Dehşet Durumdayız

0
109

Günaydın sevgili okuyucularım, nasılsınız bu sabah? Geceden beri dehşet durumdayız. Ankara’daki korkunç patlama aklımızı  başımızdan aldı. Başka bir şey düşünemez duruma geldik. Ölü ve yarı sayısı onlarca… Ve yayın yasağı geldi her zamanki gibi. Bu sabahta (dün) 7 şehit haberi geldi Şırnak’tan. Şimdi dumura uğramış gibiyiz. Bu yüzden içimiz yana-yana başsağlığı diliyoruz ailelerine. Ve sabır hepimize…

Ve sağduyu. Vatan sağ olsun diyoruz. İçimizden geçenleri belki bir gün noktasız, virgülsüz, sular seller gibi yazacağımız günlerde gelecek. Şimdi sözün bittiği yerdeyiz, bininci defa.

Ve şimdi kısadan hisseler netten seçtiğim. Sağlık ve sevgiyle kalalım sevgili okuyucularım, kalabiliyorsak ve en önemlisi birlik ve beraberlikle. Sağduyu ile… Yase

& & & & &

İmâm Muhammed Bâkır rahimehullâh şöyle buyurdu: Babam İmam Zeynelâbidîn Hazretleri bana: “Beş sınıf insanla konuşma, arkadaş olma” diye nasihatte bulundu.

“Babacığım, canım sana fedâ olsun! Beş sınıf insan kimdir?” diye sordum. Buyurdular ki: “Fâsık (Allâhü Teâlâ’nın emirlerine  uymayan) kimse ile arkadaş olma. Çünkü o seni bir lokma yemeğe, belki de bundan daha az bir menfaate satar.” “Daha azı nedir?” diye sordum. “Daha azı, elde etmek için hırslı olup da elde edemediği şeydir.”

“Babacığım ikincisi kimdir?”

“Cimri ile arkadaş olma! Çünkü o, çok muhtaç olduğun bir zamanda, malını korumak için seninle alâkasını keser.”

“Üçüncüsü kimdir?”

“Yalancı ile arkadaş olma! Çünkü o serap gibidir; yakın olanı sana uzak gösterir.”

“Dördüncüsü kimdir?”

“Ahmak ile arkadaş olma! Çünkü o, sana faydalı olmak isterken zarar verir.”

“Babacığım beşincisi kimdir?”

“Sıla-ı rahmi terk eden, yakın akrabalarıyla münasebeti kesen kimse ile arkadaş olma! Çünkü Kur’ân-ı Kerim’de tam üç yerde böyle kimsenin mel’ûn olduğunu gördüm.” (Ravzurreyâhîn)

& & & & &

Çoban Çocuğu

Bir zamanlar her soruya insanı şaşırtacak cevaplar veren akıllı bir çoban çocuğu varmış. Şöhreti etrafa öyle yayılmış ki, kral da merak edip çocuğu saraya davet etmiş: “Sana üç soru soracağım.” demiş. “Birinci sorum şu: Dünyadaki bütün denizlerde kaç damla su vardır?” “Haşmetli kralım… Yeryüzündeki bütün ırmakların akışını durdurun bir süre… Ben sayarken yanlış olmasın. Sonra ben size denizlerde kaç damla su olduğunu söyleyeceğim…” Bu akıllıca cevaba hayret eden kral ikinci soruyu sormuş: “Gökyüzünde kaç yıldız vardır?” Çoban çocuğu: “Bana büyük bir tabaka kâğıt verin.” demiş. Kâğıt getirilince, üzerine sayılamayacak kadar nokta koymuş. Sonra kâğıdı krala uzatarak: “Bu kâğıdın üzerinde ne kadar nokta varsa gökyüzünde de o kadar yıldız vardır” demiş. Kral son soruyu sormuş: “Sonsuzluk nedir?” “Bizim köyde bir dağ vardır. Yüksekliği, genişliği, uzunluğu tam bir saat çeker. Oraya yüzyılda bir kuş gelir ve gagasını bir kayaya sürter. Bütün dağ yok oluncaya kadar, sonsuzluğun yalnız bir saniyesi geçmiş olur. Gerisini siz hesaplayın…”

Çocuğun zekâsına hayran kalan kral: “Sen bütün sorduklarıma bir bilgin gibi cevap verdin. Şimdiden sonra benim sarayımda oturacak ve öz oğlummuş gibi saygı göreceksin.” demiş.

