Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bir taraftan şehit haberleri arka arkaya gelmeye devam ediyor, bir taraftan işsizlikten gençler intihar ediyor. Nereye baksak acı, nereye baksak gözyaşı, yüreğimizdeki acı çentikleri mutluluk kırıntılarını çoktan yedi bitirdi bile. Gazipaşa’da her gün sokaklarda, caddelerde kırmızı bayrak asılı, araç konvoyları, sirenlerini çala çala geçip duruyor. Her gün onlarca genç askere gidiyor. Arkalarından dualar eşlik ediyor, küçük büyük herkesten. Aileler çocuklarını teslim ettikleri gibi geri almak istiyorlar ama giden geri nasıl gelir belli değil?
Bu terör belasından nasibini almamış ev kalmadı, herkes birbirine baş sağlığı dilerken empati yapıyor ve bizler şehitlerimizin hakkını ödeyemeyecek duruma geldik. Birde çocuklar var ki terörden cennete koşanlar yüzlerine bakmak bile acıların en katmerlisi. Örneğin 4 yaşındaki Nepulda (ne kadar güzel bir isim bendeniz yeni duyuyorum) ve 8 yaşındaki ağabeyi Ayaz Tunceli ovacıkta PKK’lıların döşediği mayına basarak yaşamlarını yitirdiler. Nasıl bir acı bu ya rabbim! Nasıl bir vahşet bu? Allah sabır versin ailelerine ve bütün terörü lanetleyenlere nasıl bir vahşet bu? Bu canilerin çocukları yok mu aileleri yok mu nasıl kıyarlar bunca cana Allah’tan bulsunlar dilerim.
Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlıkla, sevgiyle kalalım, her türlü terörü lanetleyerek. Ayrımsız gayrım sız hep birlikte. Yase
& & & & &
Eski bir Hint masalı söyle der;
Bir zamanlar çok büyük bir ressam varmış. Eserleri herkes tarafından beğenilirmiş. Ülkenin kralı bile onu Onur madalyası ile ödüllendirmiş. Ona Hintçe’de renklerin ustası anlamına gelen “Ranga Charya” adı verilmiş. Ama hayranları ona kısaca “Ranga Guruji” derlermiş. Ranga, yıllar içinde, alanındaki ustalığını kanıtlarcasına kendine özgün bir renk stili geliştirmiş. Çok çalışması, yorumu ve konuya kendini vermesi, kendinden sonra gelenlere örnek olmuş. Bir sanat okulu açmış ve orada öğrencilerine sanatın inceliklerini öğretmeye başlamış. Belli bir müfredatı ve süresi yokmuş okulun.
Öğrencinin, yeteneğinden ve bilgisinden kendisi tatmin olduktan sonra, onu sanat dünyasına takdim etmesi okulun özelliğiymiş. Kendince bir “Öğrenci Değerlendirme” yöntemi geliştirmişti. Bu, onun çalışma yöntemi gibi dünyada eşi olmayan bir yöntemdi. Bu okulda bir öğrenci olan Rajeev çok aceleciydi. Allah vergisi bir yeteneğe sahipti ve Ranga’nın aradığı özellikler doğrultusunda; diğer öğrencilerden çok daha hızlı bir başarı gösteriyordu. Ranga, ondaki bu gelişmeden çok memnundu. Çok övgü ve teşvik almaktan dolayı Rajeev merakla Ranja Guruji’nin onu artık bir ressam olarak ilan edeceği ve hayatının bu şekilde devam etmeye başlayacağı günü bekliyordu. Bir gün, çok kibar bir şekilde Ranga Guruji’ye final uzmanlık sınavını ne zaman alacağını sordu. Ranga gülümsedi ve dedi ki: “Rajeev, sen benim gelecek vaad eden öğrencilerimden birisin. Çok kısa sürede sanatın inceliklerini öğrendin. Sanırım şimdi final sınavının zamanı geldi.”
“Sınav konumun ne olduğunu söyler misiniz Guruji?” Rajeev mutluluğunu ve heyecanını saklamakta zorlanıyordu. Ranga “Rajeev, bir resim yapmanı istiyorum, bu senin en iyi resmin olmalı ve herkes hayran kalmalı. Şimdi acele etme ve hayatının şaheserini yap” dedi.
Rajeev gece gündüz çalıştı; en güzel resmini yaptı ve Ranga Guruji’ye getirdi. Ranga: “Şimdi bunu şehrin meydanında halkın beğenisine sun.” dedi. “İnsanların senin eserini görmelerine izin ver. Resmin altına büyük ve koyu harflerle, bu resmin halkın değerlendirmesi için oraya konulduğunu ve resimdeki hataların, izleyenler tarafından resmin üzerine bir “X” çizerek belirtilmesini rica ettiğini yaz.”
Rajeev Ranga’nın dediklerini yaptı. Resmi şehrin en merkezi yerine koydu. Birkaç gün sonra Ranga gidip onu getirmesini söyledi. Rajeev meydana giderken çok heyecanlıydı. Ancak oraya vardığında çok büyük bir hayal kırıklığına uğradı. Tüm resim baştan aşağı X işaretleriyle doluydu. Başarısızlığı böylece anlaşılmıştı. Büyük bir kalp kırıklığıyla resmi Guru’ya gösterdi. Ranga O’na asla umutsuzluğa kapılmamasını ve yeniden bir resim yapmasını tavsiye etti. Rajeev yeni bir sanat şaheseri daha yaptı. Ranga daha önce söylediği şeyleri tekrarladı. Ancak en son satırda değişiklik yaparak…
Bu kez Rajeev’e resmin yanına boya ve fırça da koymasını söyledi. Resmin altına yazdığı mesajda izleyicilerin hataları bulması ve resmin yanında bulunan malzemeleri kullanarak düzeltmeleri istenmişti. Birkaç gün sonra Rajeev resmi almaya gittiğinde şaşırdı. Çünkü resmin üzerinde hiçbir işaret olmadığı gibi yanına konulmuş olan malzemelere de hiç dokunulmamıştı. Rajeev resmi Guru’suna sunarken çok mutlu olmuş ve kendine güven dolmuştu. Ranga yine gülümsedi ve “Rajeev bugün öğrenmiş olduğun bu dersle birlikte artık senin eğitimin tamamlandı” dedi.
