Hamdım, Piştim, Yandım… (Mevlana)

0
232

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? “Teşekkür ederiz ama yorgunuz günden gündemden” mi diyorsunuz? Haklısınız, çoğumuz  yorgun ve önümüzü göremiyor vaziyetteyiz. Bu yüzden “mistiklikten medet umalım” diyerek Mesneviden alıntılarla “ruhumuzu   besleyelim” dedik kan ve pisliği, cahilliği  ve kör taassubu  ve internette dolaşan  iğrenç sorulara verilen, iğrenç  yanıtları? Birazcık  olsun öteleyebilmek için kendimizden.

Nasıl bir şey bu? İğrenç sorulara iğrenç yanıtlar! İğrenç yorumlar! Sormazlar mı  aynı silahla vuruyorsan, senin ayrımın nedir? Onlar da en az sorulan sorular kadar iğrenç, iç bulandırıcı ve kara kara düşündürücü. Ve kendime diyorum ki aslında yok birbirimizden farkımız?

Ancak biz her şeye rağmen sevgi dışında silah kullanmadığımız için farklıyız. Ve bütün bu akla vicdana  zarar veren olayları öteleyebilmek için kendimizden her zaman bir sevgi kapısı ararız.

Ve “Lütfen tanrım bu yazı yazılırken hiçbir yerde kan akmamış olsun. Hiçbir şehit haberi gelmemiş  evlere ateş düşmemiş olsun. Diye  dua ederken Diyarbakır’dan yine yürekleri yakacak haber geldi. Ah yine  şehidimiz  var! Metin Kildiş. Ne diyelim  bilmiyorum ki rahmet etmek yetmiyor nur içinde yat sevgili kardeşim mekanın cennet olsun demekte kesmiyor artık. Ah sevgili kardeşim göklerde melek ol demek istiyorum. Ve bizi affet hakkını helal et. Çünkü biz  baş edemeyiz bu veballe  be kardeşim! Allah’ım sabır ver. Ailesine ve hepimize…

Ve bu ortamda 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü kutlandı valla ne yürekle kutlandı bilmiyorum. Bunca meslektaş ortalıkta işsiz dolaşır, diğerleri Silivri’de çile çekerken. Ne diyelim  hayat devam ediyor. Ve bu arada bu artık çokta önemli olmayan günü kutluyorum tabi. Ve bir daha bu koşullarda kutlamamak için dua ediyorum. Dikkat “dua” diyorum. Çünkü işimiz duaya kaldı.

Ve İskenderun Kaymakamı Sayın Hasan Öziğit, ne güzel bir şey yapmış canı yürekten kutlarım, sokakta kalanları otellere yerleştirmiş harika bir şey yapmış… Aslında olması gereken bu olduğu halde ondan önce kimse böyle bir şey yapmadı, yani en azından bendeniz anımsamıyorum.

Ve keşke bu insanlar yardıma muhtaç olmasaydı. Bir işleri olsaydı ufak-ufak ve balık yedireceğine balık tutmayı öğretseydi yetkililer bu insanlara. Ancak biz bu olayı  bile olağan üstü karşılıyoruz?  Neyse garip bir dünyada bir garip yaşıyoruz. Ve biz en iyisi Mesneviyi açalım kendimizi korumak adına. Ve sağlık ve sevgiyle kalmaya çalışalım ayrımsız gayrımsız ön yargısız sevgili okuyucularım. Yase

& & & & &

Mesnevî den-İnsan Denilen Muamma

Hazret-i Mevlana -kuddise sirruh- aşk, vecd ve istiğrak dolu hayatını üç kelime ile ve üç merhale olarak şöyle ifade eder: “Hamdım, piştim, yandım!..”

“Ölüm gününde tabutum götürülürken, bende, bu dünyanın dert ve gamı var sanma! Dünyadan ayrıldığıma üzülüyorum zannetme!”

“Sakın ola ki, öldüğüm için bana ağlama! «Yazık oldu, yazık oldu!» deme! Eğer ben yaşarken nefse uyup şeytanın tuzağına düşersem, işte hayıflanmanın sırası o zamandır!”

“(Fakat ben ruhumla büyük bir heyecan içerisinde vuslata doğru kanat açtığımda sakın ola ki) cenazemi görüp de; «Ayrılık, ayrılık!» deme! Bilesin ki o vakit, benim ayrılık vaktim değil, (Rabbimle) «buluşma» yani vuslat vaktimdir!”

yase-mesnevi

“Beni toprağın kucağına verdikleri zaman sakın; «Veda, veda!» deme! Çünkü mezar, öteki âlemin, cennetler mekânının perdesidir!”

“Batmayı, gözden kaybolmayı gördün ya, bir de doğmayı gör! Düşün ki, Güneş’le Ay batıp gözden kayboldukları zaman onların nûruna bir ziyan gelir mi?”

“Bu hâl, sana; batmak, kaybolmak gibi görünse de, aslında doğmaktır, yeniden hayata kavuşmaktır! (Hem de ebedî bir hayata…)”

“(Dıştan bakınca toprağın kara bağrında bir çukurdan ibâret olan şu) mezar, insana ha­pishane gibi, zindan gibi görünse de, orası aslında vuslata teşne ruhların (dünyanın iptilâ ve musibetlerinden) kurtulduğu (ve huzur bulduğu) yerdir!”

