Karayolları Yeşil Kalsın

0
68

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Alerji mevsimi, bahar geldi sevgili İskenderun’a. Ne kadar kötü, bahara alerji mevsimi demek değil mi? Oysa bahar doğanın, börtünün, böceğin, gerine gerine uyandığı mevsim. Bütün süslerini püslerini takınır ağaçlar, gelincikler, nergisler, kır çiçekleri, doğa kocaman bir günaydın diye seslenir bütün evrene. Ve o polenler başlar ya uçuşmaya “ahh o zaman, kocaman bir ahh. Bendeniz ve ben gibi bütün alerjik bünyelere.” Günlerdir, haftalardır hapşır tıkşırdan, burun tıkanıklığından, boğaz ağrısından nevrimiz şaşmış durumda. Valla neredeyse “bahar git gelme yamacıma” diye isyan edeceğim. Limon ağaçlarımın çiçeklerine ve hafif bir meltemle burnuma yüreğime dolan nahif kokularına rağmen.

Ve bahar geldi sevgili İskenderun’a düzensiz havalar ve hastalık mevsimi. Bu mevsimde güneşte bunal, gölgede üşü durumları yaşarız bütün İskenderunlular. Ve nane mollalar hasta böylece.

Ve bu havada bile güneşten bunaldığımızda nefes alabileceğimiz şehrin içinde ve deniz kenarında Allah için uyduruk kıytırık bir parkımız bile yok. İskenderun, çirkin binaların çoğaldığı, hızla çölleştirilen bir ilçe görünümünde şimdilerde… Çocuklar için bile şöyle bol ağaçlı, bol çimenli bir tek oyun alanı yok. Birkaç hafta sonra sahilde yürüyebilmek için gecenin gelmesini bekleyeceğiz. Zaten o çirkinlik numunesi AVM, sahilin bütün güzelliğini de almış götürmüş, göğe doğru uzanan betonları kilometrelerce ötelerden bile insanın yüreğine hançer gibi batıyor!

Ve betonlaşmayı modernlik sanan zihniyetler, buldukları minnacık bir alanı bile acımasızca betonlaştırmaya çalışmaya devam ediyorlar yangından mal kaçırır gibi.

Ve şehrin merkezinde 6 mahallenin ortasında bulunan 55 dönümlük eski karayolları arazisinin üzerinde gizli emeller ve düşler kurulduğunu çeşitli şekillerde duyuyoruz ve duyduklarımızdan çok ciddi olarak endişe ediyoruz. Çocukluğumuzda oraları bizim oyun alanımızdı. Gövdesine sarmaşıkların dolandığı, kocaman ağaçlar vardı orada. Palmiyeler, kavak ağaçları o sokakları çok özel kılardı. Kuşların cıvıltıları hiç kesilmezdi. Ama şimdilerde orada kuşlar ötmüyor, gecelere koku veren gece ağaçları yok. Ve orası şimdi bir inşaat alanı gibi!

Ve İskenderun halkı bir oldubittiye getirilmeden o alanın  “bir park” olmasını istiyor. Derin bir nefes alabilmek için. Çocuklarımız yerlerde yuvarlanabilsin, yağmur sularını çekecek bir toprak parçası olsun diye. Allah korusun olası bir depremde sığınalım diye.

Orası bir park alanı olmayacaksa bir oldubitti ile taşa duvara dönecekse hiçbir yönetici “halkıma saygım, sevgim var” demesin ve Allah için her kesime eşit mesafede herkesi kucaklıyoruz martavalları ile kimseyi kandırmasın. Lütfen Allah için bizi yalancı çıkarın sizden özür dileyelim.

Ve sevgili okuyucularım bütün dünyada farkındalık haftası sürüyor. Farkındalık zenginliğimizdir. Bizde bir fark yaratalım. Ve betonlaşmaya hep birlikte “Hayır” diyelim. Ve belediyemiz fark yaratsın betonlaşmaya izin vermesin artık.

Ve sağlıkla ve sevgiyle hayırlısı ile kalalım sevgili okuyucularım, ayrımsız gayrım sız hep birlikte her zaman. Yase

& & & & &

Bu Yazıyı Okuyacak Bir Dakikanız Var mı?

Soğuk bir Ocak sabahı, bir adam Washington DC’de bir metro istasyonunda, kemanla 45 dakika boyunca 6 farklı Bach eseri çalar. Bu süre içinde, çoğu işe yetişme telaşındaki yaklaşık bin kişi kemancının önünden geçip, gider.

Kemancı çalmaya başladıktan ancak üç dakika kadar sonra, ilk kez orta yaşlı bir adam kemancıyı fark edip, yavaşlar ve birkaç saniye sonra da gitmek zorunda olduğu yere yetişmek üzere yine hızla yoluna devam eder.

Kemancı ilk bir dolar bahşişini bundan bir dakika kadar sonra alır. Bir kadın yürümesine ara vermeksizin parayı kemancının önüne koyduğu kaba atarak, hızla geçer, gider. Birkaç dakika sonra, bir başka adam duraklayıp, eğilerek dinlemeye başlar ancak saatine göz attığında, işe geç kalmamak için acele ettiğini belirten ifadelerle hızla yoluna devam eder.

