Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? İskenderun’da her tarafta hala toz duman, yollar yaralı bereli ve çamurlu. Aldığımız haberlere göre… Gazipaşa’da geçen yaz aynen böyleydi. Toz dumandan bunalmıştık ve acayip bir sıcak vardı. Ama bu yıl inanılır gibi değil havalar serin, yollar temiz, etraf dingin kuşlar bile bir başka ötüyor bu yıl sanki.
Ancak deniz gece gündüz huzursuz bir aslan gibi homurdanıp duruyor ve içine kimseyi kabul etmiyor, yüksek dalgaları sayesinde. Zaten kimsenin de umurunda değil kusura bakmasın zaten orucuz zaten girmeyeceğiz ne kadar kızarsa kızsın hiç dert değil. Havalar serin ve gece rahat uyuyabiliyoruz ya pırıl, pırıl yıldızlarla donanmış karanlık gökyüzünün altında. Neyse nispet yapıyor gibi olmasın, temiz bir hava, bol doğal gıda ve yalın doğa ile baş başa yaşıyor olmak çok güzel oluyor doğrusu. Herkese diliyorum bu güzelliği. Ve sevgili okuyucularım sağlık, sevgi, birlik, beraberlik içinde kalmak dileği ile diyorum yarın buluşmak üzere. Yase
& & & & &
Ve Bir Ramazan Öyküsü
Devrin birinde padişahın biri Ramazan ayı geldiği vakit, ikindiden sonra akşama kadar davulcuların şenlik yapmalarını ve çalgılar çalmalarını emrederdi. Bununla hem günün tez geçmesini ve hem de açlığın tesirini anlamamasını sağlamak, isterdi. Çünkü oruç ekseriye ikindiden sonra insana şiddetle tesir eder. İşte yine bir Ramazan ayında padişah oruçtan fazla incinmemek için bu şekilde emretmişti. Bir gün böyle vaziyette iken oradan bir kamil Şeyh geçer. Bakar ki çalgılar çalmıyor, davullar vuruluyor, adeta kıyamet kopuyor. Kendi kendine şu kötülüğü kaldırmalıyım ve bu padişahı bu gafletten uyarmalım. Çünkü bu an iftar anıdır. Rahmet ve mağfiretin coştuğu bir zamandır. Bu zamanda bu çeşit hareketler Müslümanlara gerekmez der.
Padişahın sarayına gider, çalgıları susturmak ve neşelerine son vermek ister. Padişah da onu o anda saraydan seyreder. Padişah ihtiyarın yakalanmasını emreder, adamı huzuruna çağırtır ve kendisine şöyle sorar: “Şu münasip olmayan işi niçin işledin?”
İhtiyar: “-Bu iş kötü bir iştir. Biz kötü işleri kaldırmakla memuruz” der.
Padişah: “-Benden korkmadın mı?”
İhtiyar; “-Senden bana gelecek olan şeye sabrederim. Nitekim Allah Teala Kur’an’da “sana gelen şeye sabret” buyurdu. Ben senden asla korkmam. Çünkü sen kulumun kulusun.”
Padişahın etrafındakiler: “-Bu adam aklını kaybetmiştir.”
İhtiyar: “-Hayır, ben aklımı kaybetmedim. Bilakis, hakikatte o, kölemin kölesidir. Sen kölemin kölesisin. Çünkü insanlar iki kısımdır: Birincisi; nefsi mağlup, kendisi galip alandır ve nefsini istediği tarafa çevirebilir. İkincisi ise: Nefsi kendisine galip ve üzerine amir kimsedir. Ey padişah! Şimdi düşün, sen bunların hangisindensin?”
Padişah: “-İkincisiyim” der.
İhtiyar: “-Nefis kulumdur, sen de nefsin kulusun. Yani sen kulumun kulu oldun” der.
İhtiyarın bu sözleri üzerine padişah son derece müteessir olarak derhal tevbe edip pişman olur. İhtiyara da birtakım ikramlarda bulunur.
& & & & &
Aynadaki Aksimiz
O yıl New York’ta kış, Nisan’ın sonuna kadar uzamıştı. Kör olduğum ve yalnız yaşadığım için çoğunlukla evde kalmayı yeğledim.
Sonunda bir gün soğuk hava gitti, bahar kendini gösterdi. Hava coşkulu bir kokuyla dolmuştu. Arka bahçeye bakan pencerenin önünde küçük, neşeli bir kuş devamlı cıvıldıyor, sanki beni dışarıya çağırıyordu.
Nisan ayının değişken havasını bildiğimden kışlık mantoma sarıldım. Fakat havanın ılıklığını içimde hissedince, yün kaskolumu, şapka ve eldivenlerimi bıraktım. Üç çatallı bastonumu alıp neşeyle sundurmaya çıktım ve kaldırımın yolunu tuttum.
Yüzümü güneşe doğru kaldırıp, onu selamlayan bir gülümseme sundum. Sessiz çıkmaz sokağımızda yürürken kapı komşum ´Merhaba´ diyerek seslendi ve gideceğim yere götürmeyi teklif etti: “Hayır, teşekkür ederim. Şu bacaklar bütün kış dinlendi. Eklemlerimin harekete ihtiyacı var. Bu yüzden yürüyeceğim” diye cevap verdim.
Köşeye vardığımda alışkanlıkla durdum. Birinin gelip yeşil ışık yandığında beni karşıya geçirmesini bekledim. Nedense bu sefer, öncekilere göre daha uzun süre beklemiştim ve hâlâ hiç kimse teklifte bulunmamıştı.
