Kendi Kendime Zaman Verdim

0
158

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? “Dün, “Bir gün buluşacağız” adlı bir yazı yazmıştım. Saatlerimi harcayarak. Tam noktayı koydum, şiirleri hazırladım, göndereceğim hangi tuşa  bastım ya da elim değdi  yazıyı siliverdim!! Çocuklar atölyemde şunu bunu sorarken ve ben bir yandan yanıt yetiştirmeğe çalışırken! Olmaz böyle bir şey. Ne yapacağım? Aramaya başladım bilgisayarda  ne de olsa o benden akıllıdır  bir yere kaydetmiştir diye. Yok, kardeşim o da kaydetmemiş, çünkü onunda benim gibi nevri dönmüş bana karşı. Ve sanki hepimizin zaman kaybına nevir dönmesine, zamanımız,  enerjimiz ve hakkımız varmış gibi!! Özellikle bu günlerde!

Yeniden yazmayı denedim ama mümkün değil, bir tek satırını bile anımsamıyorum. Hep derim ya otururum yazmaya ve yazılar  yazdırılır ve sonra gözden geçiririm ancak ne hikmetse bir türlü yazılarımı ertesi gün gazetede yeniden okuyana dek anımsayamam. Bu da benim garipliklerimden biridir zahar? Ve bir gün “yazıları o yazmıyordu” diye bir şayia (şayia; yayılmış haber, yaygın söylenti) yayılsa, korkarım ben bile inanacağım bu söylentilere.

Ve hemen o an  içinde bulunduğum duruma uygun bir yazı buldum nette, onu yollamak zorunda kaldım. Kim yazmışsa ellerine, yüreğine sağlık, çok güzel bir yazı ve ben yazsaydım böyle yazardım.

Bilgisayarımın nevri dönmüştü dün. Doğru. Haklı çünkü garibim İstanbul’dan geldiğinden beri atölyede yatıyor. Ama benimde nevrim dönmüş   nerdeyse üç aydan beri. Peki ama bu nevrin dönmesi neymiş ya? Hep kullanırız  bu deyimi. Acaba doğru mu kullanıyoruz? Nevri dönmek; çok öfkelenmek, sinirlenip  kızmak ve bu nedenle  saygısız olmak, öfkeyle el kaldırmakmış… Doğru ya. Hani bir nevrim döndü yapıştırdım yumruğu falan deriz ya.

Demek bilgisayarım için doğru, ancak kendim için  yanlış deyim kullanmışım. “tersi dönmüş” demeliydim kendim için. Tersi dönmek; içsel ve dışsal nedenlerden ötürü şaşırmak, bulunduğu yeri ve gideceği yeri kestirememek… Evet gerçekten 3 aydan beri baya bir nevrim dönmüş hatta dumura uğramış haldeyim. Dumura uğramak neymiş ya? Kısaca yine dışsal ve içsel sıkıntılardan   etkilenip körelme. Görememe durumu. Buna  Reşat Nuri Güntekin’in  dizeleri  örnek verebilir “…aşk bende öyle bir dumura uğramış bir duygu ki sevmek hasretini bile duymuyorum.” diyor yazar.

Ancak bende, sanırım yalnız aşk değil bütün hayata ait duygular dumura uğramış vaziyette ve tersine dönmüş gibiyim.

Dün yazım silindi  emeklerim yerle bir oldu, yazım gecikti.  Bilgisayarımın zaten nevri dönmüştü, yazı yazarken bana yapmadığını bırakmadı.  Ama ben  bütün bu olumsuzluklara  karşın, sakinim. Ve duygularım körelmiş gibi hiç tepki göstermedim, başka zaman olsa kendimi yerdim, yazı yetişmedi diye. Bilgisayarıma, seni balkondan aşağı  atacağım  diye tehditler savururdum. Bunlardan hiç birini yapmadığım gibi  bir çok güzele olan özlemimde  hiç renk vermez, yazı yazmak bile zevk vermez oldu. Kaç zamandır şurada burada  yaşamaktan nerde olduğumu bile kavrayamaz oldum. Bir haftadır buradayım ama gece uyurken nerde olduğumu şaşırıyorum. Yemek yemeyi bile unuttum. Acaba  bunamaya mı başladım!!? O dehşet öyleyse. Zihinsel becerilerin giderek yitirilmesine, davranış ve kişilik değişikliğine neden olan bozukluğu tanımlamak için doktorlar bunama (demans) terimini kullanırmış. Bunamanın belirtileri arasında bellek kaybı, kişilik değişiklikleri, yönelim bozuklukları, günlük rutin etkinlikleri yerine getirememek ve iletişim güçlüğü bulunur.

