Özgür Ruh ve Şimdiki Çocuklar

0
81

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Havalar sıcak, tatil yakın, sokağımız afacanları sabahın erkeninden balkonlardalar. Karşıdan karşıya laflaşıyorlar birbirleri ile. Kafese konmuş kuşlar  gibi görünüyorlar yüksek balkon demirlerin  ardından. Bazısı başını sokmuş, bazısı tırmanmış demirlere, diğerleri ise sımsıkı tutmuş demirleri minnacık elleri ile. Birisi daha ancak 3 yaşında nerden duymuş kim anlatmış bilinmez. Kendi kendine şarkı söyler gibi uzata, uzata konuşuyor. “balkon kapısı açıkmış oradan bir hırsız girmiş odada uyuyan çocuğu almış gitmiş”

İlk duyduğumda tüylerim diken, diken olmuştu. Çocuklarda korkmuşlardı. Ama diğer günlerde bu sözleri yineleye, yineleye şarkıya çevirmişti, çocuklardan hiç biri onu dinlemiyordu artık. Şimdide dinlemiyorlar. Kendi âlemlerine dalmışlar hep bir ağızdan konuşuyorlar. Okuldan ve  orada öğrendiklerinden… Balkona çıktım. O kadar renkli ve gerçekten hapsedilmiş gibi duruyorlardı ki içim acıdı. Resimlerini çekeyim dedim ama  fotoğraf makinemi içerden alıp gelene dek sıkılıp içeri girmişlerdi bile. Aynı bizim çocukluğumuz diyemeyeceğim çünkü biz hiçbir zaman öyle demir  parmaklıklar arasından kimseyle konuşmadık. Çocuklarımızda tabi çok şükür… Ne balkonumuzda ne de odalarımızın pencerelerinde demir korkuluklar yoktu. Merdivenlerimiz en büyük sınıfımızdı okuldan döndükten sonra.

Gerçekten çok büyüktü dünyamız. Kitaplarımız yolculuk rehberimizdi. Onlarla dünyayı gezerdik. Oyunlarımız yaratıcıydı ve bizim en büyük şansımız aslında ailelerimizdi. Bize verdikleri sözsüz terbiyeydi. Kimse şunu yap ya da bu saatte evde ol dememiştir. Şunu yaparsan ayıp olurda demediler kaybolursan başına bunlar gelir, hırsızlar seni kaçırır falan türünden şeylerle de hiç korkutulmadık. Her şeyi görerek, deneyerek öğrenmiştik.

Şimdi bakıyorum anneler kaldırıma oturmuş transa geçmiş gibi çekirdek çitlerken çocuklarını gözlüyorlar bir taraftan. Gözleri fıldır-fıldır… Bir santim öteye gitse anne hemen dikleniyor. Ama  çekirdek çitlemeyi bırakmıyor, kabuğu yere tükürüp büyük bir hışımla ayağa kalkıyor. Nereye gidiyorsun sana buradan bir adım ileri gitmeyeceksin diye kaç defa söyleyeceğim diye çekiştiriyor. Çocuk vızıldamıyor bile boyun eğiyor. Ve ben düşünüyorum bu çocuk ilerde  yine  boyun  eğecek mi acaba  böyle her şeye?

Ve anneler çocuklarını koruduklarını sanarak aslında onlara ne kadar büyük bir kötülükte bulunduklarının asla ayrımına varmıyorlar.

Bizim  annelerimiz özel eğitim mi almışlardı çocuk bakımı üzerine? Hayır…  Bizi  şu annelerden daha mı az seviyorlardı? Asla ve kata… Ömrümüzce annemizden şimdi duyduğumuz sözler tarzında bir tek sözcük duymadık kardeşimle. Ve bugün bu yaşta duyduğum sözler çocuklara söylenen, tarz ve üslup bakımından tüylerimi ürpertiyor doğrusu.  Tabi ki herkes böyle  yapıyor demiyorum yalnızca gördüklerimden yola çıkıyorum her zaman yaptığım gibi. Şimdi sizin zamanınız bizim zamanımız denebilir. Ancak bu zaman mekân konusu değil buna inanmam hiçbir zaman.

Her zamanın çocukları ve aileleri ayrı ayrıydı kuşkusuz. Biz özgür çocuklardık sokağımızda bahçemizde merdivenlerimizde. Ama bazı arkadaşlarımızın bunları yoktu. Ama paylaştığımız için kimseye dert değildi. Ancak dert eden imrenen yok muydu? Tabi ki vardı. Ve her zaman olacaktır. Bu bir zaman mekân işi değildir. Ve çok doğaldır. Çünkü herkes bir dünyadır. Ve dünyalar hep  birbirinden değişiktir her zaman ve mekânda. Önemli olan işte ailelerin çocuklarında bir dünya olduğunun bilincinde olması… Ve o dünyayı nasıl zenginleştiririm, büyütürüm diye düşünmesi.

