Ney Sesiyle İftar!

1
323

“Kerpiç, kerpiç üstüne kurdum binayı, Binayı kurar iken gördüm Leyla’yı, Leyla başıma açtı türlü belayı” diyor bir halk türkümüzde bir Hak aşığımız.. Kerpiç kerpiç üstüne kurulan binanın adı; ömür.. Ya kerpiç? Bu dilden anlatımla, taşkın bir sel suyu gibi akıp giden hayat nehrinde, denizlerden okyanuslara çamuru çözülerek süzülen çer çöp olabilir..

Duygu ve düşüncelerimizi dış dünyaya yansıtırız “dil”imizle.. Ve fakat iç dünyamıza ayna tutarız  eşseslisiyle.. Çünkü “dil” sözcüğü kalp, gönül anlamına gelir Farsçada..

Ne diyor bu dilden bir Hak aşığı Halk ozanımız? “Gönül dağı yağmur, boran olunca, Akar can özümden sel gizli gizli, Bir tenhada can cananı bulunca, Sinemi yaralar dil gizli gizli.. // Dost elinden gel olmazsa varılmaz, Rızasız bahçenin gülü derilmez, Kalpten kalbe bir yol vardır görülmez, Gönülden gönüle dil gizli gizli..”

Yunus, “Dilsizler haberini, Kulaksız dinleyesi, Dilsiz kulaksız sözü, Can gerek anlayası” diliyle açıyor kalp sofrasını gönüllerimize.. Ve dilim dilim sunuyor sözcükleri.. “Çıktım erik dalına, Onda yedim üzümü, Bostan ıssı kakıyıp, Der ne yersin kozumu” Ve fakat erik dalında üzüm yerken, gönül sofrasındaki “dil” yemeğinin tadının ceviz olmadığını da tarif ediyor arifane zarif bir dille: “Kerpiç koydum kazana, Poyraz ile kaynattım, Nedir diye sorana, Bandım verdim özümü..”

“Dinle bu neyden..” diye başlıyor Celaleddin Rumi de, ünlü Mesnevi’sine.. “Dinle bu ney nasıl şikâyet ediyor, ayrılıkları nasıl hikâye ediyor..” Ve bir nefeste anlatıyor hikâyesini Ney’in dili: “Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryadımdan erkek kadın herkes ağlayıp inliyor, ayrılıktan anlayan kalp isterim ki, iştiyakla derdimi açayım!”

Ayrılıktan anlayan kalpler dinlerken Ney’in sesini, toprak gönüllerin gözyaşıyla yoğrulacağını biliyor elbette Celaleddin Rumi.. Biliyor elbette su dolu testiye dönüşeceğini susuz bedenlerin.. Ney, içine nefes üflenerek feryat eden bir ses olmadan önce neydi? Sular içindeki  kamışlıkta suyla beslenen bir dal parçası.. Kamıştan dal, bir dudağa değip Ney olmazsa ne olur? Kuru bir çubuk.. Ya biz? Dil sofrasında düşünce açlığımı gidermeye çalıştığım babam Münir, “önce insan oluşumuzu hatırlatıyor bize Celalettin Rumi” der ve eklerdi: “Sonra insanlığımızın feryadına tercüman oluyor Ney sesiyle.. Ve anlıyoruz ki Ney, gerçekte biz insanları temsil ediyor: Rahmet yağmurlarında suyla beslenen bir avuç toprak değil miydi aslımız? Bir parça toprağın suretlenmesi değil miydi bedenlerimiz? Ruhundan nefha üfleyince yaratıcımız, ney misali ses veren bir can olmadık mı? Tanrı’nın rahmetinden uzaklara düşünce, kuruyup testi heykellerine dönüşmedik mi? Rahmet yağmurlarıyla dolmasını istemedik mi beden testilerimizin? Ki dualarla ıslanınca dudaklarımız, “ayrılıktan şikâyet eden” Ney gibi feryadımızla ağlayıp inlemiyor muyuz?”

Varalım “gel” diye seslenen dosta, götürelim Mesnevi’den bir atım tuz, bir yudum su iftar sofralarımıza gönül bahçesinden.. Götürelim bir dilim ekmek, ki;  “kerpiç kazanlarda poyraz ile kaynayan özümüze banmak” için elbette..

“Susuz Birinin Duvardan Kerpiç Koparması: Bir adam nehrin kıyısında susuzdu. Nehirle arasında yüksek bir duvar vardı. Adam duvardan bir kerpiç kopartıp suya attı. Suyun sesini duydu. Suyun sesini duymak, suya ulaşmak hevesini artırdı. Kerpiçleri kopartıp atmaya devam etti. En fazla susuz kim ise, duvardan kerpiçleri en çabuk kopartıp atan da odur. Suyun sesine en fazla âşık olan, duvardan en büyük taşı kopartıp atar.” (2.cilt s.91) “Nehir kıyısında dudakların kupkuru, yatar uyursun, su aramak için de seraba doğru koşar gidersin. Uzaklarda serabı görür, ona koşar, görüşüne âşık olursun. Ah, serap sana ulaşmış olan hakiki suya bir perde. Sana dalgalar gelir vurur da, yine de çöllerde koşar durursun. Su, sana şahdamarından yakındır da, sen hala susuzluktan yanar, yakınırsın.” (4.cilt s.257)

 “Anlayış sudur, beden testi, beden testilerini kırmadan buharlaşan suyuna su katın. // Yıllarca gönülleri yırtan, kalplere elem veren bir taş oldun. Bir tecrübe et, bir zaman da toprak ol” dese de Celalettin Rumi; bırakın toprak olup su dolu testiye dönüşmeyi, ‘hatır gönül dinlemez dil bilmez’ su geçirmez granit heykel halimizi görse acaba ne derdi? Mesnevinin başlangıcındaki 18 beyitlik önsözün son dizelerini okurdu diye düşünüyorum ben.. “Balıktan başka her şey suya kandı.. / Öyleyse sözü kısa kesmek gerek vesselam..”

Selam ve saygılar… ozdemirgurcan23@gmail.com

1 YORUM

  1. Başımıza ne geldiyse Leyla’dan gelmiştir zaten. Ama O Leyla ki bize hayat veren bize toprağın kıymetini bildiren, suya muhtaç eden, vesselam dostum.

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here