Karabasanlarım!

0
85

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bendenizi sorsanız kaç zamandır karabasanlarla boğuşuyorum uykularımda bu yüzden güne güzel başlayamıyorum. Ve tabi bu durumuma neden olanlardan da şikâyetçiyim sonsuza kadar. Şikayetim Allah’a, çünkü  bir tek o kaldı  şikayetimizi  dinleyecek! Başımı yastığa her koyduğumda gözlerim bile kapanmadan üşüşüyor üzerime kanla yıkanmış insana benzer yaratıklar. Zombi filmlerinden fırlamış gibi. Ter içinde sıçrayarak uyanıyorum. Zaten kocaman bir mezarlığa dönmüş sevgili ülkemizde  acımız içimizi eziyor, birde birisi çıkıp kanlarını  akıtıp onunla yıkanacağız diyor.

İmza sahibi akademisyenlere! Benim kitabımda kimse kimseye alenen böyle tehditler savuramaz. Fikrine uysun uymasın. Savursa da böyle alenen yapmaz. Çünkü olayla hiç ilişiğimiz olmadığı halde biz normal sokaktaki insanların psikolojisini kimsenin bu şekilde bozmaya hakkı yoktur. Neden sanatla  uğraşırken  aklım  beynim bu gibi zararlı, vahşet ötesi tehditlerle allak bullak olsun? Neden  uykularım karabasana dönsün? Bu kadar rahat mı olduk? Ağzımıza geleni söyleriz, kan içer, kanla yıkanırız ve kimse bize bir şey söyleyemez? Var mı böyle bir şey bu alemde? Ama varmış, paran olunca paran kadar konuşmak böyle oluyormuş. Tabi akıllı telefonunda varsa böyle konuşabilirsin oradan da tehditleri savurabilirsin aynı fikirle aynı kafada aynı vicdanda olmadığın herkesle.

Bu yazı  tamamen  bendenizin karabasanları ile ilgili olduğu için kaleme  alındı. Kaç gündür yazı bile yazamıyorum. Resim yapmıyorum, güne mide bulantısı ve huzursuzlukla başlıyorum ve eminim ki birçok kişi bu durumda. Ve bu yüzden şikâyetçiyim kardeşim. Kişisel haklarıma tecavüz edilmiş algılıyorum kendimi. Ülkenin bir tarafında  terör belası  var. Mehmetçik bir taraftan savaşıyor. Bir taraftan sivil halkı kurtarmaya çalışıyor kurşun yağmurunun altında, sonra  Şehit oluyor her şehit haberi bizi kendimizden alıyor. Ama  onların çocuklara dağıttıkları şekerleri ve kurşun yağmuru altında çocukları kurtarmaya çalıştıklarını gözümüzün önüne getirdikçe acımız ekstra bir sevgiyle şefkatle harmanlanıyor.

İşte o çocuklar orada kurşun bomba yağmuru  altında sevdiklerinden uzak savaşırken, biz burada fikrimize uymadığı için kimseyi tehdit etme lüksüne sahip değiliz ve hakkımız yok, diye düşünüyorum. Ya birileri de  bizim  fikrinizi paylaşmıyorsa o zaman  ne yapmalı? Birbirimizi el birliği ile yok edebiliriz belki böylece uyar mı?  Oysa  onları tartışabilecek kadar medeni olabiliriz. Bu zor zamanlarda el ele verip bu beladan nasıl çıkarız birlik ve beraberliğimizi yeniden nasıl sağlarız diye düşünebiliriz.

Valla biz sokaktaki normal insanlar olarak her zaman barış dedik her zamanda barış diyeceğiz. Mehmetçiğimiz bu işin sonuna doğru geliyor her gün teröristlerden birçoğunu imha ediyor. Sivil halkla ilgileniyor onları koruyor. Biz zaten sivil  halkla iç içeyiz, terör ne onlardan ne de bizden. Onun  milliyeti,  dini vicdanı yok. Adı ne olursa olsun. Terörü ve destekleyenleri kabul etmiyoruz.