O zaman kesinlikle  bunamayı kabul etmiyorum olsa, olsa bendeki geçici bir depresyon olabilir.  Depresyon duygusal, zihinsel, davranışsal ve bedensel bazı belirtilerle kendisini gösteren bir durumdur. En dikkat çekici belirtisi çökkün ruh hali ile ilgi ve zevk almada belirgin azalmadır. Depresyondaki kişi duygusal açıdan mutsuz, karamsar ve ümitsizdir.

Eskiden en severek yaptığı işler bile artık zevk vermez olmuştur. Kişi kendini hüzünlü ve yalnız hisseder. Kendisine ve çevresine ilgisi azalır. Yoğun suçluluk duyguları olabilir. Herkese yük olduğunu düşünüp gereksiz yere sorumluluklarını yerine getirmediğini düşünür. Genellikle iç sıkıntısı, daralma, huzursuzluk ile birliktedir. Bazen kendisinin tüm duygularını yitirmiş gibi hissedebilir, diyor uzmanlar. Of of durumları, ne kadar yanlış ve bol keseden kullanıyoruz sözcükleri. Azıcık sıkılsak, yabancılık algılasak, hemen depresyon yaftası (yafta; üzerine asıldığı ya da yapıştırıldığı şeylerle ilgili herhangi bir bilgi veren yazılı kâğıt parçası, etiket.) yapıştırıyoruz kendimize. Oysa  bu saydıklarımdan herkeste olabilir canım yani bu dünyada yaşayacaksınız ve her şey güllük gülistanlık mı olacak a cancağızlarım? Kesinlikle depresyonu kabul etmiyorum ona yakınım ama içinde değilim çok şükür.

Of yoruldum valla  içinde bulunduğum duruma uygun bir deyim aramaktan. Tek kelimeyle söyleyim kısaca, havam yok bu günlerde işte o kadar ya. İçinde bulunduğumuz günler ve aylar sanırım toplumca havamızı, hayatımızı  etkiledi. Ve her şey tersine dönmüş gibi. Ama biliyorum hiçbir şey sonsuza dek sürmez. Hak her zaman yerini bulur buna inanıyorum. Ve kaybedilen “kendimle” muhakkak bir gün buluşacağız.. Kendi hesabıma kaybettiğim kendimi bulmak için yine kendime zaman veriyorum. Bir gün buluşacağız belki bir deniz kenarında güneşin batışını birlikte izleyeceğiz ve sahile çöken yalnızlığın dayanılmaz hafifliğini paylaşacağız.

Ve birbirimizin elini asla bırakmayacağız, aynı bayrak altında kardeşçe, sevgiyle yaşayacağız. Ve sevgili okuyucularım sağlıkla, sevgiyle kalın. Hep birlikte kardeşçe… Bu günkü gazeteler de okuduğum MHP genel başkanı Sayın Bahçeli’nin yazısı içimi ısıttı. Demek  iyileşiyorum. Yase

& & & & &

Babanın Son Öğüdü

Bir adamın on iki erkek evladı varmış. Yıllarca çalışmış, didinmiş evlatlarını yetiştirmiş. Evlatlarına iyiyi, doğruyu, güzel ahlakı aşılamaya çalışmış. Ne yazık ki oğlanlar sürekli birbirleriyle didişiyorlarmış. Elbette ki kimseye kalmayan dünya ona da kalmayacakmış. Baba hastalanıp ölüm döşeğine düşmüş. Evlatları, babalarının başından bir an olsun ayrılmıyor; bir ihtiyacı, arzusu olursa yerine getirmek için birbirleriyle yarışıyorlarmış. Ancak birbirleriyle didinmeden de duramıyorlarmış.

