok. Ve herkesi kendimiz gibi kabul ederiz. Ve bugün bize değişik bütün inançlardan olan dostlarımızdan hatta çok uzaklardan destekler gelir, kazanlarda pişen yemekler, buğday aşları yufka ekmekler paylaşılır, doğrusu sevgili peygamberimizin veda Hacc’ı olan bu günde onun vasiyeti üzerine emanetlerine sonsuza dek sahip çıkmayı nasip etsin Allah.

Ve bizler bu günlerde çok yoğunuz aynen çocukluğumuzdaki gibi yufka ekmekler sulanıyor kazanlarda etler yemekler pişiyor kapılar sürekli çalınıyor. Küçük büyük koşturuyor apartman hayatında bu zor oluyor ama zaten bizim yolumuzda kolay değil…

Ve sevgili okuyucularım sağlıkla, sevgiyle, birlik ve beraberlikle kalalım her zaman. Ayrımsız gayrımsız. Bu yıl geçti yani siz bu yazıyı okuyunca geçmiş olacak ama gelecek yıllar için inşallah herkes bu lokmaya davetlidir. Buradan duyurmak isterim. Yase

Günün Şiiri

Kaldırımlar

I

Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;

Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.

Yolumun karanlığa saplanan noktasında,

Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.

 

Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;

Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.

İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık;

Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.

 

İçimde damla damla bir korku birikiyor;

Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler…

Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;

Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler.

 

Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;

Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.

Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;

Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.

 

Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;

Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!

Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;

Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!

 

Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;

İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.

Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;

Yolumun zafer tâkı, gölgeden taş kemerler.

 

Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;

Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!

Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;

Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.

 

Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;

Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.

Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,

Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi…

II

Başını bir gayeye satmış bir kahraman gibi,

Etinle, kemiğinle, sokakların malısın!

Kurulup şiltesine bir tahtaravan gibi,

Sonsuz mesafelerin üstünden aşmalısın!

 

Fahişe yataklardan kaçtığın günden beri,

Erimiş ruhlarınız bir derdin potasında.

Senin gölgeni içmiş, onun gözbebekleri;

Onun taşı erimiş, senin kafatasında.

 

İkinizin de ne eş, ne arkadaşınız var;

Sükût gibi münzevî, çığlık gibi hürsünüz.

Dünyada taşınacak bir kuru başınız var;

Onu da, hangi diyar olsa götürürsünüz.

 

Yağız atlı süvari, koştur, atını, koştur!

Sonunda kabre çıkar bu yolun kıvrımları.

Ne kaldırımlar kadar seni anlayan olur…

Ne senin anladığın kadar, kaldırımları…

III

Bir esmer kadındır ki, kaldırımlarda gece,

Vecd içinde başı dik, hayalini sürükler.

Simsiyah gözlerine, bir ân, gözüm değince,

Yolumu bekleyen genç, haydi düş peşime der.

 

Ondan bir temas gibi rüzgâr beni bürür de,

Tutmak, tutmak isterim, onu göğsüme alıp.

Bir türlü yetişemem, fecre kadar yürür de,

Heyhat, o bir ince ruh, bense etten bir kalıp.

 

Arkamdan bir kahkaha duysam yaralanırım;

Onu bir başkasına râm oluyor sanırım,

Görsem pencerelerde soyunan bir karaltı.

 

Varsın, bugün bir acı duymasın gözyaşımdan;

Bana rahat bir döşek serince yerin altı,

Bilirim, kalkmayacak, bir yâr gibi başımdan…

Necip Fazıl KISAKÜREK

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here