Karışık Gündem

0
35

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? İsrail hiç soluk almadan çoluk çocuk, genç yaşlı, kadın erkek sivil öldürmeye devam ediyor. Dünya seyrediyor. Hamas başlattı İsrail devam etti. Hamas acaba bilmiyor muydu İsrail’in bu vahşeti  yapacağını? Yoksa onun ekmeğine yağ sürmek için miydi saldırısı?

İnsan düşünüyor, düşünüyor ve düşünüyor normalde aklına gelmeyecek her şey gelmeye başlıyor ufak ufak  aklına, sorguluyor ve dehşete düşüyor!

Dünyanın en büyük soykırımını yaşamış bir ulus  nasıl bu kadar vahşileşiyor? Yeni okuduğum bir kitapta, Nazilerin zulmünü yaşayan Yahudilerin öykülerini okurken insanlığımdan utandım ancak, İsrail Başbakanı Bünyamin Netanyahu; “Durmak yok savaşa devam edeceğiz ve ben Ortadoğu’yu değiştireceğim” diyor! Dünya seyrediyor. Gazze’de taş taş üzerine kalmıyor. Çocuklar ölüyor, bebekler ölüyor, hastaneler bombalanıyor. Nasıl bir insanlık bu? Nasıl bir vicdan? Allah akıl versin diyorum vicdan versin diyorum. Ve gerçekten bu vebalin altından nasıl kalkacak bilemiyorum.

İzleyen, seyreden, destek veren ve yapanlar.

& & & & &

Ve Seçim Maratonu Başladı
İyi Parti

Doğrusu İyi Partinin CHP ile ortak çalışmayı kabul etmemesi kendi bileceği işti ama keşke azıcık daha düşünseydiler. Ne düşünüyorlar tek başlarına ne kazanacaklar acaba doğrusu bendeniz büyük düş kırıklığına uğradım ortak bir karar çıkacağını sanıyordum. Safa saf.

Avukat Sevinç Çakıcı 

CHP’den Avukat Sevinç Çakıcı, Arsuz ilçesi için Aday Adayı olduğunu açıklamış. “Arsuz’a kadın eli değmeli” sloganı ile. Doğrusu kesinlikle bir kadın eline ihtiyaç var. Ona katılıyorum. Avukat hanımı tanımıyorum ama inşallah İskenderun’a döndüğümde bir röportaj yapma olanağı bulurum. (İstanbul’dayım bu aralar). Kadın aday adaylarının artması dileği ile kolay gelsin diyorum…

& & & & &

Ve sevgili okuyucularım dünya savaşlar, depremler, seller ve zulümle dönüp duruyorken, bir yandan da bir anda paraya boğulan, sonrada bu dayanılmaz hafifliği, sosyal medyada paylaşan, yeni yetme zenginlerimizle renkleniyor. Milyon dolarlar nasıl bir varmış, bir yokmuş oluyor, insanlar nasıl bu kadar para hırsı ile yaşıyor. Valla bizde şaşırmaya devam  edip duruyoruz.

Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlık ve sevgiyle kalalım, ayrımsız gayrımsız diyorum ama bütün soykırımcılardan, çocuk katillerinden  uzak. Yase

& & & & &

Çanta

Genç yönetmen yeni filmi için yüzü düzgün, kamera karşısında rahat, düş gücü gelişkin bir kadın oyuncu arıyordu. Gazeteye ilan vererek adayları davet etmişti. Gün boyu peş peşe girdiği mülakatlardan yorgundu. O, kendine yeni bir kahve koyarken, sıradaki oyuncu adayını içeri aldılar.Alımlı genç kız, yüzünde meraklı bir tebessümle deneme kamerasının karşısına oturdu ve yönetmenle sohbete başladı. Adı Emile Muller’di. Kısa hasbıhalden sonra yönetmen değişik bir şey denemiş olmak için “Çantanızı açıp bana içindekileri birer birer anlatır mısınız?” dedi. Genç kız arkadaki çantaya uzandı. Fermuarını açtı. Önce eline gelen iri kırmızı elmayı çıkarıp anlattı: “Bu elmayı sabah tezgah başında meyvelerini parlatırken gördüğüm manav hediye etti. Çok iştahlı bakmış olmalıyım.”