& & & & & &

Ve sevgili okuyucularım yağmur yağdı yine etraf çamur su birikintileri ile dolu. Okul yolu diyorum dilimde tüy bitti. Ara yollara insanlar girmiyor, su gitmiyor, menfezler yüksek su birikiyor. Sonrada çamur oluyor. Trafik zaten akıllara zarar… Dilimdeki tüylere bir yenisini ekleyerek bu sokağı düzeltin diyorum kardeşim bizim için değil çocuklar için. Yapın artık bu işi ya! Okulumuz  Mithatpaşa İlkokulu yeniden anımsatayım bari. Ve şimdilik sağlık ve sevgiyle hep birlikte kalalım ayrımsız gayrımsız her şeye herkese inat. Yase

& & & & & &

Ümit Taşı

Küçük çocuk, deniz kenarında gördüğü yassı bir taşın güzelliğine hayran olmuştu. Mutlaka bir mücevherdi bulduğu. Şekli de bir insan kalbi gibiydi. Üstelik parıl parıl parlamaktaydı. Çocuk taşı avuçlayıp eve koştu. Ve onu büyük bir heyecanla babasına uzattı. Adam, yavrusunun soğuktan morarmış avucundaki taşın, birbirine sürtüldüğünde kıvılcım çıkaran bir çakmak taşı olduğunu hemen anladı. Fakat bunu ona söylemedi. Küçük çocuk, rüyalarını süsleyen bisiklete kavuşmak için elindeki taşı satmak istiyor ve o paranın bir bölümüyle bir de top alacağına inanıyordu. Fakat babası buna yanaşmıyordu. Çocuk, işin kendisine düştüğünü anladığında, tatilde simit sattığı çarşıya gitti. Kuyumcu vitrinleri, göz kamaştıran ışıkların aydınlattığı altın kolyelerle doluydu. Bir de, elindeki taşın çok daha küçük olanlarıyla süslenen pahalı yüzüklerle.

Çocuk en gösterişli mağazayı gözüne kestirdikten sonra, bir süre vitrin önünde bekledi. İçeride, dükkan sahibi olduğu anlaşılan bir adam vardı. Müşteri olarak da kürk mantolu bir hanım. Küçük çocuk biraz sonra içeri girdi. Ve cebinden çıkardığı taşı dükkan sahibine uzatarak: “Bu pırlantayı deniz kenarında buldum efendim. Eğer isterseniz size satarım” dedi. Adam taşa uzaktan bir göz atıp: “O sadece basit bir çakmak taşı. Bütün sahil o taşlarla doludur” dedi. “Hayır!” diye atıldı küçük çocuk. “İsterseniz ıslatın, ne kadar parladığını göreceksiniz” Dükkan sahibi, zengin müşterisini kaçırmaktan korkuyor ve çocuğu kolundan tutup atmayı planlıyordu. Kadın onun niyetini sezmişti. Çocuğun taşına yakından bakıp: “Tam istediğim şey!” diye gülümsedi. “Onu bana satar mısın?” Küçük çocuk, taşının gerçek değerini anlayan biriyle karşılaşmış olmaktan son derece mutluydu.

Kadının cebine doldurduğu paralar ise, aklını başından almıştı. Defalarca teşekkür ettikten sonra, koşarak uzaklaştı. Kadın, elindeki taşı kuyumcuya vererek ona bir zincir takmasını istedi. Belli ki mücevher gibi taşıyacaktı. Dükkân sahibi, yapmış olduğu ikazı anlamadığı için, kadının aldandığını düşünüyordu. Bu yüzden: “Söylemiştim, ama tekrar edeyim! Satın aldığınız şey basit bir taştır” Kadın, önce pırlanta kolyesine, daha sonra da yüzüğüne bakarak: “Zannetmiyorum! O taş bence bunlardan daha değerli, çünkü küçük bir çocuğun ümidini taşıyor…” dedi…

