Havalar ve Havalar

0
57

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Havalar çok güzel! Limon ağaçlarım çiçek açtı, nar ağacımın minicik yaprakları tomurcuklanmaya başladı, gerçek anlamda kuru bir dal yumağına dönene nar ağacımın adım-adım yeniden yeşillenmesini hayretle izliyorum her sabah. İçim imil imil (imil imilde neymiş ya). Aslında şu güzel havalara resmen hastayım! Her gün güzel zaten canım İskenderun’da. Yani günlük güneşlik durumları ile güzel olunuyorsa gün?

Bendeniz yağmurcuyum ya benim için güzel hava  yağmur  ve kapalı havadır yani tabi hep benim için yağmur yağsın demiyorum ama  zaten her günümüz güneşli iken gün çok güzel diye de sevinemiyorum. Yani bir dahaki yaşamımda (varsayım tabi) Allah beni cezalandırmak için kutuplara ışınlamaz inşallah!

Ve sevgili okuyucularım gün güzelmiş  neyleyim  çocuklar ve kadınların hakları her an gasp ediliyor ağzıma alamayacağım iğrençlikleler hızla artıyorsa sevgili ülkemde günün güzelliği yağmur bile olsa hiç umurumda değil doğrusu. Okuldan çıkan öğrencileri izliyorum gördüklerim şaşırtıcı.  Parmak kadar çocuklar omuzlarında, altında ezildikleri bir çanta ile  zar zor yürümeğe çalışırken, bir de anneleri tarafından dikkat ettim bunu anneler daha çok yapıyor. Babalar çoğunlukla çocuğun çantasını taşıyor ve yaşıtıymış gibi onunla ciddi ciddi konuşarak sakin sakin ilerliyor. Ama anneler hep bir tarafa yetişmek zorundaymışlar gibi hem hızlı hızlı yanlarındaki arkadaşları ile konuşurken bir taraftan da çocukları arkalarından itip duruyorlar.

Yukardan onları izlerken düşünüyorum bendeniz için böyle itilmek tacize girer! Annesi bile olsa çocuğun böyle itilip kalkılması olacak şey değil! Ben yaparım başkası yapamaz demesin kimse, hiç kimsenin bunu bir çocuğa yapmaya hakkı yok. İlk önce siz çocuklarınıza saygı gösterin ve saygınızla koruyun, sonra başkasından bekleyin. “Neden bütün çocukların annesi değilim ki?” diye sordum dün kendime. Yüreğime dokunuyor çünkü bu garip davranışlar. Ve çocuk sahibi olabilmek için özel bir ehliyete sahip olmak gerekir diye düşünürüm her zaman şimdilerde daha çok düşünüyorum bunu doğrusu. Belki o zaman bunca hunharlık yaşanmazdı güzelim ülkemizde. Hadım gibi şeyler düşünülüyor tacizcilere. Bendeniz cezalarla uslananı görmediğim için her zaman ve ilk önce eğitim diyorum her zamanki gibi. Ama bu cezaya da karşı değilim kesinlikle belki azıcık caydırıcı olabilir!

Ve sevgili okuyucularım, havalar güzel herkes sahile doluşmuş bile çoluk çocuk kaldırımlarda sere serpe dolaşıyor. Sakın ola onları bir saniye bile gözden kaçırmayın. Korunmak ilk şart biliyorsunuz tabi ama nedense anımsatmak istedim ve şimdi sağlıkla, sevgiyle kalalım hep birlikte ayrımsız gayrım sız. Yase

& & & & &

Altın Renkli Boş Kutu

Bir süre önce bir arkadaşım, üç yaşındaki kızını, bir rulo altın renkli kaplama kâğıdını ziyan ettiği için cezalandırmıştı. Durumları iyi değildi ve kızının, kâğıtları ağacın altına koyacağı bir kutuyu süslemeye harcaması onu çok sinirlendirmişti. Buna rağmen küçük kız, ertesi sabah hediyeyi babasına getirdi ve “Bu senin için babacığım” dedi. Arkadaşım, gösterdiği tepki için kendini suçlu hissetti ama kutunun boş olduğunu görünce için için sinirlenmekten de kendini alamadı.

