Neden Neşeli Yazılar Yazmayım ki?

0
48

Günaydın sevgili okuyucularım nasılınızınız bu sabah? Önceki hafta birkaç gün üst üste devam eden yağmurlar taşımalık kentlerini tarumar etti, sahil sular içinde, deniz taştı  her zamanki gibi. Köpekler balık avlıyor orada valla ne yalan söyleyeyim görüntü müthişti, eğer şartlar değişik olsaydı içim bu kadar yanmasaydı. O sulara girip onlarla balık tutar şakalaşıp oynardım. Ancak o su altında kalan taşımalıkların içinde yaşayanları düşündükçe, çaresizliğin ve  kaderine terk edilmişliğin (ki kader mi bu bilemiyorum artık) derin sıkıntısı ile  ancak acı acı gülümseyebildim, en azından köpekler aç kalmasın diye. Ve bunca özlemle beklediğimiz, sevdiğimiz yağmura şimdilerde çok ihtiyacımız olduğu halde ne yazık ki sevinemez olduk!

Ne güzel yağardı boncuk boncuk olurdu, asfalttaki damlaları asker miğferine benzetirdik kardeşimle, o kocaman kocaman yuvarlanıp giden damlaları sonra bir portakal kabuğu sıkardık gök kuşağına dönerdi yer yeryüzü. Şimdilerde yağmura eşlik eden  hortumlar, yıldırmalar, şimşekler, nerdeyse intikam çığlıkları atıyor. “Lütfen şefkatli yağ, biliyorsun biz terkedilmiş zavallı depremzedeleriz, ne belediye bize sahip çıkıyor ne de seçtiklerimiz onlar hep konuşuyor, hep konuştular ve konuşuyorlar. Bari sen onlara uyma.” diye sesleniyorum açık pencereden yüzüme vuran yağmur kırbacına. Ve sanki “siz bunu hak ettiniz” der gibi yüzümü tırmaladığını hissediyorum damlaların, üzülüyorum ama yine de seni seviyorum ve iyi niyetine güveniyorum diye sesleniyorum pencereyi kapatırken…

Şöyle neşeli, akıcı yazılar yazmayalı ne çok oldu değil mi sevgili okuyucularım? Ama nasıl olsun ki verilen sözler tutulmuyor sanki deprem bizi vurmamış, Antakya yok olmamış, diğer 10 il tarumar değil, zeytinlikler madenlere kurban olmuyor, öğrenciler rahatça okullarına gidiyor, yurt sorunu, yemek içmek dertleri yok, yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarında, ceplerinde paraları, kitapları, dergileri, neşeleri, sevinçleri görülmeğe değer. Pahalık can yakmıyor, yoksulluk dibe vurmuyor, hepimiz refah içinde yüzüyoruz, hasarlı binalar yağmur yağmasa  bile usul-usul, tozu dumanı savurmadan yıkılıyor, kaldırmalar sanki  hiç kırılmamış gibi, yollar  onarılmış, derin yarıklara engelli arabaları ya da topuklu ayakkabılılar takılmıyor, bendeniz spor ayakkabılarıma rağmen zırt pırt düşmüyorum.

Çöpler zamanında toplanıyor, sivri ve karasinekler kaldırım üzerindeki çöpler anında yok olmuş, Antakya’dan Ankara’ya adalet yürüyüşü de ne? Zaten her şey doğru düzgün işliyor. İl olmak için gün saymıyoruz, imza toplamıyoruz, siyasiler koyun kuzu sarılması gibi kavgasız gürültüsüz anlayış içinde, sen ben kavgası, koltuk sevdası olmadan anlaşıyor. Sağımdaki, solumdaki insanlar mal sevdalısı değil, bunun için kalp kırmıyorlar da bendeniz neşeli yazılar yazmıyorum?!

Valla diliyorum ki bütün yazdıklarım sihirli bir değnek değmiş gibi gerçekleşir (iflah olmaz bir aptalım ya!) Olmaz mı olur belki ya? Ve neşeli iki şey yazabilirim artık. Ama sağlık, sabır ve elimizden  gelirse her şeye rağmen sevgiyle kalalım diyorum. Yase

&  & & & &

Fare Kapanı

Evin minik faresi, duvardaki çatlaktan bakarken çiftçi ve eşinin mutfakta bir paketi açtıklarını gördü. Kendi kendine: “İçinde hangi yiyecek var acaba?” diye düşündü. Bir süre sonra gördüğü paketin bir fare kapanı olduğunu anladığında yıkılmıştı.

