Bir Zamanlar, Deniz ve Mehtap

0
229

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Dün arkadaşım denize bakarak derin bir soluk aldı. Ve “mutluluk bu olsa gerek” dedi.

“Mutluluk, işte şimdi hissettiğimiz şeyse, onu sessizce yaşmağa bakalım o halde” dedim. Ve hemen daldık dudaklarımızda gizemli bir gülümseme kendi düşüncelerimize. Deniz önümüzde uzanıyordu sessiz, sakin ve okşanmak ister gibi davetkâr. Akşam iniyordu bütün hüznü ile üzerimize ve top patlamak üzereydi. Sahil yavaş, yavaş boşalıyordu. Havanın hüznüne karışan mistiklikle ellerimiz çenemizde, gözlerimiz yavaş yavaş denize gömülmeye başlayan güneşin denizin üzerinde bıraktığı kızıl ışık demetinde. Sıcak kumların üzerine oturmuşuz. Orucuz ama hiç telaşımız yok kalkıp gitmek için, sabaha kadar orada öylece kalabilirdik. Ve evdekiler gelip bizi çağırana dek olduğumuz yerde kaldık. Güneş battı ve mehtap çıktı hemen, kocaman bir gece lambası gibi. Etraf büyülü bir güzelliğe büründü anında, seraların naylon tavanlarına ve daracık köy yollarına dökülen gümüş tozu güzelliği esrarengizleştiriyordu. Hep birlikte eve dönerken başımızda dumanlar, açlık bizden çok uzaktı. Ve bütün gece balkonda oturduk. Gündüz gibi aydınlık gökyüzünün altında; etrafta köpekler uluyordu ve daha önce sesini hiç tanımadığımız birçok hayvanın sesini dinledik. Deniz uzanıyordu önümüzde gümüşten devasa bir kâğıt gibi. Dilimize rahmetli Daryo  Moreno’nun “Deniz ve Mehtap”  adlı ölümsüz şarkısı. Ve başımızda yoğun bir dumanla sabahı bulduk. (Not: eski bir yazı)

Mutlu günlerdi onlar. Şimdi Ramazan ayındayız ve içimiz acıyor. Karşımızda deniz gümüş bir tepsi gibi gökyüzünde kocaman bir ay. Gece gündüz gibi aydınlık elimiz çenemizde düşünüyoruz kara kara. Namaz kılmayan hayvan muhabbetlerine birde içki içiliyor diye mekân basmalar başladı sözde Müslümanlarca. Ve her şey ters yüz sevgili ülkemde.

Mutluluk uzak bir hayal gibi  artık! Ve şimdilik  sağlık ve sevgiyle, birlik ve beraberlikle kalalım diyorum sevgili okuyucularım ayrımsız gayrımsız. Yase

& & & & &

Böceğin Rızkı

Hazret-i Süleyman (a.s.) bir gün, deniz kenarında oturmuşlar idi. Bir karıncanın geldiğini gördü. Ağzında bir yeşil yaprak tutardı. Deniz kenarına ulaştı. Sudan bir kurbağa çıktı. O yaprağı karıncadan alıp, denize döndü. Karınca geri döndü.

Karıncadan sordular ki; “Bunun hikmeti nedir?”

Karınca cevap verdi ki; “Bu deryanın ortasında, Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretleri bir taş halk etmiştir. O taşın içinde bir böcek halk etmiştir. Beni onun rızkına sebep etmiştir. Ben her gün o nesneyi, ona yetecek kadar rızkı getiririm. Deniz kenarına ulaştırırım. Allahü teâlâ hazretlerinin, kurbağa suretinde yarattığı bir meleği o rızkı benden alır, o böceğe verir. O böcek, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin kudreti ile fasîh dil ile söyler ki; ‘Sübhânallah ki, beni halk etti, deniz ortasında ve taş arasında bana mekân verdi. Benim rızkımı unutmadı. İlâhî, ümmet-i Muhammedi ümitsiz etme!’”

& & & & &

Biz de Vaktiyle Güzel Yiyeceklerdik!

Halife Harun Reşit bir gün Behlül-i Dana ile sohbet ederken; “Ey Behlül! Sana sarayımda bir oda ve hizmetçiler vereyim. Yeter ki bu eski elbiselerden kurtul. Yenilerini giy. İnsanlar arasına karış” dedi.

Bunun üzerine hazret-i Behlül; “-Müsaade ederseniz bir danışayım” dedi.

Halife; “-Kime danışacaksın, kimsen yok ki?” diye cevap verdi.

Behlül de; “-Ben danışacağım yeri biliyorum” dedi ve oradan ayrıldı.

Harun Reşit arkasından adamlar salıp danışacağı yeri öğrenmek istedi. Behlül gide gide şehir dışında bir mezbeleliğe gitti. Başını eğip bir şeyler dinlermiş gibi yaptı. Bir şeyler söylendi. Daha sonra oradan ayrıldı. Saraya yöneldi. Sultanın adamları ondan önce saraya dönüp hâdiseyi halifeye bildirmişlerdi. Behlül huzura girince, halife Harun Reşit ona; “-Ey Behlül! Söyle bakalım vereceğin cevabı” dedi.

Behlül; “-Danıştım efendim. Lâkin insanlar arasına karışmam mümkün değil” dedi.

Halife heybetle;” -Ey Behlül! Sen gidip çöplere danışmışsın, haberim oldu” dedi.