& & & & &

Bizim Evimiz Pek Dar

Adamın biri gitmiş Hoca’ya “Yahu hocam bizim ev pek dar, sığamıyoruz bir türlü, ama büyük eve de paramız yetmiyor, ne yapayım?” diye sormuş.

Hoca bu abuk soru karşısında ne desin, kafasını karıştırmış biraz, düşünür gibi yapmış sonra da “Senin tavukların vardı değil mi?” diye sormuş.

Adam “Var” deyince “İyi o zaman, şimdi onları da eve al” demiş.

Aradan biraz zaman geçmiş, adam yine gelmiş hocanın karşısına “Hocam ev iyice daraldı, şimdi ne yapayım?” diye sormuş. Hoca da “Senin kazların da vardı, onları da eve al” diye akıl vermiş.

Bir süre sonra adam yine Hoca’nın kapısında. “Olmuyor be hocam, eve hiç sığamıyoruz şimdi” deyince “Merak etme, iki koyunun vardı diye biliyorum, onları da eve sok” demiş.

Adam hoca ne derse yapıyor. Aradan biraz daha zaman geçmiş. Adam çıkmış Hoca’nın karşısına yine “Sorun bitmiyor Hocam, bana başka akıl” demiş. Hoca da “Sen inekle öküzünü de eve bir sok bakalım” demiş adama.

Üç gün sonra adam yana yakıla Hoca’nın kapısına dayanmış. “Aman Hocam, ne desen olmuyor. Artık evin içinde yürüyemez, yatağımıza yatamaz olduk. Ne oldu senin akıllarına” diye serzenişte bulununca Hoca “Tamam, tamam” diye itelemiş adamı.

“Şimdi bu geceyi de geçir, yarın sabah erkenden tavukları da, kazları da, koyunları da inekle öküzü de çıkar evden.” Adam ertesi gün elinde bir tepsi baklava ile gelmiş Hoca’nın karşısına, “Ey Hocam” diye başlamış; “Sen büyük adamsın, sen ne büyük alimsin, sen büyük bilgesin. Meğer benim evim ne kadar ferahmış da haberim yok. Allah seni başımızdan eksik etmesin.”

& & & & &

Dilerim

Seni ayakta tutmaya yetecek kadar, Güzelliklerle dolu bir yasam sürmeni dilerim,

Aydınlık bir bakış açışına sahip olmana yetecek kadar güneş diliyorum.

Güneşi daha çok sevmene yetecek kadar yağmur diliyorum.

Ruhunu canlı tutmana yetecek kadar mutluluk diliyorum.

Yaşamdaki en küçük zevklerin daha büyükmüş gibi algılanmasına yetecek kadar acı diliyorum.

İsteklerini tatmin etmeye yetecek kadar kazanç diliyorum.

Sahip olduğun her şeyi takdir etmene yetecek kadar kayıp diliyorum.

Son elveda’yı  atlatmana yetecek kadar ‘Merhaba’ diliyorum.

Aborjin duası

Günün Şiiri

Ankara Ankara Güzel Ankara’dan

(sunu)

Ankara bir düşler kentidir. Kentin kendisi insanları düşler dünyasına taşıdığından

değil: İnsan Ankara’da düş kurmadan yaşayamaz da ondan. Ya yönetimle ilgili

bir düşünüz olmalı, ya mutlulukla ilgili; ya iyi insanlıkla ilgili bir düşünüz

olmalı, ya da iyi sanatçılıkla ilgili. Düşlersiz yaşanamaz Ankara’da: Çünkü

ufuklar sınırlıdır dağlarla, geniş bir ufuk düşünüz yoksa. Çünkü dereler sığdır

ve ‘denetim altındadır’, göğsümüzde yüreğimiz bir çağlayana kaynak

oluşturmuyorsa. Çünkü Kale terkedilmiş gözükür uzaktan, içimizde taht

kuran/hüküm süren, astığı astık/kestiği kestik ama sırasında kendini de kesen

bir yönetim yoksa. Çünkü ilişkiler köhnemiş, ‘memurin’ ve hesaplıdır,

yaptığınız herşeyi karşılıksız yapmıyorsanız. Onun için de Ankara bir düşler

yatağıdır, onun çorak bir ülke, tozlu bir kent, kısır bir yaşam ve çeşnisiz bir

toprak olduğu bir yana bırakılırsa.

