Öyle Bir Hayat Yaşıyorum ki…

0
99

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Baharın marifeti, hapşırıklar, tıksırıklar, öksürmeler, hırıltılar ve sevgili bahar ne kadar acımasız bizim gibi alerjik bünyeli insanlara aşk olsun yani… Acaba yaptığından haberi oluyor mu, polenleri salarken havaya ya limon ağaçlarımın? Haberi var mı o eşsiz kokularının bize ne kadar pahalıya mal olduğundan? Ya zeytin ağacı… O hayat ağacı nasıl bir alerjen oluyor tomurcuklandığında bebekleri. Valla ilaç alsanız Leylasınız ortalıkta (Leyla gelin oldu Mecnun mezarda) misali hayal gibi gezersiniz; almamışsanız bendeniz gibi ortalıkta yine dolaşırsınız pür dikkat elinizde mendil hırıl hırıl ciğerlerle… Gece uykuları kalitesiz olduğu için bu yüzden sinirlisiniz birde. İşin kötüsü sinirli olduğunuzun ayrımına varıyorsunuz ve kimseyi, incitmemek için aşırı gayret sarf ediyorsunuz. Ve o gayret sizi bir kat daha yoruyor birde boyalarla çalışacağım diye uğraşıyorsunuz valla intihar etmek gibi oluyor ama hepsinden uyanmak için uğraşırken bir ölüm bir şehadet haberi yankılanıyorsa şehrin üzerinde aniden dikkat hemen dikleşiyorsunuz ve unutuyorsunuz baharı ve getirdiklerini…

Donuyor sözcükler dilinizde, hırıltısı bıçakla kesilir gibi kesiliyor ciğerlerin, ilk şoktan sonra bir ateş düşüyor ta içlerine, derinlerine kadar. Kavurmaya başlıyor ve bu ateş kaç yüreğe düştü acaba bu ses yankılanmadan şehrin üzerinde. Kaç ciğeri kavurmakla uğraşıyor şimdi? “Tanrım sabır ver” diye yakarıyorsunuz, lanet ediyorsunuz teröre, teröriste, destekleyenlere ve ayrımı gayrımı artıranlara ve isyan ediyorsunuz son perdeden içinizden… Çünkü diller lal oluyor. Çıkmıyor sesler! “Affet bizi genç çocuk, biz kendi derdimizle uğraşırken sen; ben seçim stresi, geçim sıkıntısı diye çırpınırken siz orada şehit oluyorsunuz, ülkeniz için, bizim için… Nur içinde uyu sevgili çocuk. Mekânın cennet olsun. Fısıldıyoruz yüreğimizin ta içinden. Ve gün başlıyor kırık dökük aynen yüreğimiz alerjiden turşuya dönen bedenimiz ile birlikte. Ve yine bir zamanlar aklıma geldiği gibi yine aklıma Nietzsche’nin sevgilisi Salome’ye yazdığı mektuptan bir alıntı yapmak geliyor.

“Öyle bir hayat yaşıyorum ki” diyor Nietzsche aynen şimdi yaşadığımız hayat gibi “Cenneti de gördüm cehennem mi de” ve devam ediyor; “Öyle bir aşk yaşadım ki, tutkuyu da gördüm pes etmeyi de. Bazıları seyrederken hayatı önden kendime bir sahne buldum oynadım. Öyle bir rol vermişler ki, okudum, okudum anlamadım. Kendi kendime konuştum bazen evimde, hem kızdım hem güldüm halime, sonra dedim ki: ‘Söz ver kendine’, Denizleri seviyorsan dalgaları da seveceksin, sevilmek istiyorsan önce sevmeyi bileceksin, uçmayı seviyorsan düşmeyi de bileceksin. Korkarak yaşıyorsan yalnızca hayatı seyredersin. Öyle bir hayat yaşadım ki, son yolculukları erken tanıdım. Öyle çok dertliymiş ki zaman, hep acele etmem bundan, anladım… Ve bendenizin acelesi de ondan… Nietzsche

Hayatı, seyretmek bizim işimiz gibi bu günlerde bekliyoruz, isyan ediyoruz kendi kendimizi yiyoruz ve işin en kötüsü bir şey yokmuş gibi “muş “ gibi yaşıyoruz.

