Dünya Tiyatrolar Gününü Kutlamak

0
757

Uluslararası Tiyatro Enstitüsü 1948 yılında kuruluyor.. Bu enstitü 1961 yılında aldığı bir kararla 27 Mart gününü Dünya Tiyatrolar Günü olarak kabul ediyor.. Günün tarihi buradan geliyor.. Ya; “İnsanı, insanlara, insanlarla anlatma sanatı” olarak tanımlanan tiyatronun tarihi?

İsmet Z. Eyupoğlu, “Tarihin İlkeleri” adlı kitabında,“Evrende bilinç verilerine dayanarak, bilincin ışığında kendini kanıtlayan tek varlık insandır” diyor..

İyi de, peki; “İlke mi tarihi yapıyor yoksa tarih mi ilkeyi yazıyor?” Diyalektik düşünme ilkelerini tarihe yazan Marks, şöyle yanıtlıyor: “İnsanları, kendi dramlarının hem yazarları ve hem oyuncuları olarak sunduğunuzda ilkeyi de tarihi de açıklamış olursunuz!”

Antropologlar, tarihin gününü avcı toplumlara kadar götürüyor.. Bir av dönüşü kuruluyor ilk tiyatro sahnesi.. Kahramanlıklarını canlandırıyor insanlar.. Tiyatro tarihinin ilkesi oluyor insanlar önünde insanı anlatmak.. Günümüzden 2500 yıl öncesinde Grekçe yazılıyor ilk tiyatro metinleri.. Okunması için değil oynanması için elbette.. Metinlerde ifade edilen duygular, oyuncuların yüzlerine taktıkları maskelerle belirtiliyor.. Buradan geliyor tiyatronun simgesi olan gülen ve ağlayan maskelerin tarihi de.. Şimdilerde makyajla yapılıyor maskeler..

Kendi dramlarımızın hem yazarları ve hem oyuncuları kabulünden hareketle soralım: Kaç perdelik bir tiyatro eseri hayatımız? Vahyi habercilerden öğrendiğimize göre, Adem ve eşinin yaşadığı büyük bir trajedi sonrasında yer almışız dünya sahnesinde! Yüksek bir sahnede barış içinde yaşarken, Tanrısal nedenli yasaya karşı, (gerçekte yol kesici bir şaki olmasına rağmen sanki insanın dostuymuş gibi yaparak ‘rol kesen’ cahile aldanarak) epik bir tavır almış, kendi eylemimiz sonrası komik bir duruma düşmüş ve fakat trajik bir olay yaşamışız! Sonrası dramatik bir hayat.. Nerede? Dünya denilen (ki Arapça anlamı içerisinde aşağıya düşürülme, sefillik de bulunan)  alçak sahnede!

Bu paragraf, dünya denilen alçak sahnede oynamakta olduğumuz, tek perdelik bir tiyatro olan hayatımızda rol kesenleri tanımamıza yardımcı olur mu? Mesela, gerçekte yol kesici bir şaki olmasına rağmen, egemen olduğu medyalar aracılığıyla “trajikomik değerler tüketimi tiyatrosunda” sanki insanlığın dostuymuş gibi yaparak rol kesen “kapitalist” sistem!

Henrik Ibsen, 1882’de yazdığı, bir yıl sonrasında sahnelenen “Bir Halk Düşmanı” adlı tiyatro eserinde düşürüyor maskesini kapitalist sistemin.. “Sanayi devrimini büyük ölçüde tamamlamış Avrupa’da,  sanayicilerin ve tüccarların gelirlerindeki olağanüstü büyümenin yanı sıra, geniş emekçi kesimlerin olağanüstü sefalet ve yoksulluğunun toplumsal yaşamda var ettiği çelişmeleri” trajik bir şekilde seriyor gözlerimizin önüne.. Özetle konusu: “Dr. Stockmann kaplıcalarıyla ünlü bir kasabanın suyunun mikroplu olduğunu bulguluyor. Kaplıcalardan çıkar sağlayan güçlere karşı halkın sağlığı için mücadele ediyor. Ve fakat doktor halk düşmanı ilan ediliyor!”

Samuel Bechett, 1948 yılında yazıyor insanlığın dünya sahnesinde yaşadığı trajedilerden en çarpıcısını.. İlk kez 1953’te sahnelenen “Godot’yu Beklerken” adlı” eserinde beklenen ve fakat asla gelmeyen bir beklentiyi anlatıyor.. Özetle konusu; “İki kişi boş bir sahne üzerinde tek bir ağaçla temsil edilen dünyadaki var oluşlarını, belirsiz bir biçimde birini bekliyor olabileceklerine yorarlar.. Çünkü insan akılsal bir varlık olduğu için, herhangi bir durum içine atılmış olmasının tümüyle anlamsız olduğunu ya da olabileceğini düşünemez.. Fakat Godot olarak adlandırılan beklenen kişinin böyle bir buluşma için söz verdiğine veya gerçekte var olduğuna ilişkin hiçbir somut kanıt da yoktur.” Perde iniyor, bekleme bitiyor! Neydi beklenen ve fakat gelmeyen? Şöyle yorumlanıyor: “Negatif Teolog: Tanrı’dır. Hümanist: Umuttur, sevgidir. Nihilist: Hayatın anlamsızlığı, eylemlerin boşunalığıdır! Toplumcu: İnsanca yaşanılası bir toplum düzenidir.” Godot’yu beklerken sahneye inen perde, gözlerimizdeki perdeyi çekip alıyor.. Beklediğimiz ve fakat gelmeyen tüm beklentilerimizdeki oynadığımız rolün maskesi düşüyor yüzümüzden.. Mecazlı dalgalanmalarla gerçeğin sahillerine vuruyor düşüncelerimiz..

Necip Fazıl, beklentilerde oynadığımız rolün makyajını, “Sana manevi kapı kapalı, sen maddi bir kapının yüzüne çarpılmasını bekliyorsun!” repliğiyle, Bechett’en on yıl öncesinde 1937 yılında yazdığı ve aynı yıl Muhsin Ertuğrul’un sahnelediği “Bir Adam Yaratmak” adlı eserinde silip atıyor aslında.. Hayatımızın bir tiyatro olduğunu hatırlatıyor söz konusu eserinde.. “Çerçeveyi bırak, resme bak!” diyor mesela bir suflesinde.. “Körlüğü zedeledim! Kendimin dışına çıkmak isterken kendime rast geldim!” diyor bir diğerinde..

Dünya tiyatro sahnesinde trajedisiz günler dileğiyle..

Selam ve saygılar… ozdemirgurcan23@gmail.com

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here