Kızına bağırdı: “Birine bir hediye verdiğin zaman içinin dolu olması gerektiğini bilmiyor musun?”

Küçük kız babasına yaşlı gözlerle baktı ve şöyle dedi: “Ama babacığım, kutu boş değil ki. Ben kutunun içine öpücüklerimi üflemiştim. Hepsi senin için babacığım.”

Babanın içi paramparça olmuştu; kızını kucakladı ve onu affetmesi için yalvardı. Arkadaşım, bu altın renkli kutuyu yatağının başucunda yıllarca sakladığını anlattı bana. Ne zaman cesaretini kaybetse, kutunun içinden hayali bir öpücük çıkarıyor ve onu oraya koyan çocuğunun sevgisini hatırlıyordu.

Gerçek anlamda bakmak gerekirse, hepimiz, arkadaşlarımız ve ailelerimiz tarafından bize sunulan, karşılıksız sevgi ve öpücüklerle dolu altın renkli kutulara sahibiz. Dünyada sahip olabileceğimiz daha değerli bir şey olamaz. Hayata iyi bakın…

& & & & &

Üç Heykel

İki komşu ülkenin hükümdarları birbirleriyle savaşmazlar ama her fırsatta birbirlerini rahatsız ederlerdi. Doğum günleri, bayramlar da ilginç armağanlar göndererek karşıdakine zekâ gösterisi yapma fırsatlarıydı.

Hükümdarlardan biri, günün birinde ülkesinin en önemli heykeltıraşını huzuruna çağırdı. İstediği, birer karış yüksekliğinde, altından, birbirinin tıpatıp aynısı üç insan heykeli yapmasıydı. Aralarında bir fark olacak ama bu farkı sadece ikisi bilecekti. Heykeller hazırlandı ve doğum gününde komşu ülke hükümdarına gönderildi. Heykellerin yanına bir de mektup konmuştu.

Şöyle diyordu heykelleri yaptıran hükümdar: “Doğum gününü bu üç altın heykelle kutluyorum. Bu üç heykel birbirinin tıpatıp aynısı gibi görünebilir. Ama içlerinden biri diğer ikisinden çok daha değerlidir. O heykeli bulunca bana haber ver.”

Hediyeyi alan hükümdar önce heykelleri tarttırdı. Üç altın heykel grama kadar eşitti. Ülkesinde sanattan anlayan ne kadar insan varsa çağırttı. Hepsi de heykelleri büyük bir dikkatle incelediler ama aralarında bir fark göremediler.

Günler geçti. Bütün ülke hükümdarın sıkıntısını duymuştu ve kimse çözüm bulamıyordu. Sonunda, hükümdarın fazla isyankâr olduğu için zindana attırdığı bir genç haber gönderdi İyi okumuş, akıllı ve zeki olan bu genç, hükümdarın bazı isteklerine karşı çıktığı için zindana atılmıştı.

Başka çaresi olmayan hükümdar bu genci çağırttı. Genç önce heykelleri sıkı sıkıya inceledi, sonra çok ince bir tel getirilmesini istedi.

Teli birinci heykelciğin kulağından soktu, tel heykelin ağzından çıktı. İkinci heykele de aynı işlemi yaptı. Tel bu kez diğer kulaktan çıktı. Üçüncü heykelde tel kulaktan girdi ama bir yerden dışarı çıkmadı. Ancak telin sığabileceği bir kanal kalp hizasına kadar iniyor, oradan öteye gitmiyordu.

Hükümdar heykelleri gönderen komşu hükümdara cevabı yazdı: “Kulağından gireni ağzından çıkartan insan makbul değildir. Bir kulağından giren diğer kulağından çıkıyorsa, o insan da makbul değildir. En değerli insan, kulağından gireni yüreğine gömen insandır.”

