Biz Aslında Neyiz, Bir Korkak mı?

0
91

Merhaba sevgili okuyucularım. Aslında biz kimiz? Ne kadar kendimiz olabiliyoruz? Ne zaman kendimiz, ne zaman kendimiz sandığımız “mış”larız? Peki, ne zaman kendimize bu soruları sorarız? Düş kırıklığına uğradığımızda mı? Peki, ne zaman düş kırıklığına uğrarız? Biz aslında ne için seviliyoruz ya da ne için yeriliyoruz, düş kırıklığı kaçınılmaz mı?

Başa dönelim “biz aslında kimiz, kendimize göre ya da karşıdakine göre” Kendimizi tanımadan karşımızdakinin bizi nasıl tanıdığını bilebilir miyiz? Bence biz kendimizi çok az biliyoruz. Kimliğimiz belli, yaptığımız iş, çevredeki saygınlığımız, tanındığım şekil falan hep belli. Peki, ama biz bu kimlik altında bu saygınlığı ya da sevgiyi nasıl elde ediyoruz ya da etmiyoruz acaba? Ediyorsak ödün veriyor, sevgiyi satın mı alıyoruz? Aslında her şeyin bir fiyatı var? Bazen para ile bazen de parasız, kendi alışkanlıklarımız, sevdiğiniz bir şeyden vazgeçmemizle, istemediğimiz ya da zorla kabul ettiğimiz şeylerle de ödeyebiliyoruz aldıklarımızın karşılığını… Peki, biz bunun ayrıtına ne zaman varıyoruz? Kendimize “ben kimim” diye sorma gereği duyduğumuzda mı? Ben bir eş miyim, bir kardeş, bir hala, bir teyze, bir sevgili miyim? Hepsine “evet hepsiyim-mi” diyorsunuz. Peki, sorun nerede? Belki sorunda yok… Mu acaba?

Belki ben yaşamımın bazı zamanlarını yalnız yaşamıyor olsaydım bu soruları sorma gereği de duymazdım.  Yalnız yaşamanın çok büyük güzellikleri ve yararları var. İnsanın kendini tahlil etmesi tanıması yönünden. Yanında biri olunca kendini onunla sınayabilir ne kadar tanıdık, kendine anlayabilir insan. Örneğin ben. Yalnız yaşadığım zamanlarda -ki bu kışın tamamını kapsar çoğu zaman.- O zaman içinde tamamen içimden geldiği gibi yaşarım, yani ne zaman yatarım, kalkarım, yerim, içerim o keyfime kalmış. Ya peki hayatıma birisi karıştığı zaman, kardeşim, abim ya da şimdi olduğu gibi Emre?! Ben “ben” oluyor muyum? Kesinlikle hayır. Önceleri ayrımında değildim.

Her şey doğal geliyordu fakat daha sonraları gördüm ki kişiye göre değişiyorum, kendim gidip, onunla “o” oluyorum. Peki ama kimse benimle “ben” olmuyor mu? Dikkat ettim olmuyor. Ödün vermek zorunda olan ya da hiç ayrımında olmadan sürekli ödün veren ben oluyorum “o” olabilmek için, peki ama neden ödün veriyorum. O olmak çok mu önemli. Birlikte yaşamak için “evet” peki ama yorucu değil mi?  Ödün verdiğinizin ayrımına vardığınız an çok yorucu. Ödün vermediğinin farkında olmaz insan çoğu zaman, fakat bir bakar ki rüşvet veriyordur önceleri “sana dondurma alayım mı” ile başlar, canı sıkılıyor eve gitmek istiyorsa çocuk ya da her kimse… Onu kendinize bağlamak için başlarsınız vermeğe istediği ve istemediği her şeyi dökersiniz önüne. Ne için yaparsınız bunu?

Yanınızda kalsın diye, onu sevdiğiniz için değil aslında, kendinizi düşündüğünüz için. Fakat bunu kendinize itiraf etmezsiniz, edemezsiniz. Eğer, hem verip hem mutsuz olmağa başlamışsanız oturur düşünürsünüz artık. Düş kırıklığına uğramışsınızdır, kendinize acırsınız, üzgün hatta küskünsünüzdür. Ne zaman kendinize açık olur aynaya bakarsınız, dümdüz hiç makyajsız o zaman “dank” eder kafanıza. Yaptığınızın ayrımına varırsınız. Ayrımına vardığınızda bazı kararlar alırsınız. “Bitti, tamam, yapmam, etmem” gibi. Karar almak kolaydır ama ya uygulamak? Kırılmış, incinmiş kabul edersiniz, bazen de kendinizi korumak adına yani daha az acı çekeceğinizi sanarak kavga gürültü kabul edersiniz bazı şeyleri. Ve “git” dediğinizde içinizden bir şeyler kopar fakat engel olmak için parmağınızı bile kaldırmazsınız.