Unutmamak lazımdır, kimse bize özgürlüğümüzü vermez bizler ona sahip çıkmalıyız. Ve özgür irademizi kullanmalıyız. Hayatın her döneminde ona ihtiyacımız olduğu her zamanda.

Ve sevgili okuyucularım, sağlıkla, sevgiyle, alerjisiz kalalım, ayrımsız, gayrımsız, her zaman, hep birlikte. Ve son yolculuklara erken çok ama çok erken çıkan bütün şehitlerimize rahmet diliyoruz, mekânları cennet olsun. Hepimiz onlara minnettarız ve rağmen hayata belinden sarılıyorum. Sizde hayatı seyretmeyin belinden kavrayın sımsıkı. Yase

& & & & &

Doktor ve Görev

(Gerçek bir hikâye) Hızlı bir çalışma temposunun ardından saatin beş olduğunu kat nöbetini devretmeye gelen hemşire arkadaşlar sayesinde fark etmiştik. Yoğun bir servisti çalıştığım servis, çocuk servisleri hastanelerin en yoğun ve gürültülü olan servisleridir. Artık günün yoğunluğu geçmiş servis sessiz bir hal almıştı aksam tedavilerini henüz bitirmiş ofiste cay içmeye gitme telasındaydım Çünkü o günün ilk çayını içme fırsatı yakaladım diye kendi kendime düşünüyordum. Kep dağılmış saç bas karışmış yorgun bitkin bir haldeydim tedavi odasından çıktığımda. Aynada kendimi tanıyamadım ofise geldiğimde hemşire odasının telefonu çalıyordu. Oturduğum yerden büyük bir güçlükle ayağa kalktım ve telefona gittim karsıdaki ses acilde trafik yaralılarının olduğunu içlerinde çocuklarında bulunduğunu damar bulamadıklarından dolayı acile yardıma gelmemi söylüyordu. Tüm yorgunluğumu unutmuş hızla acil servisine yönelmiştim ki diğer telefonda nöbetçi hekimin icapçı beyin cerrahi hekimiyle gelip gelmeme konusundaki tartışmasını duydum. Nöbetçi hekimin sesi ortalığı çınlatıyordu:

-Ne yapalım? Bırakalım olsun mu bu insanlar? Gelmek zorundasınız!

-Gittiğiniz davet beni ilgilendirmez! Nöbet değiştirseydiniz çok önemli bir davetti madem.

-Siz Hipokrat yemini etmediniz mi Konuşma böyle sürüp giderken gelen asansöre binerek koşarak acil servisine gittim Her yer kan revan içinde ağlayan koşuşturan yakınını bulmaya çalışan bir yığın insan vardı bu kalabalıkta sağlıklı bir is nasıl yapılırdı bilmiyordum ama her kez elinden geleni birilerine bakma gayretini gösteriyordu. Acil serviste yatak kalmamış sedyelere insanlar yatırılıp ilk müdahale yapılıncaya kadar bekletiliyor yetersiz kalan personel yerine hastaları yukarı sevk edilen servise aileleri çıkartıyordu. Onca kazazede içinde başında kimsesi olmayan ama durumu da oldukça ağır 15