“Hangi tohum toprağa atıldı, ekildi de tekrar bitmedi; vakti gelince topraktan filizlenme­di? Niçin insan tohumu hakkında yanlış bir zanna düşersin?”

“Hangi kova suya sarkıtıldı da dolu çıkmadı? Can Yusuf’u neden kuyudan ziyan görsün, niçin feryad etsin?”

“Ben (ten kafesinden kurtulunca) ölü idim, dirildim, ağlamaktayken tebessüme büründüm. İlâhî aşkın devletine nâil olunca da, ebedî devlete (saadete) kavuştum.

& & & & &

Zihnin Efendisi

Bilge ve öğrencisi okyanus kıyısında geziyorlardı. Soğuk bir gündü ve rüzgar okyanusta kocaman dalgalar oluşturuyordu. Bir süre yürüdükten sonra bilge durdu ve öğrencisine sordu: “Bu büyük dalgalar sana neyi hatırlatıyor?” “Zihnimi hatırlatıyor” dedi öğrenci “ve durup dinlenmeden yol alan düşüncelerimi!” “Evet, fırtınalı okyanus zihnin, dalgalar da düşüncelerindir. Zihnin su gibi durudur, ne iyidir ne de kötü. Rüzgar ise dalgalara sebep olur; tıpkı arzu ve korkularının düşünceleri üretmesi gibi…” diye devam etti bilge.

Öğrenci söz aldı: “Böyle bir okyanusun ortasında sallanan bir sandal içinde olmak istemezdim doğrusu.” Bilge: ”Oysa sen daima oradasın. Diğer tüm insanlar da… Ancak birçok kişi bunu fark etmez. İnsanların zihni dalgalı deniz gibidir. Düşünceler durmaksızın sallanarak sarsarlar bizi, tıpkı dalgalar gibi… Okyanusu dinginliğe kavuşturmanın yolu ise hareket etmesini önlemek değildir. Rüzgarı görmezden gelemezsin. Yapman gereken, rüzgarı durdurmaktır. Rüzgar da arzu ve korkularındır. Onların hayatını yönetmesine izin verme. Dikkatini kontrol etmeyi öğrenirsen, arzu ve korkularını da kontrol edersin, yani okyanusu darmaduman eden dalgaları durdurursun. Böylece zihninin okyanusu sakinlik ve dinginliğe kavuşur. Zihninin efendisi olduğundaysa, her şeyin efendisi olabilirsin!”

Günün Şiiri

Hiç Olmayacak Bir Gece

Hiç olmayacak bir gecede

bir sokağı, sırılsıklam, yakalamak

bir ucundan, geçip gitmeksizin.

Kar ortasında donmuş bir güneş.

Büyük Sahra’da yürüyen buz dağları.

Kadife yüzeyli kaktüsler.

Düşlerde bile kalmamış.

Hiç olmayacak bir gece için

koştuğumuzda birbirimize,

yazıp yaşayamamaktı, biliyorduk

artık özlemleri bile

hak etmediğimizi.

Yarın sabah marketlere dolacak

insanlar, ellerinde

yazarkasaların fiş kusmukları.

Sonra bankalarda

teleişlemlerin mucizeleri başlayacak.

Paydos düdüğüyle işçiler,

gözlerinde üretimin parıltısı

ve ceplerinde

farkına varılmaksızın yitirilmiş

yaşamların kırıntılarıyla

tulumlarını asacaklar.

Hiçbiri, hiçbiri bilmeyecek,

hiç olmayacak bir gecede,

hiç geçilmeyecek bir sokağı

ıslak uçlarından yakalamanın

ne demek olduğunu.

Çünkü onlara

hiç anlatılmayacak.

Ahmet CEMAL

Öz yaşam Öyküsü

Asmalı mescittendir kafa kâğıdım;

Nil Lokantasında yazıldım okula,

on masalı birinci sınıfım.

Orospulardı ilk karnemi ıslatanlar.

Babamı burada tanıdım,

orospu değil diye anamı boşadığında;

insanlar tutturduklarında

babana benzeme, diye,

ilk otele burada taşındım.

Diplomamı Viyana Lokantasından aldım,

alt katında Madam Edith’in piyanosu;

valsler bastılar tuz yerine yarama.

Ceplerimde hep anoson kokulu anılarım.

Ciğerlerini tükürürken ölen babamı

kedili Josefin’in pansiyonundan taşıdılar:

elimde ondan kalanlar bir bavul,

benimle bu sokakların kadınları ağladılar.

Asmalı mescitte kaldı asıl kimliğim,

ve sırtımda bir küfe pazarartığı sevgi.

Sonradan kitaplar verdiler,

bense hep yaşamdan çevirdim.

Ahmet CEMAL

Günün Sözü

Gürzü kendine vur. Benliğini, varlığımı kır gitsin. Çünkü bu ten gözü, kulağa tıkanmış pamuğa benzer. Birisi güzel bir söz söylüyorsa bu, dinleyenin dinlemesinden, anlamasından ileri gelir.

Mevlana

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here