Her Zaman Ayrımsız Gayrımsız! Her Zaman Önce İnsan!

0
124

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Seçimler bitti ama her zamanki gibi sırlar, söylenceler gerçekler, yalanlar, kuşkular sürüp gidiyor. Gözümüzü, gönlümüzü her şeye kapattık “yeni bir sayfa” dedik ve güvenmek istedik ayrımsız gayrımsız kucaklanacağımıza dair verilen sözlere… Asla ve katha inanmadım ama yalan yok bu defa  inanmak istedim kendime rağmen…

Ancak bu kadarını da hiç beklemezdik. Ne demek  CHP’lilerin şehit cenazelerine sokulmaması ya da her hangi bir parti için bu şekilde bir talimat verilmesi. Eğer bu ayrım gayrım değilse acaba nedir? Bu sevgili bakan aslında ayrımı körüklediğinin ayrımda değil mi ya da amacı aslında bu mu? Eğer buysa yapılacak şey yok. Ama bizler yani konusu insanlık olan, din,  dil, parti, millet, mezhep ayrımı yapmadan, sadece insan  diyenler bu tuzağa düşmeyecektir. Ve her zaman duygudaşlık yapıp, eşitlik, hak hukuktan ödün vermeden yaşamaya ve yaşatmaya devam edeceğiz. Bakanlar gelir geçer hükümetlerde ancak insanlık bakidir. Ve tarih hataları bağışlamaz. Ve kimse ne oldum dememeli  ne olacağım üzerine kafa patlatmalı bendenizce.

& & & & &

Ve artık partiler ve particiliğin de bir önemi kalmadı. Ama kendileri önemli olduklarını düşünüyorlarsa bendenizce özellikle CHP yönetimi tümden istifa etmeli yeniden yapılanmalı ya da gerçek Atatürkçülükler yeni bir parti kurmalı. Gerçek beş oku temsil eden.

Öyle kendilerini başarılıymış gibi görmekten ve göstermekten vazgeçmeli bu bendenizin naçizane fikri. Şimdiden başlarlarsa belki yerel seçimlere yetişebilirler. Yoksa bir ileri bir geri yerlerinde saymaya devam edeceklerinden kuşum yok.

Partisiz olmanın dayanılmaz hafifliğini yaşayan bendeniz bile artık “yeter” diyorum CHP’ye… Sayın Ekmeleddin  bey ile başlayan seçmeni zorlayan hataları devam  ediyor ne yazık ki… Evet, sayın Kılıçtaroğlu tarihi yürüyüşü ile tarihe güzel bir şekilde girip gönüllerin tahtına kuruldu ancak   şimdi şapkayı önüne alıp düşünmenin ve partice yaptıkları hataları masaya yatırıp nerede yanıldıklarını, nerede şaşırdıklarını, aslında sorunları ne, ne değil onu iyice irdelemeleri ve hesaplaşmaları gerekiyor diye düşünüyorum.

Ve sevgili okuyucularım havalar sıcak, insanların sinirleri tavan yapmış, kime dokunsanız patlama noktasında  ve bu insanların sinirlerini abuk sabukluklarla hoplatmak çokta iyi değil doğrusu şimdiler de. Hoş bendenizde böyleyim ya ancak  çoktan beri  olayların yanından geçip onlar yokmuş gibi davranmaya çalışıyorum, ruh ve beden sağlımı korumak adına sinirlerim gevşediğinde  sanırım ufaktan ufağa başladı ki bu yazı çıktı ortaya.

Ve dilerim artık yavaş yavaş her şey düzene girer. Patatesin, soğanın fiyatı düşer! Dün bizim manavda patates beş TL idi. “ne yapıyorsun ya” dedim  manava? “Ne yapayım” dedi?  “Fiyatı bu, pazardan gelen fiyat bu. İster inan ister inanma?” Tamam, o zaman bendeniz o patatesi almam. Ve almadım.

Ve karar aldım kendimce fiyatı şişmiş ya da şişirilmiş hiçbir şey almayacağım artık.  İnsan yemezse ölmez, bir lokma bir hırka herkese yeter.

