Gülümseme Gününde Gülümseyebilmek…

0
84

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Yine belimizi kırdı  şehit haberleri…  ABD’de konserde  yiten canlar, katliam gibi trafik kazaları, yine onlarca ölü ve yaralı, çocuklara, hayvanlara, kadınlara yapılan tacizler ve  tecavüzler. Her yer  yine feryat figan ve bizler bugün gülümseme günü, bugün  hayvanları koruma günü, bugün bilmem ne günü diye diye yaşayıp gidiyoruz… Kimi kandırıyoruz ya gülümseyecek halimiz mi kaldı? Ateş düştüğü yeri yakıyor, bunu artık herkes biliyor. Ağlarsa analar, bacılar, eşler, çocuklar ağlıyor gerisi havanda su dövüyor.

Ve “Dünya sen ne biçim şeysin” diyoruz. Nasıl bir adaletin var? Bir tarafta savaş, yangın, feryat, figan, bütün evler yangın  yeri ama senin kabahatin değil bu, sen güzelsin, sen adilsin, sen eşitlikçisin… Ne yağmur soruyor “sen kimsin” diye yağarken, ne de güneş “ben yalnız burayı aydınlatacağım” diyor. En iyisi hiç yorum yapmadan kendi acımızla baş başa daha neler göreceğiz diye düşünmeden yaşamaya çalışalım. Başsağlığı, sabır dilekleri artık kimseye faydalı olmuyor ne yazık ki? Dilerim hiçbir şeyden habersiz yaşayanlar hiç bu acılardan nasibini almasın. Hep böyle umarsız, hep böyle kalsın. Şimdi sağlık ve sevgiyle kalalım sevgili okuyucularım hep birlikte ayrımsız gayrımsız. Ama gülümseyebiliyorsanız gülümseyin yine de belki birisi gülümsemenize aşık olabilir ve gülümsemeniz bulaşıcı olabilir! Yase

& & & & &

Yaşam Nedir?

Gökyüzünde dünyayı yaşarken sonsuz özgürlüğümle birlikte, yaşamı arıyordum ne olduğunu bilemeden… Bir su damlasıydım, güneşin ışıklarında renklerle oynayan, karanlıklarda yıldızlarla konuşan… Mutluydum rüzgarla birlikte maviliğe savrulurken, mutluydum kuşlarla kanat çırparken, mutluydum gökkuşağı olup renkleri saçarken…

Takılmışken bir bulutun peşine, görürdüm yaşayanları yeryüzünde… Hepsi zamanla koşar gibi, hep bir şeylerin peşinde… Bazen bir kuşun kanadına karışır, uçardım onunla, rüzgâra karşı çığlıklarla birlikte.

Yaşamı sorardım kuşlara, nedir diye? Özgürlük derlerdi bana… Göklerde özgürce kanat çırpabilmek, rüzgâra baş kaldırmak. Ama yağmur yağdığında özgürlükleri elinden alınır, ağırlaşan kanatları daha fazla çırpınamazdı damlalar karşısında… Sığınırken bir kaya kovuğuna, özgürlüklerini teslim ederlerdi yağmura, sessizce…

Karıştım bir gün yağmur damlalarının arasına, gücü hissedebilmek için…Toprağa karışmak istedim, çoğalmak istedim, azgın bir nehir olup akmak istedim, deniz olmak istedim, yaşamı bulmak istedim, yaşam olmak istedim… Terk ettim gökyüzünü güneşe veda edemeden… Altımda gittikçe büyüyen yeryüzü beni kendine doğru hızla çekerken daha da büyüdüm, çoğaldım. Koşmaya başladım bir an önce toprağa kavuşabilmek için. Yaşamı hissedebilmek için… Yaşam olabilmek için…

Toprağa ilk dokunuş, ilk sarılış… Sıcaktı toprak, gökyüzünün olamadığı kadar… Beni sarmaladı şefkatle, beni içine aldı sevgiyle… Sevdim onu… Seviyorum dedim yaşamayı seninle birlikte… Toprağın derinliklerinde, karanlık sıcaklıklarda güveni hissettim… Zaman geçtikçe büyüdüm, çoğaldım… Yerimde duramaz hale geldim…