En fazla dikkatle duran ise üç yaşlarında bir oğlan çocuğu olur. Annesinin çekiştirmelerine rağmen, çocuk önünde durur ve dikkatle kemancıya bakar. En sonunda annesi daha hızlı, çekiştirerek çocuğu yürümeye zorlar. Oğlan arkasına dönüp dönüp kemancıya bakarak, çaresizce annesinin peşinden gider. Buna benzer şekilde birkaç çocuk daha olur ve hepsi de anne, babaları tarafından yürümeye devam için zorlanarak, uzaklaştırılırlar.

Çaldığı 45 dakika boyunca kemancının önünde sadece 6 kişi, çok kısa bir süre durur. 20 kişi duraklamadan, yürümeye devam ederek, para verir. Kemancı çaldığı süre içinde 32 dolar toplar. Çalmayı bitirdiğinde ise sessizlik hâkim olur ve kimse onun durduğunu fark etmez, alkışlamaz.

Hiç kimse onun dünyanın en iyi kemancısı Joshua Bell olduğunu ve elindeki 3,5 milyon dolarlık kemanla, yazılmış en karmaşık eserleri çaldığını anlamaz. Oysa Joshua Bell’in metrodaki bu mini konserinden iki gün önce Boston’da verdiği konser biletleri ortalama 100 dolara satılmıştır…

Bu gerçek bir hikâyedir ve Joshua Bell’in öylesine bir kılıkla metroda keman çalması, Washington Post gazetesi tarafından algılama, keyif alma ve öncelikler üzerine yapılan bir sosyal deney gereği kurgulanmıştır.

Sorgulanan şeyler; sıradan bir yerde, uygunsuz bir saatte güzelliği algılayabiliyor muyuz? Durup ondan keyif alıyor muyuz? Beklenmedik bir ortamda, bir yeteneği tanıyabiliyor muyuz? İdi…

Dünyanın en iyi müzisyeni, dünyadaki en iyi müziği çalarken, önünde durup, dinleyecek bir üç dakikamız dahi yoksa hayatta başka neleri kaçırıyoruz acaba?

Günün Şiiri

HALKIM

Anıları vardır

Halkından;

Yağışlı günleri düşündüren.

Diyarbakır’dan; çitlerden.

Kendini hiç unutmayan Afyon.

Öğrencilikten, futbol ve güreşten.

Yüzülen küçük, dar, coşkun dereler:

Değirmisaz;

Dağlardan kömür çıkaran yırtık giysililer:

gene halkından.

Bütün bunlardan,

Yani temelde,

Bütün hışmıyla

Atların köpük tutan teriyle hem

Huyudur bir Anadolu’lunun:

Dinlemek ve beklemek

 

Yeryüzü bugün öfkeli

Söyledi diye:

Öfke bilendikçe güzeldir

 

İnsanlığın kimi günleri de vardır

 

Halkım

Sen gözük ona

Esirgeme yüzünü

Şefkat yayan sesini

Kalbin mi

Kalbi yani

Kalbi hergün bin kere çarpar

Sabahında ülkenin

 

Halkım

Konuş

Upuzun yaylaların gözcüsüne

Kalın kabuklu çam gövdesine

Yüksektir ve enli

Sanki

Yoğurt çamcaklıyan yörük kadını kendi

 

Düşü gelecek günlerimin

 

Halkım konuş

Dilimizi yansıt ki şiirini tamamlasın

Ki elleriyle yazdığı

Ki kanıdır herşeyi

Tamamlasın da

Her şeyi bilen o şiiri

Her şeyi bilsin çocukları

Benzersiz

Gerektiği yerde duran o şiiri

 

İnsanları ülkemin

Kaldırın kolunuzu

El ayalarınız ona dönük olsun

Okusun yolunu

Yazgımızı

Bir çiçek gibi açan hayatımızı

Anasını yüreğinin

 

Dayanmak iki yanlı

Biri

Direnmek

Öbürü

Karşı koymak

Tatdı birini şimdi iştedir, orda

 

Biz ne kadar çok severiz hayatı

 

Ve onunla severiz

Ve o şu anda bir gergefin kemik tığını

aramaktadır

Bundandır süzülmüşlüğümüz

Hüznümüz beklediğimizdendir

 

Ve işte

 

Anımda bir kasaba

Eskiden, radyoaktivite yokken, daha

Karlı, bir kızın bikri gibi, göngörmüş, gazal

Karlı yolları dümdüz, arzulu ve ak

Nedense bir de bir çift tekerlek izi var

Tekerlekler, arabacı ve kırbaç

“Soğuk hayatla güzeldir” diyor

Bir ihtiyar

 

Bir ihtiyar anımda, 93 harbi:

 

“Düşman değildir bizi kıran

Bir sabun bir de soğuk”.

Enverî Paşa’ya ikram

 

Anımda bir ihtiyar ve o

 

O gencecik bir adamdır kendi adına sığınmıştır

Tek dayanağıdır elleri, andı gibi:

kimseye söylemediği usulca düşündüğü.

O gencecik bir adamdır herkes gibi

Doğuranı var, büyüteni, umut bağlıyanı

O gencecik bir adamdır sevişmeyi bilir şarkı

dinlemeyi

Bir caddede yürümeyi bir pastanede oturmayı

O gencecik bir adamdır herkes gibi

O gencecik bir adamdır kanıyla büyüten çiçekleri

 

Halkım

Sen koru onu

Veysel ÖNGÖREN

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here