Ve yalnız kalınca aslında bir “oh” çekersiniz eski kendiniz olmuşsunuzdur. İstediği an yatan kalkan, yiyen içen. Ve bakarsınız ki rüşvetle kendinize bağlamağa çalıştıklarınız sizi sadece yormuş. Peki ama biz bu kadar zayıf mıyız? Zayıf değil, sabırsız ve azıcık anlayışsız. Anlayışımıza sığınsak, bunların hiç birini yaşamayız. Ve karşımızdakine güvensek… Yalnız yaptıklarımızı da yaparız. Fakat biz kendimizi tanımadığımızdan, ya da birkaç kimliğe sığındığımızdan asıl kim olduğumuzu unuturuz. O unutmanın hıncını da böyle alırız.

korkak ile ilgili görsel sonucu

Neden peki bu sorgulama şimdi? Çünkü artık yaz bitiyor, son demlerini yaşarken sıcakların ayrılıklarda kışa hazırlıyor insanları ve korkunç bir yorgunluk omuzlarda, yaz boyu ona buna şuna uydurmağa çalışmış kendinizi, kim olduğunuzu unutmuşsunuzdur. Artık bunun özlemi varken elinizdekileri de tutmak istersiniz bazı düşleriniz onun üzerinedir fakat onunki başka düşlerdedir ve yorgunluğunuz artar kendiniz olma özlemi ile. “Artık kış gelsin kendimle olayım sevgiler uzaktan yaşansın istediğimde anayım.”

Aslında ben neyim, kimim, düşlerim nedir, var mıyım? Zırva soruları hep yalnızlıktan korkudan mıdır aslında. Yoksa insan bin bir surata bürünmelerde kendilerini ve yapacaklarını bilirler mi?

Daha sorgulamam, kendimi tahlilim bitmedi. Hala evde yalnız değilim. Hala bir gül ağacıyım, her gelene eğilen. Acaba doğru mu yapıyorum bilmiyorum.

Bugün böyle bir yazı çıktı, doğru mu yanlış mı bilmiyorum ama çıktı işte. Her halde kendimi çok yorgun hissetliğimden omuzlarım ağırlık altında eziliyor sanki. Sizde aynaya bir bakın neler çıkacak acaba. Sevgiyle kalın sevgili okuyucularım. Yase

Günün Şiiri

SON AŞIK

Hasretinle geçiyorken bu gençlik çağım.

Ey sevdiğim ben umutsuz değilim gene

Ak düşünce saçların kumral rengine.

Kollarında son aşkın ben olacağım.

Ey başında şimdi sevda rüzgarları esen

Böyle her gün yollarımdan geçsen de süzgün

Sen benimsin büsbütün terk  olunduğun gün.

O mukadder günü,

Bilmem düşündün mü sen?

Ben bir beyaz saçlı aşık, sen bir ihtiyar

O gün bana yaklaşırken ey ilahi yar

Esirgeme gözlerimden bir son buseni

Kirpiğinden yavaş yavaş,bir damla aksın

Çünkü ruhum sen de o gün anlayacaksın

Ki hiç kimse benim kadar sevmemiş seni.

Faruk Nafiz ÇAMLIBEL

Çoban Çeşmesi

Derinden derine ırmaklar ağlar,

Uzaktan uzağa çoban çeşmesi,

Ey suyun sesinden anlıyan bağlar,

Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi.

“Göynünü Şirin’in aşkı sarınca

Yol almış hayatın ufuklarınca,

O hızla dağları Ferhat yarınca

Başlamış akmağa çoban çeşmesi…”

O zaman başından aşkındı derdi,

Mermeri oyardı, taşı delerdi.

Kaç yanık yolcuya soğuk su verdi.

Değdi kaç dudağa çoban çeşmesi.

Vefasız Aslı’ya yol gösteren bu,

Kerem’in sazına cevap veren bu,

Kuruyan gözlere yaş gönderen bu…

Sızmadı toprağa çoban çeşmesi.

Leyla gelin oldu, Mecnun mezarda,

Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda,

Ateşten kızaran bir gül arar da,

Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi,

Ne şair yaş döker, ne aşık ağlar,

Tarihe karıştı eski sevdalar.

Beyhude seslenir, beyhude çağlar,

Bir sola, bir sağa çoban çeşmesi…

Faruk Nafiz ÇAMLIBEL

Günün Fıkrası

Temel’le bir adam parkta oturuyormuş. Temel de sigara içiyormuş. Adam dumandan rahatsız olmuş. Dönmüş Temel’e ve sormuş; “Kaç yıldır sigara içiyorsun?”

Temel cevap vermiş; “30 yıl”

Adam başlamış nasihata: “Bak 30 yılda sigaraya verdiğin parayı biriktirsen şu karşıdaki lüks villa ve önünde duran son model araba senin olabilirdi.”

Temel dönmüş ve sormuş: “Sen sigara içiyor musun?”

Adam cevaplamış: “Ben hiç sigara içmedim.”

Temel tekrar sormuş: “Peki şu villa ve lüks araba senin mi?”

“Hayır!”

Temel eklemiş: “Fazla konuşma o zaman onlar benim…”

Günün Sözü

Görmeden görebilirim ama düşünmeden düşünemem.

Paul Valeriy

Evliliğin sessiz ve sakin sürmesi için ya koca sağır ya da kadın dilsiz olmalı.

Miguel de Cervantes

Mevkilerini para ile satan kimseler, masraflarını geri almak yoluna düşerler.

Aristoteles

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here