Günün Şiiri

Gül Zakkum Ya Da Su Boşluğu

İmgeyi antikacıda rehin bırakan usta

ölüm de artık baştan kokar

nerede kalmışsa su zamanı

üç basamak merdiven indiğim

kalbimin şurasında

bugün de ince bugün de kırıldı kırılacak

gülzakkum (?) saçlar. Aşkın,

miras kalan öyküsüyle yaptığın kahve

Masada unutulan kaysı, buzdolabı

Havada dedikodu tadı

Deniz şortunu giyinmiş

Teninde yorumlar gününü güneş, dilimi çağırıyor

Mermerdeki damarlar, tenin soyuluyor terimle

Bir sinek vuruyor cama

Sokağı yok suboşluğuna inen yolun, uzun zamandır

Unuttum sokak adlarını, kedi gözü, memebaşların

Avucumda kokan ot fıskiye

İstanbul’un tozu alınmamış bir köşesinde içtiğimiz

rakı, aşkımızın açıkta kalan kamburuydu komi,

ölü düşler asılı

duvarda, kılıktan kılığa giren su, kimi ölü kimi uzak

kimi adını bilmediğimiz, zakkumu bırakmıştık

vestiyere gülü alıp gidiyoruz,

tozu alınmamış bir köşesine İstanbul’un

güneşin en yorgun saatinde, suskun ben sen ve

herkes kumun ötesinde

anonslar… anonslar

tenimizde pullanır ayetler

aşkımın gülden zakkuma sızdığı

branda da poyraz, sevişme izleri

döşendiği otlar, anonslar

ben sen alışamadığımız bu şehirde

ne varsa yükümüz denizden çıkan gizliden gizliye

öğrendik yalnızlığı

lodos terimizi ve tenimizi okşadı

güneşten gizlediğimiz beyazlık

aynı yerde buluşmalıyız değmeden bıçağın ucu

koynumuza, sakladığımız aşk bir sur içi, bindiğimiz

gece tramvay, aynı yere gitmeli

aradığımız rüzgârın koyunda

su boşluğu, ‘bir savaşın tasviri’nden alıntı bir adrese

sızıyoruz

aşkımız gül kokusu

dalında unutulmuş portakal

bu gecede, baykuş sesine aldandı ay

el çantasında dudak renklerinin iki hali, meçhul

gelişini saptayamıyorum, geceye mi bakıyor

gözlerim gündüze mi? ot kokusu

gözlerim yorgun bakmaktan gülü kuşatan poyraza

karşı pencerenin perdesi çekiliyor

zakkum, zakkum ve zakkum

şimdi

belinden kopmuş karıncayım, başım

kendi merkezi etrafında arıyor dudaklarını, kod adı

bırakıyorum bulamadığım yerde

kasılan zakkumdur terimin birleştiği

ırmakta-gül

gül ve gül

aşkınızla kulaç atıyorum

üç basamak deniz iniyorum

SU BOŞLUĞU

Metin FINDIKÇI

Günün Fıkrası

Merak

Çok kalabalık bir belediye otobüsünde yolculuk eden Temel’in ayağına iri yarı bir adam basar…. Nasırı acıyan Temel, adamın yanına yaklaşır ve sorar: “Ula uşak, sen nerelisun?”

Adam, Temel’e bakar, nereli olduğunu söyler ve sonra da sorar: “Niye sordun?”

“Hiç der Temel, bu cins ayular hangi memlekette yetisur diye merak ettum da…..”

Günün Sözü

Hased ettiğinizde haddi aşmayın, zanda bulunduğunuzda onu tahkik etmeyin, bir şeyde size bir uğursuzluk hissi gelirse onu geçin ve ancak Allah’a tevekkül edin.

Hz. Muhammed

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here