Ve sevgili okuyucularım, zaman bendenize yetmiyor birçok iş bendenizi bekliyor, resim, kitap, ebru  ve çocuklara yemek gibi. Bu yüzden şimdilik bu kadar… Sağlıkla, sevgiyle kalalım her zaman, ayrımsız gayrımsız. İnadına inadına hep birlikte… Yase

& & & & &

Öykü 1

Kapı komşum David’in beş ve yedi yaşında iki çocuğu var. Bir gün yedi yaşındaki oğlu Kelly’e, benzinle çalışan çim biçme makinesiyle nasıl çim biçildiğini öğretiyordu. Makineyi çim üzerinde nasıl döndüreceğini öğretirken eşi Jane, David’e bir soru sormak için içeri çağırdı. David içeri girince Kelly makineyi çalıştırdı ve çimlerin ortasındaki çiçek tarhına daldı. Çiçek tarhı bir anda mahvolmuştu. David döndüğünde gördüğü manzara karşısında çılgına döndü. Bütün komşuların çok beğendiği emekle kendi elleriyle yaptığı çiçek tarhı yoktu artık. David tam sesini yükseltmeye başlamıştı ki Jane dışarıya çıktı ve David’e “David, çiçek değil, çocuk yetiştirdiğini unutma!” dedi.

Jane bu sözleriyle bana ana-baba olarak önceliklerimizin ne olduğunu çok güzel anımsattı. Çocukların kendileri ve benlik saygıları, kırabilecekleri ya da hasar verebilecekleri herhangi bir fiziksel nesneden çok daha önemlidir. Bir futbol topunun kırdığı bir cam, dikkat edilmediği için kırılan bir lamba ya da mutfakta elden kayıp, kırılan bir tabak zaten kırılmıştır. Çiçekler zaten ölmüştür. Verilen bu zararı, bir de ben çocuğumu inciterek, yaşam sevincini öldürerek iki katına çıkartmamalıyım.

& & & & &

Öykü 2

Birkaç hafta önce kendime spor bir ceket aldım ve dükkan sahibi Mark Michaels ile anne babalık üzerine biraz sohbet ettik. Mark bana eşi ve yedi yaşındaki kızlarıyla dışarıya yemeğe çıktıkları bir gece kızının masadaki bardağı devirdiğini anlattı. Masadaki su temizlenip, anne babası üzülmemesini söyledikleri zaman kızı onlara bakmış ve, ”Biliyor musunuz, size diğer anne babalara benzemediğiniz için teşekkür etmek istiyorum. Arkadaşlarımın çoğunun anne babaları böyle bir durumda onlara bağırır ve bir de daha dikkatli olmaları konusunda onlara söylev çekerler. Böyle bir şey yapmadığınız için size teşekkür ederim!” demiş.

Bir seferinde ben arkadaşlarımla yemekteyken, benzer bir olay oldu. Beş yaşındaki oğulları masaya bir bardak süt döktü. Arkadaşlarım çocuklarına bağırmaya başlayınca, ben de bilerek çarptım ve kendi bardağımı devirdim. 48 yaşında olmama rağmen nasıl halâ aynı şeyi yaptığımı anlatmaya başlayınca, çocuğun gözleri parladı ve anne babası gereken mesajı alıp, çocuklarına bağırmaktan vazgeçtiler. Her gün halâ yeni bir şeyler öğrendiğimizi unutmak bazen ne kadar da kolay oluyor.

& & & & &

Öykü 3

Geçenlerde Stephen Glenn’den ünlü bir araştırmacı bilim adamı hakkında bir öykü dinledim. Bir bilim adamının tıp konusunda yeni ve çok önemli buluşları olmuştu. Bir gazete muhabiri röportaj yaparken kendisine, ortalama bir insandan nasıl olup da daha farklı ve yaratıcı bir insan olduğunu sormuş. Kendisini diğerlerinden ayıran özellik neymiş?

Bilim adamı bu soruyu ”iki yaşındayken annesinin yaşadığı bir deneyim nedeniyle” diye yanıtlamış. Bilim adamı buzdolabından süt şişesini çıkartmaya çalışırken, şişe elinden kayıp yere düşmüş ve ortalık süt gölüne  dönmüş. Annesi mutfağa geldiğinde, ona bağırmak, söylenmek ya da cezalandırmak yerine, ”Robert, ne kadar güzel bir hata yaptın! Daha önce bu kadar büyük bir süt gölü görmemiştim. Evet, olan olmuş. Şimdi birlikte burayı temizlemeden önce biraz yerdeki sütle oynamak ister misin?” demiş.