Baba içlerinden birini çağırıp kardeşlerini toplamasını istemiş. Kısa sürede on iki evlat babalarının başına toplanmış. Baba, her birinin bahçeye çıkıp, birer tane odun getirmesini istemiş. Ne çok ince ne çok kalın. Evlatlar babalarının isteğine bir anlam veremese de; bahçeye çıkıp birer tane odun bularak getirmişler. Tam ihtiyar adamın istediği gibi “Ne çok ince ne çok kalın”. Baba bir de ip isteyip; on iki evlattan gelen on iki odunu üst üste koyup birbirine gücü yettiğince bağlamış.

“Şimdi” demiş, “Söyleyin bakalım bunu hanginiz kırabilir?” Evlatlar sırayla birbirine bağlı bu odunları kırmayı denemiş. En güçlüleri de kendisini en sona saklamış. En güçlüleri de odunları kıramayınca baba; “O odunları geri verin bakalım beceriksizler” demiş. Odunları alıp tüm gücünü toplayarak yatakta doğrulmuş. Odunları bağlayan ipi çözüp, hepsini teker teker kırmış. Evlatlar içlerinden “Bu şekilde biz de kırardık” diye geçirse de, saygılı birer birey olarak yetiştirildiklerinden ses çıkarmamışlar. Baba saygıyla kendisine bakan evlatlarını teker teker süzüp, son öğüdünü vermeye başlamış:

“Bakın evlatlarım! Sizi her anlamda iyi birer evlat olarak yetiştirdim. Ama şu birbirinizle geçinememenize çok kızıyorum. Odun meselesine gelince; “Odunları bu şekilde biz de kırardık” diye düşündünüz değil mi? Evlatlarım hayat bir sınavdır bu da size, babanızın son sınavıydı. Gördüğünüz gibi birbirine bağlı odunları en güçlünüz bile kıramadı. Ancak odunları çözünce ne de kolay kırıldılar değil mi? İşte siz de hayatta bu odunlar gibi birbirinize tutunursanız sizi kimse ezemez, kıramaz. Ancak birbirinize sahip çıkmazsanız ipi çözülen odunlar gibi teker kırılırsınız. İşte bu babanızın size son öğüdüdür!”

Günün Şiiri

Buluşmak Üzere

Diyelim yağmura tutuldun bir gün
Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek
Öbür yanda güneş kendi keyfinde
Ne de olsa yaz yağmuru
Pırıl pırıl düşüyor damlalar
Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın
Dar attın kendini karşı evin sundurmasına
İşte o evin kapısında bulacaksın beni
Diyelim için çekti bir sabah vakti
Erkenceden denize gireyim dedin
Kulaç attıkça sen
Patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan
Ege denizi bu efendi deniz
Seslenmiyor
Derken bi de dibe dalayım diyorsun
İçine doğdu belki de
İşte çil çil koşuşan balıklar
Lapinalar gümüşler var ya
Eylim eylim salınan yosunlar
Onların arasında bulacaksın beni
Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya
Çakmak çakmak gözleri
Meydan ya Taksim ya Beyazıt meydanı
Herkes orda sen de ordasın
Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından
Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim
Özgürlüğe mutluluğa doğru
Her işin başında sevgi diyor
Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili
Bi de başını çeviriyorsun ki
Yanında ben varım

Can YÜCEL

Değişik

Başka türlü bir şey benim istediğim,
Ne ağaca benzer, ne buluta benzer;
Burası gibi değil gideceğim memleket,
Denizi ayrı deniz, havası ayrı hava;
Nerde gördüklerim, nerde o beklediğim kız
Rengi başka, tadı başka.

Can YÜCEL

Günün Fıkrası

Doktorun biri hastasının yanına gelir ve konuşmaya başlar: “Size bir iyi, bir de kötü haberim var. Önce kötü haberi söyleyeyim isterseniz. Hmm, maalesef yanlış bacağınızı kesmişiz. Çok üzgünüz. Ama iyi habere çok sevineceksiniz! Öteki bacağınız iyileşiyor.”

Günün Sözü

Dünya için başarı, ego övgüsüdür. Benim için değil… Benim için başarı, mutluluktur. Kimsenin seni tanıyıp tanımaması önemli değil… Başkalarının seni tanıması ya da hiç bilinmeden, duyulmadan, fark edilmeden yaşamak hiç önemli değildir… Eğer mutluysan, başarılı olmuşsun demektir.

OSHO

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here