Herkes Konuşuyor… Doğru, Yanlış – Saçma, Sapan…

0
161

Uzun bir aradan sonra, kocaman bir günaydın sevgili okuyucularım. Nasılsınız bu sabah? “Söz gümüşse, sükût altındır” demiş atalarımız. Güzel demişler. Ama neye yarar. Ne susmanın ne de konuşmanın erdeminden anlıyoruz ne, yazık ki. Kocaman adamlar bir ülkeyi yönetiyorlar ya da yönetmek için oradalar. Ama o adamlar, ne konumlarının ne de onları oraya taşıyan halkın ayrımında değiller. Küfürler, hakaretler, havalarda uçuşuyor. Zaten hepimizin nevri şaşmış, arka arkaya gelen şehit cenazelerinden, birde bu abuk sabuk konuşmalar, ağza alınmayacak sözleri duyunca; “Biz kimiz ya” diyoruz. “Biz bu adamları nasıl seçtik?” Ah İsmail Cem hoca ah; keşke senden yüzlercesini klonlasaydık. Nur içinde yat inşallah.

Aileden sorumlu bakan, sevgili hanım efendi bir laf ediyor. İnsan olan bu laftan iğreniyor! Ama kardeşim iğrendiğiniz, ağzınıza almaktan çekindiğiniz bir lafı neden siz katlayarak iade ediyorsunuz? Yani aslında yok birbirimizden farkımız durumları bu olsa gerek? Birisi bir söz söylüyor sonra herkes bu sözden acayiplikler üretip hep bir ağızdan yineliyor! Sizin başka işiniz yok mu? Siz doğru düzgün eleştiri yapamaz mısınız? CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu’nun konuşmasını okuduğumda “ne ya bu” dedim. “Herhâlde ben yanılıyorum. Bir genel başkan bu sözleri sarf etmiş olmaz! Yani olmaması lazım? Birde bu sayın Kılıçdaroğlu ise.” Mecliste ne de olsa bu şekilde en az ağzını bozan oydu. Nasıl böyle bir söz söylemiş olabilir? Acaba biz mi çok fesat insanlarız ki yanlış anladık? Sözlerin anlamı eğer bizim bildiğimizden, tahminimizden başkaysa o zaman neden bu şekilde söylendi? Talihsizlik demiyorum. Yalnızca “yazıklar olsun” diyorum. En büyük yazıklarda; bize… Doğru düzgün olmaya çalışan sıradan insanlara ki, bu liderleri oraya biz taşıdık.

Aileden sorumlu bakan hanımefendinin sözleri zaten kabul edilemez, zaten bendenizce vicdansızlık ve bir anneye yakışmayacak sözler. Ama kardeşim netteki yazılar, atılan mesajlar ve meclisteki konuşmalar, Kılıcdaroğlu’nun sözleri onu akladı pakladı bile. Amaç aslında aklamak paklamak unutturmak gibi sanki? Söz bir defa ağızdan çıktı ve dönüşü yok, istendiği kadar özür dilensin. Ki, kesinlikle dilenmeli. Muhatap, kadın olduğu için değil; bir insan olduğu için. Çünkü kötü söz ne bir kadına, ne bir erkeğe, ne bir çocuğa, ne bir hayvana, ne de başka birine söylenmez söy-len-me-me-li.

Kendi hesabıma yalnızca üzgünüm, kırgınım ve umutsuzum. “Alışmayalım” diyoruz. Teröre ve arka arkaya gelen şehit cenazelerine… Ancak öyle görünüyor ki bu tablo ve bu bozuk üslup ile çok ama çok zarar göreceğe benziyoruz. Ve en önemlisi kime, neye, niçin güveneceğimizi de bilmiyoruz artık, sanki freni boşalmış bir tır içindeyiz savrula savrula gidiyoruz. Nerede nasıl duracağız ya da uçurumdan aşağı mı düşeceğiz belirsiz. Böyle yaşamak zorunda mıyız peki? Kime soruyorum ya?