Behlül de; “-Doğru söylüyorsun ben de onlara danıştım. Onlar bana cevap verdiler ve, ‘-Ey Behlül! Biz de vaktiyle en güzel ve nefis yiyecekler idik. Bütün güzellikler bizde idi. Sevgi ve itibarımız çoktu. Ne zaman ki insanlar arasına karıştık. İşte bu hâle geldik. Çöpe atıldık. Sen de sakın insanların arasına karışma’ dediler.”

Bu sözlerdeki ince manaları anlayan Harun Reşit: ‘Haklısın!’ deyip düşüncelere daldı.

yase-gün batımı1

& & & & &

Cehennem Korkusu ve Sıcak Günde Oruç 

Haccac ve adamları Mekke ile Medine arasında yolculuk yaparken bir suyun başında mola verdiler. Sofra kurulunca; Haccac etrafa bakın fakir birisi varsa getirin beraber yiyelim dedi. Hizmetçiler yakınlarda üzerinde bir hırka olan birini gördüler. Onu uyandırıp; Seni Haccac çağırıyor, dedi*ler ve adamı Haccac’ın yanına götürdüler.

Haccac: -Gel beraber yemek yiyelim, dedi.

Adam yemem diyerek Haccac’ın teklifini reddetti cevaba şaşıran Haccac sebebini sorunca: -Beni senin sofrandan daha iyi. bir yere çağırdılar. -Nereye çağırdılar? Deyince adam: -Allah’ın misafirliğine çağırdılar. Ben oruç tutuyorum deyince, Haccac böyle sıcak günde oruç mu tutuyorsun? Deyince adam şöyle cevap verdi: -Evet, bu sıcak günde oruç tutuyorum ki kıyamet gününün sıcaklığından kurtulayım, dedi.

& & & & &

Beşikte Oruç

Abdulkadir Geylani Hazretleri, henüz iki-üç aylıkken görülen kerametlerini annesi söyle anlatır: “Oğlum henüz birkaç aylıktı. Mübarek Ramazan ayı geldi. Birinci gün şafak söktükten güneş batıncaya kadar bütün gün hiç süt emmedi. İkinci gün de ayni durum tekrar edince anladım ki Abdulkadir oruç tutuyor.

İkinci sene Şaban ayının sonuna doğru hava fazla bulutlu olduğu için halk Ay’ı göremedi. Ramazanın başlama tarihini tespit edemediler. Abdulkadir’in bu meziyetini bilenler hemen annesinin yanına gidip onun süt emip emmediğini sordular. Gerçekten o gün Abdulkadir şafaktan beri süt emmemişti. Daha sonra o günün ramazanın birinci günü olduğu anlaşıldı.

Beşikteyken oruç tuttuğunu şu beyit ile dile getirir. “Başlangıcım şöyleydi, dillerde söylenirdi. Beşikteyken oruçtum, bunu herkes bilirdi. Allah ona ayağını veli kullarımın omuzlarına koy derken sebebi bu olsa gerek..

Günün Şiiri

Kır Türküsü

Yayılır karanlık sisler engine,

Korkarım, bakamam sana ben yine.

Yıllarca dalardım solgun rengine

Güneşten nur uman gözler yanmasa!

Vadide bir hazin nağme ürperdi;

Bu ıssız dağların sen misin derdi?

Üstünde yabani güller biterdi

Dereler, tepeler seni anmasa…

Çoşarak ruhunun bütün hevesi

Yükseldi uzaktan bir çoban sesi.

Bence bir, kırların ye’si,neşesi,

Kolların boynuma halkalanmasa!

Faruk Nafiz ÇAMLIBEL

Kış Bahçeleri

Dinmiş denizin şarkısı, rüzgar uyumakta,

Rıhtım boyu sonsuz bir üzüntüyle karaltı

Körfez düşünür, Kanlıca mahzundur uzakta,

Mazi gibi sislenmiş Emirgan Çınaraltı.

Can verdi kışın sunduğu taslarla zehirden

Her gonca kızıl bir gül açarken yolumuzda,

Üstündeki son dallar ağarmış diye birden

Pas tuttu nihayet suların rengi havuzda.

Yerlerde gezen hatıralar var korulukta;

Yapraklar, atılmış nice mektuplara eştir.

Mehtaba çalan sapsarı benziyle ufukta,

Binlerce dalın verdiği tek meyva güneştir.

İçlenme tabiattaki yekpare kederden,

Yas tutma dağılmış diye kuşlarla çiçekler.

Onlar dönecektir yine gittikleri yerden,

Onlarla giden günlerimiz dönmeyecektir.

Faruk Nafiz ÇAMLIBEL

Günün Fıkrası

Temel yeni aldığı ayakkabısını bir hafta giymemiş neden? Satıcı bir hafta kadar ayağınızı sıkabilir dediği için…

Temel Çöpçü

Temel İstanbul’a taşınmış bir akşam oturduğu apartmanın kapıcısı gelip. “Çööp” diye bağırınca. Temel cevap vermiş “İhtiyacımız yok”

Günün Sözü

Kusursuz dost arayan dostsuz kalır.

Hz. Mevlâna

Cahil kimsenin yanında kitap gibi sessiz ol.

Hz. Mevlâna

Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin karşındakinin anlayabileceği kadardır.

Hz. Mevlâna

Başkalarının bahtiyarlığına imrenme. Çok kimseler var ki, senin hayatına gıbta ediyorlar.

Hz. Mevlâna

İçteki kiri su değil, ancak gözyaşı temizler.

Hz. Mevlâna

Kimde bir güzellik varsa, bilsin ki ödünçtür.

Hz. Mevlâna

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here