Cumhuriyet ve Devrimler

0
71

Cumhuriyet çok zor şartlarda kuruldu. Rönesans ve reformun yansımalarından yararlanamamış; aydınlanma ile her iki sanayi devrimini yaşayamamış; genelde çiftçi ve asker olarak istihdam edilmiş Türk nüfus, iktisadi gerilik ile taassubun vicdan alanında yarattığı baskılar sonucu, büyük yeteneğine rağmen geri kalmış; toplum hayatından her alanda soyutlanan kadın nüfus, ekonomiye katkı sunamamıştır. Cumhuriyet, önce gurur verici askeri bir zafer üzerinden yükselen vatan sevgisi ile kadını, erkeği, yaşlısı genci ile toplumu yeniden harmanladı. Özgür irade ve bağımsızlık duygusu, etnik kökene bakılmaksızın yeni Cumhuriyeti kuran Anadolu halkını Türk kimliği altında birleştirdi. Laiklik ile inanç, ait olduğu yere yani vicdani alana iade edildi. Türk ulusu, dünya tarihinin öncesinde görmediği kısa sürede ardışık devrimleri başardı.

1924 ve 1930 yıllarında çok partili demokrasiye geçiş denemeleri yapıldıysa da, toplumun gerek teoride, gerekse pratikte hazır olmadığı ve emperyalizmin demokrasi maskesi altında etnik ve dini kışkırtmalarına açık olduğu anlaşıldı. Böylece, sürekli devrim uygulaması ve düşüncesi altında cumhuriyetin olgunlaşması tercih edildi. Cumhuriyet, İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar yüzünü batıya döndürerek, sırtını Asya jeopolitiğine yasladı. Hedeflenen sosyal, ekonomik ve hukuki statü Batı dünyasının bilimde, ekonomik/sosyal gelişmişlik, kültür ve hukuk güvencesindeki vatandaşlık haklarını esas aldı.

Kemalizm, söz konusu hedeflere varmayı 6 ok ile doktrinleştirirken, jeopolitik eksende Lozan ve doğuda sınırdaş Sovyetler ve İran; batıda Yunanistan ve Bulgaristan ve Romanya ile dostluk ve işbirliği temelinde yurtta sulh cihanda sulh değerlendirmesi şekillendirdi. 1925 yılında Sovyet Türk Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması; 1934 yılında Balkan Antantı, 1937 de Sadabat Paktı üzerinden Türkiye çevresinde savunma, güvenlik ve istikrara yönelik kuşak oluşturuldu. II. Dünya Savaşının çok yönlü baskılarına rağmen genç Cumhuriyet büyük yıkımın dışında kalabildi. Bu büyük bir başarıydı.

Ancak savaşın galibi Avrupa Atlantik sistemin, savaş sonrası yeni jeopolitik yapıda Sovyetler Birliğini güneyden kuşatan Türkiye’yi bağımsız bırakması mümkün olmadı. Zira Türkiye, Türk Boğazlarını ve Avrasya’yı kontrol eden muazzam bir coğrafyaya sahipti. İkinci Adam İnönü’nün oluru ile 7 Ocak 1946’da CHP’den kopan vekiller tarafından kurulan Demokrat Parti, muhafazakâr tutum ve liberal ekonomi tezi ile ortaya çıktı. En büyük gücü İslam dinini siyasi enstrümana dönüştürmesiydi. 1950 seçimlerini kazandı ve Meclis onayı olmadan katıldığımız Kore Savaşı sonrası, 1952’de Türkiye’yi sonuçları bugüne kadar katlanarak ağırlaşan NATO üyeliğine taşıdı. Kemalizm’den uzaklaşan Demokrasi, Cumhuriyete artık rakipti. Maalesef bu rekabet emperyalizmin ülkemizde sömüreceği en hassas alan olmuştu. Devlet cumhuriyeti; seçimler ve hükümetler demokrasiyi temsil ediyordu. Çoğu zaman devlet ve hükümet anlaşamıyordu.

Bu süreçte 1950’ler sonrası Türkiye’ye en büyük zarar Türk-Sovyet dostluğunun, Türk-Sovyet düşmanlığına dönüşmesi ile verildi. Avrasya’dan koparıldık. Tam bağımsız Mustafa Kemal Türkiye’si artık Atlantik sistemin kullanışlı enstrümanı olmuştu. Komünizm ile mücadele adı altında Kemalist ve devrimci damar kurutuldu. Büyük savaşta toprakları Sovyet işgali altında kalmış Finlandiya kadar olamamış, bağımsız ve bloksuz kalmayı, kurucu Ata’mıza sadık kalmayı becerememiştik. Akan yıllar içinde Atlantik sistemin kenar kuşağı, Amerikalı George Kennan’ın çevreleme stratejisinin en öncü ve istekli üyesi Türkiye oldu. Türkiye’de emperyalizm mevcut statüyü devam ettirebilmek için Mustafa Kemal’in ulusunu sağ, sol diye böldü. Görünüşte onu en çok sevenlerin ne teoride ne de pratikte ona sadık kalmadığı ortaya çıkmıştı. Demokrasiyi korumak için yapıldığı iddia edilen her darbeden sonra devlet ve halk, Kemalizm ve bağımsızlıktan uzaklaştırıldı. Kenar kuşağın Brzezinski İslamizasyonu 1979 sonrası Sovyetleri çevrelemeye hayat verirken, Türkiye’de demokrasiyi muhafazakarlaştırıyor ve Cumhuriyetin Kemalist kimyasını yerle bir ediyordu.

15 Temmuz FETÖ Darbe girişiminden sonra söz konusu paradigma iflas etti. Zira Atlantik sistemin çocuğu, İslami Fitne Örgütü FETÖ, kendi halkına ateş açmıştı. Devirmek istediği Hükümet de İslami değerleri üstün tutuyordu. Böylece demokrasinin dinle sınav süreci sona eriyordu. 15 Temmuz 2016 sonrası artık Türkiye’de Atlantik sistemin yarattığı sağ veya sol değil; “yurtsever misin değil misin?” sorusu öne çıkıyordu.

22 Ekim 2019 Soçi Anlaşması Cumhuriyetin 96. yılına bir hafta kala bu paradigmayı bir adım öne taşıdı. Atatürk Lenin döneminden 100 yıl sonra Türk jeopolitiği tekrar Asya çağına dönüyor. Kenar Kuşak ve İsrail güvenliğinin sağlanmasına yönelik Atlantik paradigması çöküyor. Soçi Mutabakatı ile Asya Çağı başlamıştır. 100 yıl aradan sonra Türk-Rus yakınlaşmasının tekrar başlaması, gelecek için çok önemlidir. 100 yıl önce Kafkas Seddini kıran Türk-Rus dostluğu bu kez Akdeniz Seddini kırma yolunda büyük yol almıştır. Böylece Rusya ve Türkiye’nin dengeli diplomasi ve bölgeye barış getirecek uygulamalarıyla, Ortadoğu ve hatta dünyada sağlıklı bir denge sağlanabileceğini umuyorum. Yeni jeopolitik bir evrenin başladığı Cumhuriyetimizin 96. yıldönümünde tüm okurlarımın ve kalbi Vatan, Cumhuriyet ve Mustafa Kemal için atanların bu kutsal gününü coşku ile kutluyorum.

Sadık KARAKAŞ

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here