Sonra bir kitap çıkardı. Henüz kitabın ilk sayfalarında olduğunu ve okuduğu satırlardan çok etkilendiğini anlattı. Romanın başkahramanının dalaverelerinden söz etti. Ardından bir gazete çıkardı: İş aranıyor ilanını orada okumuştu. Listede, başvuracağı başka işler de vardı. Sonra makyaj çantası, ajandası ve not defteri…

Yönetmen, bu sonuncudan rasgele bir sayfa çevirip okumasını isteyince defteri açıp mahcup bir edayla okudu genç kız… Özel duygulardı okudukları… Derken çantanın gizli bölmesine attı elini… Oradan iki fotoğraf çıkardı. Biri uyuyan genç bir adam fotoğrafıydı: “Sevgilim” diye açıkladı: “Fotoğraf çektirmeyi hiç sevmez de… Ancak uykudayken çekebiliyorum fotoğrafını…” İkinci fotoğrafın annesinin evlenmeden önceki hali olduğunu söyledi. O halini şimdikinden daha çok seviyordu.

Genç kızın, çantadan çıkarıp büyük doğallıkla anlattığı her bir nesne, bir yap bozun parçaları gibi onun hayatından kesitler sunuyordu. Bu oyun, 15 dakika kadar sürdü. Sonunda yönetmen Emile’e teşekkür etti. Çıkarken kapıdaki görevliye telefonunu bırakmasını söyledi. “Arkadaşlar gelecek hafta sizi arar” dedi. Emile çıkarken, yönetmenin asistanı girdi içeri… Dışarıda bekleyen daha pek çok aday vardı. Yönetmen gerindi. Kısa bir mola vermek istediğini söyledi. Hala aradığını bulamamıştı. Yeni bir kahve doldururken karşısındaki sandalyeye asılı çantaya ilişti gözü… Biraz önce içindekilerin birer birer anlatıldığı çantaydı bu… Telaşla asistanını uyardı: “Giden kız çantasını unutmuş, hemen koşup yetiştirsene…” Asistan kız sandalyeye baktı ve “Yoo… O benim çantam” dedi. Yönetmen, koltuğundan ok gibi fırlayıp kapıya seğirtti. Aradığı oyuncuyu bulmuştu. 20 dakikalık bu siyah-beyaz Fransız filmini geçen hafta, 10. Avrupa Filmleri Festivali’nde izledim. Kısa filmin adı, filmdeki kızın adıydı: “Emile Muller” Yönetmeni:Yvon Marciano… Konusu: “Hiçbir güç, düş gücü kadar güçlü değildir.”
CAN DÜNDAR

& & & & &

Kelebek ve Yaşam

Bir gün, bir kozada küçük bir delik açıldı ve bir adam bedenini bu küçücük delikten çıkarmaya çalışan kelebeği saatlerce seyretti. Sonra, kelebek sanki daha fazla ilerlemek istemiyormuş gibi durdu. Sanki, ilerleyebileceği kadar ilerlemişti ve artık daha fazla ilerleyemiyordu.

Ve adam, kelebeğe yardım etmeye karar verdi. Eline bir makas aldı ve kozayı keserek deliği büyüttü. Kelebek kolayca dışarı çıktı. Fakat bedeni kocaman ve kanatları kuru ve buruşuktu. Adam, kelebeği izlemeye devam etti, çünkü zamanla kanatlarının büyüyüp bedenini taşıyabilecek kadar genişleyebileceğini umut ediyordu. Fakat bu olmadı!