-17 yas arası bir genç vardı gerekli müdahalesi yapılmış fakat sevk edildiği beyin cerrahi hekimi henüz görev yerine gelmediği için orada bekletiliyordu. Kendime ait serum ve tedavileri uyguladıktan sonra o çocuğun basına giderek ilgilenmeye çalıştım şuuru yerindeydi konuştuklarımı anlıyor fakat cevap veremiyordu. Hayatinin son anlarını yasadığını görüyor ve yalnız olduğu için korkunç derecede üzülüyordum onu orada yalnız bırakamıyordum. Zaten ben onunla ilgilenirken acil servis boşalmış tüm hastalar gerekli servislere dağıtılmıştı. Genç iyice kotu olmuştu ellerimi sımsıkı tutuyordu bırakma dercesine gözlerinden yaslar süzüldükçe kendimi bende tutamaz hale gelmiştim eğildim yanaklarından öptüm. Bırakmayacağım seni sakin ol, üzülme sakin diyordum hiç tanımadığım daha önce hiç görmediğim bu insana anlatılmaz bir yakınlık hissediyor sanki onun acısının aynisini çekiyordum. Çok acı çekiyordu hem yalnızlığından hem de geçirmiş olduğu beyin travmasından. Ne kadar süre daha onunla kaldığımı hatırlamıyorum o artık aramızda değildi bu dünyayı terk etmişti ve ben gelmeyen doktoru suçluyor içimden lanetler yağdırıyordum.

Derken beyin cerrahi hekimi gelmişti. Hastanın daha doğrusu henüz ölmüş gencin üzerindeki çarşafı almamı söyledi. Çarşafı kaldırdığımda doktorun hiç bir şey söyleme fırsatı olmadan yere düştüğünü gördüm. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum yemekli bir davetten gelmişti acaba çok mu sarhoştu ya da kalp krizimi geçiriyordu diye düşünürken diğer hekim arkadaşları olaya müdahale etmişlerdi bile. Ölen o gencecik insanin babasıydı bu doktor ve kendi evladının tedavisi için çok geç kalmıştı ne yazık ki. Kötü günde oğlunun acısıyla felç geçirmiş ve görevine yeniden dönememişti Seni yeniden andım KEREM ruhun şad olsun hayattaki bir saatlik dost bana yıllardır yaşattığın tecrübeyle dost kalan dost.

Günün Şiiri

Çoban Çeşmesi

Derinden derine ırmaklar ağlar

Uzaktan uzağa çoban çeşmesi

Ey suyun sesinden anlayan bağlar

Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi.?

 

“Gönlünü şirinin aşkı sarınca

“Yol almış hayatın ufuklarınca

“O hızla dağları ferhat yarınca

“Başlamış akmağa çoban çeşmesi.

 

O zaman başından aşkındı derdi

Mermeri oyar taşı delerdi.

Kaç yanık yolcuya soğuk su verdi.

Değdi kaç dudağa çoban çeşmesi

 

Vefasız aslıya yol gösteren bu

Keremin sazına cepap veren bu

Kuruyan gözlere yaş gönderen bu..

Sızmadı toprağa çoban çeşmesi

 

Leyla gelin oldu, mecnun mezarda,

Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda

Ateşten kızaran bir gül ararda

Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi

 

Ne şair yaş döker ne aşık ağlar

Tarihe karıştı eski sevdalar

Beyhude seslenir beyhude çağlar

Bir sola bir sağa çoban çeşmesi.

Faruk Nafiz Çamlıbel

Göğe Bakma Durağı

İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım

Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından

Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından

Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar

Şu aranıp duran korkak ellerimi tut

Bu evleri atla bu evleri de bunları da

Göğe bakalım

 

Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım

İnecek var deriz otobüs durur ineriz

Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya

Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum

Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun

Herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam

Herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım

Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda

Beni bırak göğe bakalım

 

Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım

Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum

Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi

Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor

Seni aldım bu sunturlu yere getirdim

Sayısız penceren vardı bir bir kapattım

Bana dönesin diye bir bir kapattım

Şimdi otobüs gelir biner gideriz

Dönmiyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç

Bir ellerin bir ellerim yeter belliyelim yetsin

Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat

Durma kendini hatırlat.

Turgut UYAR

Günün Sözü

Okumak insanı olgunlaştırır, konuşmak canlılık, yazmakta açıklık verir…
BACON