Ve sevgili okuyucularım dilerim hepimiz bir an önce aklımızı başımıza devşirir ve konuşmadan önce en az beş kez düşünürüz. Sağlık ve sevgiyle kalalım hep birlikte ayrımsız gayrımısız. Ve yurtta sulh cihanda sulh ile. Yase

& & & & &

Düş Değil Amaç

Okulda öğretmen, lise birinci sınıf öğrencilerine bir kompozisyon ödevi vermişti. Konu şu idi: “Büyüdüğünüz zaman ne olmak istiyorsunuz?” On beş yaşındaki Monty, büyüdüğünde bir at çiftliği sahibi olmayı düşlüyordu. Ödevine bu düşünü sadece yazmakla yetinmedi, çiftlikte yapılması gereken binaların çizimlerini de ekledi. At çiftliği kesinlikle 300 dönüm olacaktı. Monty, ahırların yanısıra bir de, çiftliğinin orta yerinde yapmayı düşlediği bin metrekarelik kocaman bir evin plânını da çizdi.

yase-yaşam2

Öğretmen, kompozisyon ödevlerini bir hafta sonra dağıtınca Monty’nin yüzü asıldı. Çünkü kâğıdın tepesinde kocaman bir sıfır vardı. Bu yetmiyormuş gibi, öğretmen, sıfırın yanına bir de şu notu eklemişti: “Dersten sonra öğretmenler odasına gel. Seninle görüşmek istiyorum.” Monty, öğretmenin söyleyeceklerini beklemeden, kendi merakını gidermek istedi. Ve öğretmenine, niçin sıfır verdiğini sordu. Öğretmen de onunla bu konuda görüşmek istiyordu: “Çünkü sen, büyüdüğün zaman ne olmak istediğini yazmak yerine, saçma sapan düşler yazmışsın” dedi. “Çocuksu düşlerini nasıl gerçekleştirebileceğini hiç düşünmedin mi? Bir at çiftliği kurmanın kaça mal olacağını hiç aklına getirmedin mi? Çok fakir bir ailenin çocuğu olduğunu bilmiyor musun?”

Öğretmen bunları söyledikten sonra Monty’ye bir hak daha tanıdı: “Haydi şimdi eve git ve ayni konuda yeni bir kompozisyon yaz.” dedi. “Yine öyle saçma sapan düşlere dalma da sana sıfır yerine doğru dürüst bir not vereyim.”

Monty evde, babasından yardım istedi. “Kusura bakma, sana yardım edemem, yavrum.” dedi babası. “Bu öyle bir konu ki, tümüyle seni ve senin geleceğini ilgilendiriyor. Kararını sen kendin vermelisin…” Monty kararını o gece verdi. Yeni bir ödev yazmadı, ertesi gün öğretmene aynı ödev kâğıdını getirdi. “Bana verdiğiniz sıfırı not defterinize rahatlıkla geçirebilirsiniz, öğretmenim” dedi. “Ben notumun değişmesi uğruna düşümü, idealimi değiştirmeyeceğim…”

Monty, karşısındaki topluluğa yaptığı konuşmasını şöyle sürdürdü: “Size bu anımı neden anlattığımı da söyleyeyim” dedi. “Çünkü şu anda tümünüz, benim 300 dönümlük at çiftliğimin orta yerindeki bin metrekarelik evimde bulunuyorsunuz. Şimdi başınızı lütfen şöminenin üstünde duran şu çerçeveye çevirin ve çerçevenin içine bakın. Sıfır not aldığım kompozisyon ödevimi göreceksiniz orada.”

Monty bunları söyledikten sonra, o akşamki konuklarına bir de öğüt verdi: “Hiç kimseye, düşlerinizi küçümseme fırsatı tanımayın.”

Günün Şiiri

Her Şey Sende Gizli

Yerin seni çektiği kadar ağırsın,

Kanatların çırpındığı kadar hafif..

Kalbinin attığı kadar canlısın,

Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç…

Sevdiklerin kadar iyisin,

Nefret ettiklerin kadar kötü..

Ne renk olursa olsun kaşın gözün,

Karşındakinin gördüğüdür rengin..

Yaşadıklarını kâr sayma:

Yaşadığın kadar yakınsın sonuna; ne kadar yaşarsan yaşa,

Sevdiğin kadardır ömrün..

Can YÜCEL

Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği

İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya

Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin

İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına

İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına

Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın

Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana

Ataol Behramoğlu

Günün Sözü

Şanssızlığa katlanabiliriz, çünkü dışarıdan gelir ve tümüyle rastlantısaldır. Oysa yaşamda bizi asıl yaralayan, yaptığımız hatalara hayıflanmaktır.

Oscar Wilde

Batmayı, gözden kaybolmayı gördün ya, bir de doğmayı gör! Düşün ki, Güneş’le Ay batıp gözden kayboldukları zaman onların nûruna bir ziyan gelir mi?

Mesnevi’den

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here