Güneşi özledim… Yıldızlara merhaba demek istedim… Terk ettim toprağı. Sıcaklığını, şefkatini. Bir sabah çiçekler açarken gökyüzünü gördüm yeniden… Öylesine mavi, öylesine sınırsız, öylesine özgür…

Aktım, gittikçe büyüyerek… Beni sarmalayan toprağa dokunarak aktım… Nereye gittiğimi bilemeden… Sadece yaşamı öğrenebilmek için aktım… Benimle çiçekler açtı ağaçlarda, topraktan otlar fışkırdı delicesine… Ben onlara yaşamı sunarken, cevap veremediler bana yaşam nedir diye sorduğumda… Büyümek istedim… Daha hızlı akmak, denize kavuşmak istedim… Aktım gökyüzünün görünmediği ıssız ormanların arasından, yıllardır kımıldamaktan korkan taşları peşimde sürükleyerek, başkaldırırcasına… Başakların rüzgârla dans ettiği ovalara geldiğimde duruldum… Onları seyredebilmek için yavaşladım… Sordum uçuşan kelebeklere yaşamı… Rüzgarla dans mı diye?.. Cevap vermediler bana… Denizi aradım uzaklarda, görebilmek için köpürdüm, taştım ona bir önce dokunabilmek için.

Sonra bir sabah, daha güneş ışıklarını serpmeye başlamamışken dünyaya, uzaklarda maviliği gördüm… Gördüm orada canlılığı, başkaldırmışlığı, hasreti… Kavuşmak istedim bir an önce, sarılmak istedim… Koynuna girmek istedim bir sevgili gibi… Sevişmek istedim onunla… Yaşamı istedim ondan… Dokunduğumda denize, balıklar kaçtı benden, suyum karıştı denize… Bir oldum onunla…

Ufacık bir damlaydım, bulut oldum, toprak oldum, deniz oldum, okyanus oldum. Kapladım dünyayı canlılığımla. Dalgalarla oynarken derinliklere karıştım… Derinliğin sessizliğinde güzellikleri buldum… Yaşam gizlenmiş güzellikler midir diye sordum denize? Cevap alamadım… İnsan olmak istedim… Yaşamın ne olduğunu öğrenirim diye… Döl oldum genç bir erkeğin ateşli vücudunda…

Yıldızlı bir gecede can oldum bir dişiyle… Büyümeye başladım içinde olduğum insana fark ettirmeden… Büyüdüm, büyüdüm…

Aynı toprak gibi sıcak ve karanlık bu yer bana güven verdi, huzur verdi… Zaman geçtikçe, yerime sığamaz hale geldim… Güneşe sarılmak istedim… Yıldızları görmek, denizle konuşmak istedim…

Yaşamı insanlara sormak istedim… Işıkla tekrar kavuştuğumda özgürlüğümü hissettim yeniden… Küçük bir su damlasıyken gezdiğim gökyüzünü yeniden görebilmek mutluluk verdi…

Büyüdüm zamanla… Diğer insanlarla birlikte, zamanla birlikte…

& & & & &

Bir adam bir düş gördü ve uyandığında yorumcuya giderek düşünü kendisi için yorumlamasını istedi. Yorumcu adama dedi ki, “Bana uyanıkken gördüğün düşlerle gel ki anlamlarını söyleyebileyim. Ama uykunun düşleri ne benim bilgeliğime aittir ne de senin imgelemine”

& & & & &

Bir elmanın yüreğinde gizlenen tohum görülmez bir elma bahçesidir. Ama bu tohum bir kayaya rast gelirse ondan hiçbir şey çıkmaz.

& & & & &

Ben Onun Kim Olduğunu Biliyorum

Yaşlı bir adama sokakta yürürken araba çarpmış ve yaşlı amca hafif yaralanmış. Etraftakiler hastaneye götürmüşler. Hemşireler, röntgen çekerek her hangi bir kırık veya çatlak olup olmadığını inceleyeceklerini söylemişler. Yaşlı adam huzursuzlanmış; “acelesi olduğunu, röntgen istemediğini” söylemiş. Hemşireler merakla acelesinin nedenini sormuşlar. “Eşim huzur evinde kalıyor. Her sabah birlikte kahvaltı etmeye giderim, gecikmek istemiyorum” demiş.