“Sevgili oğlum, eğer bu dalda mükemmellik ve yücelik istiyorsan sadece sanatta ustalaşmış olman yetmez. Ama insanların, eline fırsat verildiğinde hiçbir şey bilmedikleri bir konuda bile eleştirip, değerlendirme eğiliminde olduklarını da öğrenmen gerekir.”
“Eğer dünyayı seni yargılayacak kişi olarak kabul edersen hep hayal kırıklığına uğrarsın. İnsanlar hiçbir bilgisi ve ciddiyeti olmadan yargılamalarda bulunur ve birbirlerine fikirlerini söylerler. Senin ilk resmini X’lerle doldurdular. Çünkü onları engelleyecek hiçbir risk yoktu. Ve çoğunun bu konuda hiçbir yeteneği ve bilgisi de yoktu. Ama onlara sunulan bu fırsatı memnuniyetle değerlendirdiler. Ama aynı insanlar, hataları bulup düzeltmeleri istendiğinde hiç biri bunu yapmadı. Çünkü bu kez onların bilgisi ve yeteneği risk altındaydı; bu konudaki eksikliklerini göstermekten çekindiler. Uzak durmayı tercih ettiler.”
Ranga devam etti: “Böylece sevgili oğlum, senin azmin, senin yeteneklerin, senin bilgin, senin sanat alanındaki çabaların, senin çok çalışmanın ve içten uğraşılarının değerli bir ürünüdür. Bunu dünyaya bedava sunma. O zaman çalışman ilk resminin uğradığı sonuca uğrar. Kendinin yargıcı ol ve değerini kendin belirle ama bunu adalet ve eşitlik ilkeleriyle yap. Ve böyle davrandığında seni temin ederim ki asla ne kendin ne de eserinle hayal kırıklığına uğrarsın.”
“Tanrı seni korusun! Oğlum.” Rajeev’in gözlerinde saygı ve neşe dolu yaşlar vardı. Kalbinin derinliklerinde, eğer bu son dersi almasaydı eğitiminin eksik kalmış olacağını hissediyordu.
Günün Şiiri
Solgun Bir Gül Dokununca
Çoklarından düşüyor da bunca
Görmüyor gelip geçenler
Eğilip alıyorum
Solgun bir gül oluyor dokununca.
Ya büyük şehirlerin birinde
Geziniyor kalabalık duraklarda
Ya yurdun uzak bir yerinde
Kahve, otel köşesinde
Nereye gitse bu akşam vakti
Ellerini ceplerine sokuyor
Sigaralar, kağıtlar
Arasından kayıyor usulca
Eğilip alıyorum, kimse olmuyor
Solgun bir gül oluyor dokununca.
Ya da yalnız bir kızın
Sildiği dudak boyasında
Eşiğinde yine yorgun gecenin
Başını yastıklara koyunca.
Kimi de gün ortası yanıma sokuluyor
En çok güz ayları ve yağmur yağınca
Alçalır ya bir bulut, o hüzün bulutunda.
Uzanıp alıyorum, kimse olmuyor
Solgun bir gül oluyor dokununca.
Ellerde, dudaklarda, ıssız yazılarda
Akşamlara gerili ağlarla takılıyor
Yaralı hayvanlar gibi soluyor
Bunalıyor, kaçıp gitmek istiyor
Yollar, ya da anılar boyunca.
Alıp alıp geliyorum, uyumuyor bütün gece
Kımıldıyor karanlıkta ne zaman dokunsam
Solgun bir gül oluyor dokununca.
Behçet NECATİGİL
Atatürk’ü Duymak
Ulu rüzgarlar esmedikçe
Yaşamak uyumak gibi.
Kişi ne zaman dinç
Dalgalanırsa bayrak bayrak gibi.
Ne var şu dünyada ekmekten daha aziz?
Sürdüğün tarlalara sevginle serpildik,
Ekmek olmak icin önce
Buğday olmak gibi.
Silinir sözlüklerden sen hatıra geldikçe
Cılız sözler: usanmak, yorulmak, durmak gibi.
Kuvvettir yaptıkların her yeni yetişene,
Bir ışık-kaynak gibi.
En yakınlar zamanla fersahlarca uzak gibi;
Bir sen varsın kalacak, bir sen ölümsüz
Daha da yakınsın, daha da sıcak.
Bıraktığın toprak gibi.
Kaç Türk var şu dünyada, bir o kadar susuz:
Hepsinin gönlünde sen, bir pınar bulmak gibi.
Ancak senin havanda sağlıklar, esenlikler;
Olmaya devlet cihanda Atatürk\’ü duymak gibi.
Behçet NECATİGİL
Günün Sözü
Zayıf, daima adalet ve eşitlik ister, hâlbuki bunlar kuvvetlinin umurunda bile değildir.
Aristoteles