“Evde bir fare kapanı var! Evde bir fare kapanı var!” diye bağırarak telaşla bahçeye fırladı. Minik fareyi telaş içinde gören tavuk, umursamaz ve bilgiç bir tavırla başını kaldırdı ve gıdakladı: “Zavallı farecik…Bu senin sorunun benim değil. Bana bir zararı olamaz küçücük kapanın” dedi. Tavuktan destek bulamayan farecik bu sefer telaşla koyunun yanına koştu ve “Evde bir fare kapanı var! Evde bir fare kapanı var!” diye adeta çırpındı.

Koyun anlayışla karşıladı ama “Çok üzgünüm fare kardeş ama dua etmekten başka yapacağım bir şey yok. Dualarımda olacağından emin ol” dedi.

Minik fare çaresizlik içinde ineğe döndü ve “Evde bir fare kapanı var, evde bir fare kapanı var!” dedi. İnek; “Bak fare kardeş, senin için üzgünüm ama beni ilgilendirmiyor” dedi.

Sonunda farecik, başı önde umutsuz şekilde eve döndü. Çiftçinin fare tuzağı ile bir gün tek başına karşılaşmak zorunda olduğunu anladı. O gece evin içinde sanki ölüm sessizliği vardı. Minik farecik aç ve susuzdu. Tam yorgunluktan gözleri kapanacaktı ki birden bir ses duyuldu. Gecenin sessizliğini bölen gürültü, fare kapanından geliyordu. Çiftçinin karısı, ne yakalandığını görmek için yatağından fırladı ve mutfağa koştu. Karanlıkta kapana, zehirli bir yılanın kuyruğunun kısıldığını fark edememişti. Kuyruğu kapana kısılan yılanın canı yanıyordu ve aniden çiftçinin karısını ısırdı.

Çiftçi, karısını apar topar doktora götürdü. Doktor, zehri temizledi sardı. Çiftçi karısını eve getirdi, yatırdı. Karısının ateşi yükseldi ve bir türlü düşmüyordu. Kadıncağız ateş ve ter içinde kıvranıp duruyordu. Böyle durumlarda taze tavuk suyunun gerekli olduğunu herkes bilir, çiftçi de bıçağını alıp bahçeye koştu. Karısı taze tavuk suyu çorbasını içti, biraz kendine geldi. Karısının hastalığını duyan komşular ziyarete geldiler. Onlara ikram etmek için çiftçi koyununu kesti. Çiftçinin karısı gittikçe kötüye gidiyordu. Yılan, belli ki çok zehirliydi. Birkaç gün sonra çiftçinin karısı iyileşemedi ve öldü. Cenazesine çok sayıda kişi gelince hepsine yeterli et sağlamak için çiftçi ineği mezbahaya yolladı. Fare tüm bu olanları büyük üzüntü ile duvardaki deliğinden izledi. Birisi, sizi ilgilendirmediğini düşündüğünüz bir tehlike ile karşı karşıya ise hepimizin aynı tehlikede olabileceğini hatırlayalım. Hepimiz yaşam denilen bu yolculukta yer alıyoruz.

& & & & &

Bilge ile Köpek

Bir bilge, bir göletin başında oturmaktadır. Susuzluktan kırılan bir köpeğin devamlı olarak gölete kadar gelip, tam su içecekken kaçması dikkatini çeker. Dikkatle izler olayı. Köpek susamıştır ama gölete geldiğinde sudaki yansımasını görüp korkmaktadır. Bu yüzden de suyu içmeden kaçmaktadır. Sonunda köpek susuzluğa dayanamayıp kendini gölete atar ve kendi yansımasını görmediği için suyu içer. O anda bilge düşünür: “Benim bundan öğrendiğim şu oldu” der.