Hemşire “Eşinize haber iletir gecikeceğinizi söyleriz” deyince, Yaşlı adam üzgün bir ifade ile: “Ne yazık ki karım Alzheimer hastası hiç bir şey anlamıyor,hatta benim kim olduğumu dahi bilmiyor” demiş.

Hemşireler hayretle: “Madem sizin kim olduğunuzu bilmiyor neden her gün onunla kahvaltı yapmak için koşuşturuyorsunuz?” diye sormuşlar.

Adam cevaplamış: “Ama ben onun kim olduğunu biliyorum..”

Günün Şiiri

Solgun Bir Gül Dokununca

Çoklarından düşüyor da bunca

Görmüyor gelip geçenler

Eğilip alıyorum

Solgun bir gül oluyor dokununca.

 

Ya büyük şehirlerin birinde

Geziniyor kalabalık duraklarda

Ya yurdun uzak bir yerinde

Kahve, otel köşesinde

Nereye gitse bu akşam vakti

Ellerini ceplerine sokuyor

Sigaralar, kâğıtlar

Arasından kayıyor usulca

Eğilip alıyorum, kimse olmuyor

Solgun bir gül oluyor dokununca.

 

Ya da yalnız bir kızın

Sildiği dudak boyasında

Eşiğinde yine yorgun gecenin

Başını yastıklara koyunca.

 

Kimi de gün ortası yanıma sokuluyor

En çok güz ayları ve yağmur yağınca

Alçalır ya bir bulut, o hüzün bulutunda.

Uzanıp alıyorum kimse olmuyor

Solgun bir gül oluyor dokununca.

 

Ellerde, dudaklarda, ıssız yazılarda

Akşamlara gerili ağlara takılıyor

Yaralı hayvanlar gibi soluyor

Bunalıyor, kaçıp gitmek istiyor

Yollar, ya da anılar boyunca.

 

Alıp alıp geliyorum, uyumuyor bütün gece

Kımıldıyor karanlıkta ne zaman dokunsam

Solgun bir gül oluyor dokununca.

Behçet NECATİGİL

Günün Fıkrası

Bir otobüs dolusu politikacı seçim kampanyası için Texas’ta dolaşıyorlarmış. Otobüs büyük bir çiftliğin yanından geçerken, otobüs şoförün dalgınlığı yüzünden derin bir şarampole uçmuş. Çiftçi koşarak gelmiş, gece kurda kusa yem olmasınlar diye cesetleri gömmeye başlamış. Ertesi sabah, Şerif soruşturma için çiftliğe gelmiş. Çiftçiye sormuş: “Otobüsteki bütün politikacıları gömdün demek… Hepsi de ölüydü, eminsin değil mi?”

Çiftçi cevap vermiş: “Bazıları yaşadıklarını iddia ettiler ama politikacıları bilirsiniz….Nasıl yalan söylerler!!”

& & & & &

Temel Almanya’da işçi olarak çalışmaktadır. Bir gün memleketi olan Trabzon’a dönüş için uçağa biner. Ancak kendisine ayrılan numaralı koltuk yerine en ön kısımda rasgele bir koltuğa oturuverir. Uçak görevlileri tüm çabalarına rağmen Temel’i kaldırmayı başaramazlar, bunun üzerine uçakta bulunan bir şahıs Temel’e yaklaşarak kulağına bir şeyler fısıldamaya başlar. Ardından Temel bütün hızıyla ayağa kalkıp, uçağın en arka kısmına doğru koşmaya başlar, bu durumu merak eden görevliler o şahısa Temel’e neler söylediğini merak edip o kişiye Temel’in bu ani hareketinin sebebi sorulmuş, o kişi; Temel’e sadece uçağın arka kısmının Trabzon’a gittiğini söylediğini belirtmiştir.

Günün Sözü

Yalan Zekâ İşidir, Dürüstlük İse Cesaret. Eğer Zekân Yetmiyorsa Yalan Söylemeye, Cesaretini Kullanıp Dürüst Olmayı Dene.

Victor HUGO

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here