Günün Şiiri

Bu Zindan, Bu Kırgın, Bu Can Pazarı

Gördüler

Yedi cihan,

İn, cin, Kaf dağının ardındakiler,

Kıtlık da kıran da olsa

Gördüler analar neler doğurur

Aman aman hey…

 

Dünyalar vardır elvan,

Bir su damlasında, bir kıl ucunda,

Meyvalar vardır, meyvalar,

Ağacı, omcası yok,

Sana vurgun, sana dost.

Beride Kabil’in murdar baltası

Ve kan değirmenleri,

Kader kahpesi.

Beride borazancıları o puşt ölümün,

Hazır ırzını vermeğe

Yiğitler vuruldukça.

Timsah kısmı çünkü yavrusunu yer

Akarsu duruldukça.

Cadı, yalan hamurunu dağ – dağ yoğurur

Aman aman hey

 

Bu zindan, bu kırgın, bu can pazarı,

Macera değil.

Yaşamak, sade “yaşamak”

Yosun, solucan harcıdır.

Öyle açar ki murat.

Susuz, güneşsiz de kalsa, koparılsa da

Şavkı, bulut güllerinden daha bir suna,

Daha bir burcu – burcudur.

 

Bu zindan, bu kırgın, bu can pazarı

Macera değil

Sardığım toprağımın altın sabrıdır.

O sert, erkek hüznüdür lahza başında

Cıgara değil.

Ve sevgilim uykusunda bağrır

Aman aman hey…

 

Meltemin bir tadı, ustura ağzı

Biri, kız memesi, tılsım,

Yağmurun bir damlası süzülmüş küfür,

Bir damlası, aşk.

Senin uykuların hayın,

Düşlerin kardeş.

Duyar mısın, anlayıp sızlar mısın ki?

Gece, samanyollarında rüzgar çıkıncayadek,

Mısralarım kardeş – kardeş çağırır

Aman Aman hey…

 

Serabın bir sonu vardır,

Ufkun, sıradağın sonu.

Uçarın, kaçarın bir sonu vardır

Senin sonun yok.

Mandaların, kavakların pazarı olur,

Senin pazarın olamaz.

Sensiz nar çatlamaz, bebek gııı demez.

Beni böyle şair, divane etmez,

Kızımın çatal göğsü.

Senin yüzün suyu hürmetinedir

Buğdaylara, cevizlere yürüyen

Kara toprağın ak südü…

 

Bir bilsen kimlere tasa, kedersin,

Anlar mısın, şaşırıp ağlar mısın ki?

Bir bilsen kardeşlerim ne can çocuklar

Ve bilsen nasıl vurur beni bu duvar.

Akşam – akşam, kara sevdam ağırır

Aman, aman hey…

Ahmed ARİF

Günün Fıkrası

Nasreddin Böyle Atar

Kasabanın eşrafı ok atmaya giderken Nasreddin Hoca’yı da yanlarına almışlar. Sırasıyla herkes hedefe ok atmış. Kimi isabet ettirmiş, kimi ettirememiş. Sıra Hoca’ya gelince; “Haydi Hoca seni de görelim” demişler.

Hoca fırlatmış, ok hedefin çok uzağına düşmüş. “İşte” demiş Hoca, “Sekban başı böyle atar.”

İkinci ok da hedefi vurmamış. Hoca bu kez de: “Bizim Subaşı da böyle atar” demiş.

Üçüncü ok hedefe tam isabet edince göğsünü kabartıp arkadaşlarına dönüp eklemiş: “İşte Nasreddin de böyle atar.”

Günün Sözü

Şanssızlığa katlanabiliriz, çünkü dışarıdan gelir ve tümüyle rastlantısaldır. Oysa yaşamda bizi asıl yaralayan, yaptığımız hatalara hayıflanmaktır.

Oscar Wilde

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here