“Bir insanın istekleri ile arasındaki engel, çoğu zaman kendi içinde büyüttüğü korkulardır. Kendi içinde büyüttüğü engellerdir. İnsan bunu aşarsa, istediklerini elde edebilir. Ama biraz daha düşününce aslında gerçek öğrendiği şeyin bundan farklı olduğunu görür. Asıl öğrendiği şey, insanın bir bilge bile olsa bir köpekten öğrenebileceği bilginin var olduğudur. Bu yüzden ne varsa paylaş, senden de öğrenilecek bir şeyler vardır diğer insanlar için…”

Günün Şiiri

Şafak Türküsü

1
beni burada arama anne
kapıda adımı sorma
saçlarına yıldız düşmüş
koparma anne
ağlama

kaç zamandır yüzüm tıraşlı
gözlerim şafak bekledim
uzarken ellerim
kulağım kirişte
ölümü özledim anne
yaşamak isterken delice

2
bugün görüş günü
günlerden salı
ıslak
sarı bir yağmur
ülkemin neresine bakarsa ay
orada yitik bir anne ağlıyor
sen aralıyorsun yağmuru
acıdan sırılsıklam alnına siper edip elini
sonra bir umut koşuyorsun
yüreğin avucunda
ısırırken
çırpıntı gözlerini
(ah verebilseydim keşke
yüreği avcunda koşan
her bir anneye
tepeden tırnağa oğula
ve kıza kesmiş
bir ülkeyi armağan
koşma anne
birdenbire batacak olan
düş denizinde yarattığın umut sandalıdır
oysa benim için gece
ışık hızıyla koşan
kısa ve soğuk bir zamandır
bu yüzden boğuk seslerle geldiler bir şafak
uykusuz
yorgun
ve korkak

3
sanırım baytardı
yüreğimin depreminde righter ölçeği çatlarken
ölebilir raporu veren beyaz önlüklü doktor
boş ver hypocrite amca
üzülme ne olur
sen de anne
sen de üzülme
hücremin dört bir köşesinde el ayak izlerimi
ciğerlerimde yırtılan bir çığlıkla hazır beklediğim
ve korkunç bir sabırla birbirine eklediğim
korkak kahraman gecelerimi
düşlerimle sınırsız
diretmişliğimle genç
şaşkınlığımla çocuk devrederken sıradakine
usulca açılıverdi
yanağımda tomurcuk

pir Sultanı düşün anne
şeyh Bedrettin’i
börklüce’yi
torlak Kemal’i düşün anne
hala kanaması nedendir faşizmin göğsünde
utangaçlığı bile vuramadan yanaklarına yasının
on sekizinde ölümüne pervasız yürüyen
ince bilekli çıplak ayaklı Tanya’nın
deniz’i düşün anne
her mayıs şafağında uzun
uzun döverken darağaçlarını
ve o şafaktan doğma
on bir yaşını çiğneyip yürüyen çocukları
insanları düşün anne
düşün ki yüreğin sallansın
düşün ki o an
güneşli güzel günlere inanan
mutlu bir yusufçuk havalansın

4
sıcak omuzlar değerken omzuma
buz üstünde yürüdüm yıllar boyu
bayraklar ve türkülerle
kopunca memelerinden o mükemmel yaşama

kurşunlar sıktılar alnıma
açık alanlarda ağır
kartalların konup kalktığı
yalçın kayalardan biriydim
ölüp dirildim yeniden
güneşli güneşsiz akşamlarda

mutlu yarınlar adına
özgürlük adına ekmek adına
üstüne vardım kuyruğ

Nevzat ÇELİK

Günün Fıkrası

Yol Çizgileri

Temel bir gün Karayolları Müdürlüğünde işe başlamış. Görevi de yol üzerinde bulunan şeritleri boyamakmış. Birkaç gün boyunca bu işini sürdürmüş ve bir gün amiri Dursun Temel’in yanına gelmiş ve Temel’e demiş ki: “Yahu Temel 5 gündür bu yolda çalışıyorsun. Birinci gün 700, ikinci gün 500, üçüncü gün 400 dördüncü gün 200, beşinci ve bugün de 100 metre boyamışsın. Yani her geçen gün tembelleşmişsin” demiş.

Temelde: “Olur, mu hiç dursun amirim aksine daha çok çalışıyorum ama her geçen gün boya kutusundan daha çok uzaklaşıyorum.”

Günün Sözü

Tüm iyi şeyler sabırdan sonra gelir.
Mevlana
Kendine hakim olan başkalarına da hakim olur.
Konfuçyüs

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here