Gerçekte, kelebek ömrünün geri kalanını o kocaman bedeni ve kuru, buruşuk kanatları ile etrafta sürünerek geçirdi. Uçmayı hiç başaramadı. Adamın bu aceleci iyiliği içinde anlayamadığı, bu kısıtlayıcı kozanın ve kelebeğin o küçücük delikten dışarı çıkmak için verdiği mücadelenin, kelebek için gerekli olduğuydu, çünkü bu, Tanrı’nın, yaşam sıvısının kelebeğin bedeninden kanatlarına doğru akmasını sağlamak için bulduğu yoldu, böylece kelebek kozadan kurtulduğu anda uçmaya hazır olabilecekti.

Bazen mücadeleler, hayatımızda tam olarak gerek duyduğumuz şeylerdir. Eğer Tanrı, hayatımıza hiçbir engelle karsılaşmadan devam etmemize izin verseydi sakat kalırdık. Şimdi ve daha sonra olabileceğimiz kadar güçlü olmazdık. Asla uçamazdık.

Güç istedim… Ve Tanrı, beni güçlü yapmak için karşıma zorluklar çıkardı. Bilgelik istedim…Ve Tanrı bana çözmek için Sorunlar verdi. Zenginlik istedim…Ve Tanrı çalışmak için bana beyin ve güçlü kaslar verdi. Cesaret istedim… Ve Tanrı üstesinden gelmem için bana tehlike verdi. Sevgi istedim…Ve Tanrı yardım etmem için sorunlu insanlar verdi. İyilik istedim… Ve Tanrı bana fırsatlar verdi. İstediğim hiçbir şeyi elde etmedim ihtiyacım olan her şeyi elde ettim.

Günün Şiiri
Çakıl
Seni düşünürken
Bir çakıl taşı ısınır içimde
Bir kuş gelir yüreğimin ucuna konar
Bir gelincik açılır ansızın

Bir gelincik sinsi sinsi kanar
Seni düşünürken
Bir erik ağacı tepeden tırnağa donanır
Deliler gibi dönmeğe başlar

Döndükçe yumak yumak çözülür
Çözüldükçe ufalır küçülür
Çekirdeği henüz süt bağlamış
Masmavi bir erik kesilir ağzımda

Dokundukça yanar dudaklarım
Seni düşünürken
Bir çakıl taşı ısınır içimde.
Bedri Rahmi EYÜPOĞLU

Eski Bakır

Bir çığlığın içinde yakalıyorum seni
kaç kez İstanbulsu,
parıldayan, ısıtan, yakan bir alev gibi.
Üstünde uzun, pis, yalnız sokakların yağmuru…
Odaların, merhabaların, gülücüklerin sıkıntısı
tramvayların, vapurların sıkıntısı
yitmiş aşkların, yitecek aşkların
aynı vazoların, aynı öğütlerin, aynı yasakların sıkıntısı.
Yakalıyorum, öpüyorum, avutuyorum.
Karanlık etini kemiriyor,
vaktimiz kısa,
düşlerimizi kolluyorlar durmadan
durmadan kovuşturuyorlar.
Mendilimi ıslatıp alnına koyduğum
suyundan içtiğimiz hayat çeşmesi,
yalnız – geceler boyu uzanan kadını bakırlarda
durmadan horluyorlar.
Geyiğim, saklım benim.
bakma arkana, ne olur, aldırma,
onulmazlığımızdan büyük yapılar kurduk
horlandıkça aşkımız, derya.
Vaktimiz kısa,
karıncalara, rüzgârlara, sulara dokunmak
uyanan toprakları bilmek gerekiyor.
Ormanlar görmüş dolunayın tılsımını
ağlamayı utanmadan
dövüşmeyi bilmek
tırnaklarınla tutunmayı bilmek gerekiyor
aşağılandığımız, kollandığımızı bilmek gerekiyor.
Kapa tunç kapıları gece
Soğukta, kırgın, parasız milyon kişi.
Geyiğim, saklım benim,
ölüm dayanmadan kapıya
sev, öp, yitir beni.
Ahmet OKTAY

Günün Sözü

Bir cümle yeter sözden anlayana, destan yazsan fak etmez laftan anlamayana…
Mevlana

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here