Biz bir dünya olduğumuzun ayrımında olarak büyüdük. Ve başka dünyalıların gezegeni olmadık. Bu çocuklar önce annelerinin ve sonra toplumdaki dünyaların gezegeni olma gibi bir tehlike altında yaşıyorlar gibi algılıyorum. Ve  üzmüyorum onları o parmaklıklar ardında gördüğüm için. Yine her zaman söylediğim gibi annelik öyle kolay bir şey değildir. Ve her evlenen çocuk yapacak diye bir şey yoktur. Önce annelik nedir değildir öğrenmeli çocuk yapacak insanlar. Öyle demir parmaklıklar ardından arkadaşı ile konuşmayı hangi çocuk isteyebilir ki Allah aşkınıza…

Bizim demir parmaklıklarımız olmadığı gibi balkon korkuluğunda dolaşırdık. Ellerimizi iki yana açarak minik göğsümüzü rüzgâra teslim ederek. Ve o özgür ruhumuz ki bizi şimdi ayakta tutan.

Ve sevgili okuyucularım. Sokak limoncusu geçiyor şimdi. Hemen yetişip bir külah almak istiyorum. Ama o garibim çocuklar imrenecek diye almıyorum. Yok, çocukların boğazı şişiyormuş, yok efendim hasta oluyorlarmış mikrop varmış falanda filan…

İyi cam fanusa sokamadığınız can parçalarını demir parmaklıklar ardında  böyle koruduğunuzu sanın bakalım ne kadar koruyabileceksiniz sevgili anneler. Hepinize saygım sonsuz ve çok iyi biliyorum amacınız yalnızca korumak ama böylede olmaz ki canım bırakın bu çocuklar sokakta yuvarlanmayı öğrensin ayakları çizilsin giysileri  kirlensin. Ve sevgili okuyucularım yine ve her zaman sağlık, sevgi, birlik ve beraberlik içinde kalalım diyorum. Yase

Günün Şiiri

Otobiyografi 

1902’de doğdum
doğduğum şehre dönmedim bir daha
geriye dönmeyi sevmem
üç yaşımda Halep’te paşa torunluğu ettim
on dokuzumda Moskova’da komünist Üniversite öğrenciliği
kırk dokuzumda yine Moskova’da Tseka-Parti konukluğu
ve on dördümden beri şairlik ederim

kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir
ben ayrılıkların
kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
ben hasretlerin

hapislerde de yattım büyük otellerde de
açlık çektim açlık gırevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir

otuzumda asılmamı istediler
kırk sekizimde Barış madalyasının bana verilmesini
verdiler de
otuz altımda yarım yılda geçtim dört metre kare betonu
elli dokuzumda on sekiz saatta uçtum Pırağ’dan Havana’ya

Lenin’i görmedim nöbet tuttum tabutunun başında 924’de
961’de ziyaret ettiğim anıtkabri kitaplarıdır

partimden koparmağa yeltendiler beni
sökmedi
yıkılan putların altında da ezilmedim

951’de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün
52’de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü

sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım
şu kadarcık haset etmedim Şarlo’ya bile
aldattım kadınlarımı
konuşmadım arkasından dostlarımın

içtim ama akşamcı olmadım
hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana

başkasının hesabına utandım yalan söyledim
yalan söyledim başkasını üzmemek için
ama durup dururken de yalan söyledim

bindim tirene uçağa otomobile
çoğunluk binemiyor
operaya gittim
çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın
çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21’den beri
camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye
ama kahve falıma baktırdığım oldu

yazılarım otuz kırk dilde basılır
Türkiye’mde Türkçemle yasak

kansere yakalanmadım daha
yakalanmam da şart değil
başbakan filân olacağım yok
meraklısı da değilim bu işin
bir de harbe girmedim
sığınaklara da inmedim gece yarıları
yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında
ama sevdalandım altmışıma yakın
sözün kısası yoldaşlar
bugün Berlin’de kederden gebermekte olsam da
insanca yaşadım diyebilirim
ve daha ne kadar yaşarım
başımdan neler geçer daha
kim bilir.

Nazım Hikmet RAN

Günün Fıkrası

Temel Londra’ya uçakla seyahat ediyormuş. Uçakta her şey normal iken birden pilotun sesi duyulmuş:  “Sayın yolcular, uçağımızdaki 4 motordan bir tanesi bozuldu, ama biz 3 motorla rahat iniş yapabiliriz” Neyse rahatlar herkes. 15 dakika sonra bir anons daha: “Sayın yolcular maalesef 1 motorumuz daha bozuldu ama biz 2 motorla inişi yapacağız” Herkes rahat ama bir anons daha gelmesinden korkmaktadır. 20 dakika sonra bir anons daha gelir:  “Sayın yolcularımız 2 motordan biri daha bozuldu ama biz en iyisiyiz ve 1 motorla inişi size garanti ediyoruz” Herkes ohh çeker rahatlar. Temel ise panik içinde: “Uyy bu motorda bozulursa havada kalacağuz”

Günün Sözü

Zayıf, daima adalet ve eşitlik ister, hâlbuki bunlar kuvvetlinin umurunda bile değildir.

Aristoteles

Mükemmel insanların aksayan tarafları daha çok göze batar.

Von Goethe

Hayatta hiç hata yapmamış birisi zaten hiçbir işe başlamamış demektir.

Henry Ford

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here