Sabırla beklerken, eskiden hatırladığım bir melodiyi mırıldandım; çocukken öğrendiğim ‘Hoş geldin bahar…’ şarkısıydı.
Birden güçlü bir erkek sesi konuştu: “Sesinizden çok neşeli bir insan olduğunuzu hissettim. Sizinle caddeyi birlikte geçme şerefini bağışlar mısınız bana?”
Kibarlıkla iltifat görünce gülerek başımı salladım ve duyulabilir bir sesle “Evet” dedim.
Kibarca koluma girdi ve birlikte kaldırımdan yola indik. Yavaşça yolun karşısına geçerken, konuşulabilecek en iyi konudan, havadan konuştuk.
Adımlarımızı birlikte atarken hangimiz rehber, hangimiz yardım alıyor, belli olmuyordu. Yolun karşısına varmamıza az kala ışığın değiştiğini anlatırcasına kornalar sabırsızca çalınmaya başladı. Kaldırıma çıkmak için birkaç çabuk adım daha attık.
Ona dönüp, bana eşlik ettiği için teşekkür etmek üzere ağzımı açmıştım ki, ben daha bir şey söylemeden o konuştu: “Bilmem farkında mısınız? Sizin gibi neşeli bir insanla karşıya geçmek benim gibi bir kör için ne kadar muhteşem bir şey…”
O bahar gününü hiç unutmayacağım. Bazen evrende kendimizi en yalnız hissettiğimizde, sıkıntımızı atlatmak ve farklılığımızı ve yalnızlığımızı hafifletmek için Tanrı bize, aynadaki aksimiz gibi bir ikiz gönderir.
Sevgiyi Bilmiyoruz
Bir keresinde bana çok yakin bir arkadaşım olmuştu! Bir yüzme havuzunun kenarında otururken avuçlarından birisini biraz su ile doldurdu ve bana uzatıp Şunu söyledi: “Elimde tuttuğum bu suyu görüyor musun? Bu “sevgi”yi sembolize ediyor.
Ben bunu söyle görüyorum: Elini özenle açık tutar ve suyun(yani sevginin) orada kalmasına izin verirsen, her zaman orada kalacak. Ancak, parmaklarını kapamaya kalkar ve sahip olmaya çalışırsan bulduğu ilk aralıktan akacak.
İnsanların sevgi ile karşılaştıklarında yaptıkları en büyük hata bu! Buna sahip olmaya çalışırlar, talep ederler, beklerler! Ve aynen elinizi kapadığınızda elinizden dökülen su gibi sevgi, aşk da sizden kaçar. Çünkü sevgi özgür olmalıdır, onun doğasını değiştiremezsiniz. Eğer sevdiğiniz insanlar varsa, onların özgür birer varlık olmalarına izin verin. Verin ama beklentiye girmeyin. Tavsiyede bulunun ama emretmeyin. Verir misin deyin ama hiç bir zaman talep etmeyin. Kulağa kolay gelebilir ama bu, gerçekten anlayabilmek için bir ömür isteyebilecek bir derstir. Bu, gerçek sevginin sırrıdır. Gerçekten öğrenmek için sevdiklerinizden içtenlikle bir şey beklememeli ama onlara koşulsuzca özen göstermelisiniz.”
Hayat aldığımız nefes sayısı ile değil, nefesimizi kesen anlarla ölçülür!
Yaşayın!
Swami Vivekananda (Çeviri: Lale Kulahlı)
Günün Şiiri
Eski Bakır
Bir çığlığın içinde yakalıyorum seni
kaç kez İstanbulsu,
parıldayan, ısıtan, yakan bir alev gibi.
Üstünde uzun, pis, yalnız sokakların yağmuru…
Odaların, merhabaların, gülücüklerin sıkıntısı
tramvayların, vapurların sıkıntısı
yitmiş aşkların, yitecek aşkların
aynı vazoların, aynı öğütlerin, aynı yasakların sıkıntısı.
Yakalıyorum, öpüyorum, avutuyorum.
Karanlık etini kemiriyor,
vaktimiz kısa,
düşlerimizi kolluyorlar durmadan
durmadan kovuşturuyorlar.
Mendilimi ıslatıp alnına koyduğum
suyundan içtiğimiz hayat çeşmesi,
yalnız – geceler boyu uzanan kadını bakırlarda
durmadan horluyorlar.
Geyiğim, saklım benim.
bakma arkana, ne olur, aldırma,
onulmazlığımızdan büyük yapılar kurduk
horlandıkça aşkımız, derya.
Vaktimiz kısa,
karıncalara, rüzgârlara, sulara dokunmak
uyanan toprakları bilmek gerekiyor.
Ormanlar görmüş dolunayın tılsımını
ağlamayı utanmadan
dövüşmeyi bilmek
tırnaklarınla tutunmayı bilmek gerekiyor
aşağılandığımız, kollandığımızı bilmek gerekiyor.
Kapa tunç kapıları gece
Soğukta, kırgın, parasız milyon kişi.
Geyiğim, saklım benim,
ölüm dayanmadan kapıya
sev, öp, yitir beni.
Ahmet OKTAY
Günün Sözü
Sevdiğimiz zaman, aşk o kadar büyüktür ki, bir bütün olarak içimize sığmaz; sevdiğimiz insana doğru yayılır.
Marcel Proust