O da eğilip, oynamış yere dökülen sütle. Birkaç dakika sonra annesi,  ”Robert, bu tür bir şey yaptığında, bunu senin temizlemen ve her şeyi eski haline getirmen gerektiğini biliyor musun? Bunu nasıl yapmak istersin? Bir sünger mi kullanalım, bir havlu ya da bir bez mi? Hangisini istersin?” demiş. Robert süngeri seçmiş ve birlikte yere dökülen sütü temizlemişler.

Daha sonra annesi, ”Biliyor musun, burada yaşadığımız olay, senin iki minik elinle bir süt şişesini taşıyamadığın kötü bir deneyimdi. Şimdi arka bahçeye çıkalım ve şişeyi suyla doldurup, senin dolu bir şişeyi düşürmeden taşımanı sağlayalım” demiş. Küçük çocuk şişeyi boğazından iki eliyle tutarsa düşürmeden taşıyabileceğini öğrenmiş. Ne güzel bir ders!

Bu ünlü bilim adamı daha sonra, o anda bir hata yaptığı zaman bundan korkmaması gerektiğini öğrenmiş. Yapılan hataların yeni bir şeyler öğrenmek için çok güzel fırsatlar olduğunu anlamış. İşte bilimsel araştırmalardaki deneyler de bu temele dayanır zaten. Bir deney başarısız olsa bile, o deneyden çok değerli bilgiler elde edilir. Bütün anne babalar çocuklarına, annesinin Robert’a davrandığı gibi davransalar çok daha iyi olmaz mı?

Günün Şiiri

Siyah Gözlerine Beni de Götür

siyah gözlerine beni de götür daha dokunmadan kurudu irem

çöllere bir türlü yağamıyorum

yeni bir koşuşun başlangıcında

biraz deprem sonrası

biraz şehir hülyası

bir kalp yangınından geriye kalan

siyah gözlerine beni de götürartık bu yerlere sığamıyorum

pembe uçurtmalar yollandığından beri

sarardı tiryaki menekşeleri

sonbaharın tozlu kafeslerinde

sevgi turnaları yakalıyorum

turnalar gidiyor; ben kalıyorum

avareyim, asûdeyim, yorgunum

 

bilmiyorum neden sana vurgunum

erzurum garında banklar üstünde

uyku tutmuyor karanlıkları

yitik düşlerimi kovalıyorum
gölgeler gidiyor; ben kalıyorum

binbir türlü kokuyorsa yaylalar
siyah gözlerine beni de götür

baharın koynundan koparıp sana

ipek bir mendile sardığım yüreğimle

şehzade gülleri gönderiyorum

umutlar kalıyor; ben gidiyorum

bütün yelkenlileri, deniz fenerlerini

kaptanları sorgulayan

yanından geçen küheylanların

korku tûfanına yakalandığı

siyah gözlerine beni de götür

güneş ülkesinden gelen yiğitler

benzeri olmayan bir dünya kursun

cellat, ayrılığın boynunu vursun

usul usul intizârı çürüten

bu hercai diken, bu çılgın arzu

sürüklüyor imkânsız muştuların
eşiğine gönül vâdilerini

bir ağaçtan düşen yapraklar gibi

düşüyorum tanyerine

ya topla yaralı kırlangıçları

ya da bu vefâsız şarkıyı bitir
özgürlüğe giden tutsaklar gibi

siyah gözlerine beni de götür

Nurullah Genç

Günün Fıkrası 

KARMAKARIŞIK

Öğretmen, Mahmut’a sordu:

-Dünya yuvarlak mıdır oğlum?

-Hayır öğretmenim.

-Peki düz müdür?

-Hayır öğretmenim

-O halde nasıldır?

-Babam karmakarışık olduğunu söylüyor.

Günün Sözleri

Akıllı adamlar söyleyecek sözleri olduğu için, aptallar illa konuşmak zorunda oldukları için konuşurlar.

Plato

İnsanın tüm evrende kesin olarak düzeltebileceği tek bir şey vardır: kendisi.

Aldous Huxley

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here