İşte bu şiir bu düşleri anlatır. Ve aşk delileri, mal delileri, göz delileri,yorgan

yüzlüler, melekler, körler, sağırlar, dilsizler, sıkmabaşlar, açık bacaklar,

şaşılar, uygunadımlar, beyinseverler, topatanlar, ayran kanlılar, koltukçular,

yarım pabuçlar, zenneler,kırık boyunlular, boksör köpekleri, telli bardaklar,

yaylı sazlar, dost ölüleri ve diğerleri adına ve onlar için yazılmıştır.

II. Karanfiller ve İnsanın Huyu

Bakanlıklardayım. Elimde bir kırmızı karanfil.

Hiç aklımda yoktu, hatta romantik bulurdum

ama önünden geçerken çiçekçinin, beni al dedi

aldım ve yapraklarında kayboldum, küçülerek

küçülerek, çünkü karşımda duvarlarında hâlâ

o kurşun delikleri olan

(delikler 22 Şubat, 21 ve 27 Mayıs’ta açılmıştır)

1933 Alman mimarisini anımsatan

uzun kolonlu,yayvan, suskun ve kendini ağırdan satan

bir bina var. Yıl 1983. Ve ben dört yıl öncesini anlatıyorum.

Dört yıl öncesini anlatıyorum.

O zaman henüz kurşun delikleri beşinci kez sıvanmamış

köşedeki parka bir ağlayan kadın heykeli konmamış

ve yerler parke taşla kaplanmamıştı.

Öğle vakti ben

kendimi çiçeklerle avutuyorum:

Yeşil kurtarıyor bazen.

Üç dakika sonra o geliyor

topraktan bir gelincik fışkırıyor

siyahı kaşlarına, ah, kırmızısı esmer tenine benzeyen

ve ben o gelinciğin ellerini tutuyorum

yeni yıkanmış, ıslak, pembe

gözlerinden bacakarasına doğru inen su burda işte.

Kırmızıdır su senin bakışından

yeşil bir serinliktir Ankara’da

o çeşmedir Kale’de birdenbire karşınıza çıkan

çünkü kırmızıdır su benim aşkımdan.

Kim derdi ki dört yıl sonra bu şiiri yazarken

Nâzım’dan elalıp bu şiiri yazarken

bütün akarsular kurumuş olacak

(zaten Bentderesi’nin üstü çoktan kapanmıştır)

Abdi İpekçi öldürülecek, ismi bir parka verilecek

(Sıhhiye’dedir park, büyük bir gölü vardır)

yani akarsu yerine durgun ve yeşil su yeğlenerek

(zaten Cumhuriyet’te hep böyle yapılmıştır)

dahası

kim derdi ki yanımda sen olmayacaksın diye.

Hepsi bitti. Karşıda Millet Meclisi

hâlâ eldeğmemiş bahçesiyle duruyor.

Bâkir ve temiz. Yaşanmamışlığın temizliği.

Biraz da sevinçli Halkevleri binasını yıktırdığı

ve bahçesini dörtyüz metrekare daha genişlettiği

halkı içinden temelli attığı

ve kendisini millete verdiği için.

Hepsi bitti. Bir kumru gördüğümde

(Ankara’da ne kadar da arttı kumrular, bilemezsin

belki aşktan, belki ayrılıktan diyorlar)

işte ben bir kumru gördüğümde

haberini alıyorum bahçesindeki heykelin.

Biraz büyükmüş.

Biraz mağrur, biraz sade, biraz ezik, dururmuş öyle.

Bakanlıklardayım elimde kırmızı bir karanfille.

Hangi bakanlık mı, kuşkusuz gönlümün bakanlığı…

Ali CENGİZKAN

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here