Yine Hep Yeniden “An” Avcılığı

0
51

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Geçtiğimiz Pazar günü babalar günüydü bütün babaların kendini baba hissedenlerin ve baba adaylarının gününü, ayını, yılını ve ömrünü kutlarım.

Bazı babalar bu günde acıdan iki büklüm evlatları göçük altında kalan (Allah onlara gani gani sabır versin)  bazı evlatlarda aynı durumda (Allah onlara da gani gani sabır versin) Ve biz babasızlar, babasını tanımadan yitirenler nötr durumdayız. 6 Şubat’ta yaşadığımız kıyamet hepimizi derinden sarstı ve sarsmaya devam ediyor. Dönüşü olmayan kayıplar yaşadık. Bir çok şeyimizi yitirdik. Ömrümüzü geçirdiğimiz yuvamız bir anda yok oldu gitti, akşam birlikte eğlendiğimiz arkadaşlarımız, ailemizin birçok üyesi, sabahı göçük altında karşıladı. Bir varmış bir yokmuş oldular. Hayallerimiz, düşlerimiz, sevgilerimiz, geleceğimiz hep yıkıntılar altında kaldı. Ve biz aradan dört ay geçmesine rağmen ilk günmüş gibi hissediyoruz! Bu yüzden babalar gününü kutlamak bu yıl başka bir anlam taşıyordu birçoğumuz için!

Ve yine dönüp geliyoruz “an” ve önemine. Evet, hep demişimdir. Hayatın toplamı yaşadığımız ve ayrımına eğer vardık ise, minnacık “an”ların toplamından fazla değil. Hep birlikte gördük bir anda dünyamız geri dönüşü olamayacak şekilde alt üst oldu! Allah bilir şimdi kaçımız pişmanlık içinde kıvranıyor, zamanında yapmadığımız şeyler için. Bir tek sevgi sözcüğünü esirgediğimiz, bir tek gülümsemeyi çok gördüğümüz için bir tek iyililiğe elimiz varmadığı için ve yapmamız gereken birçok şeyi yapmadığımız  birçok anlık güzellikleri sürekli ertelediğimiz için. Oysa hayat ertelenecek kadar uzun değil hep birlikte gördük.

Ve tabii ki yinede hiçbir şeyden ders alamıyoruz. ”Anları” görmezden gelip  başkasının başına gelen bize gelmez sanıyoruz ve hayatı savruk suvruk yaşayıp gitmeye devam ediyoruz. Yine ağır sözler, aşağılayıcı bir dil, yine yalan dolan, yine kavga gürültü, sanırsınız bizlerin yaşam şekli bu oldu? Kocaman kelli felli adamlar, akla hayale gelmeyecek şeyler yapabiliyorlar. Örneğin, biraz önce siyah dedikleri şeye biraz sonra beyaz diyebiliyorlar! Üstelik bunu herkesin önünde yapabiliyorlar valla ibretlik günler yaşıyoruz!

Kazanılmış haklar bile bile, göz göre göre gasp ediliyor. Milletin iradesi görmezden geliniyor ve bunu değiştirmek için en ufak bir girişimde bulunmuyor bulunması gerekenler. Ve bunlar bizleri din kitap tanımaz diye nitelendirebiliyorlar. Kendi hesabıma milyon kez din kitaptan geçerim bir tek kul hakkına girmemek için! “Din kitap herkesin kendi bileceği şey ve kişiyi bağlar. Kimse kimsenin yerine hesap vermeyecek günü geldiğinde herkes kendi topladığına baksın” diyeceğim ama doğrusu bunu düşünecek kim, ki düşünselerdi  Peygamber Hz. zamanından günümüze gelmezdi bu konu. Ve seçim malzemesi olarak terörle birlikte çok etkili bir propaganda malzemesi olarak kullanılmazdı!

Ve zavallı “an”lar ne kadar romantik kalıyor değil mi bunca kirlilik içinde? Ama biz yinede biz olalım dünyanın karmaşasında “an” avcıları olalım. Bize kalacak tek şey hoş bir seda olsa da. Güzel anlar biriktirelim, acı anlar hayatın gerçeği, onları görmezden gelmeden anlarla büyümeye çalışalım. Düşünen insan ölene dek büyür çünkü.

Ve şimdilik sağlıkla, sevgiyle kalalım sevgili okuyucularım, her zaman, hep birlikte, ayrımsız gayrımsız bizi ayıranlar kendileri bilir artık! Yase

& & & & &

Tahta Perdedeki Çivi

Kötü karakterli bir genç varmış. Bir gün babası ona çivilerle dolu bir torba vermiş. “Arkadaşların ile tartışıp kavga ettiğin zaman her sefer bu tahta perdeye bir çivi çak” demiş.

Genç, birinci (ilk) günde tahta perdeye 37 çivi çakmış. Sonraki haftalarda kendi kendine kontrol etmeye çalışmış ve geçen her günde daha az çivi çakmış. Nihayet bir gün gelmiş ki hiç çivi çakmamış.

Babasına gidip söylemiş. Babası onu yeniden tahta perdenin önüne götürmüş. Gence “bugünden başlayarak tartışmayıp kavga etmediğin her gün için tahta perdelerden bir çivi çıkart (sök)” demiş. Günler geçmiş. Bir gün gelmiş ki her çivi çıkarılmış.

Babası ona “aferin iyi davrandın ama bu tahta perdeye dikkatli bak. Artık çok delik var. Artık geçmişteki gibi güzel olmayacak” demiş.

Arkadaşlarla tartışıp kavga edildiği zaman kötü kelimeler söylenilir. Her kötü kelime bir yara (delik) bırakır. Arkadaşına bin defa kendisini affettiğini söyleyebilirsin ama bu delik kapanmayacaktır.

& & & & &

Ölümsüzlük Ağacını Arayan Adam

Bilgenin biri bir söyleşide, masala benzer bir olay anlattı. Dediğine göre, Hindistan’da bir ağaç varmış; kim o ağacın meyvesini yerse, ne yaşlanır, ne ölürmüş.

Padişahın biri bunu duydu; bu ağaca ve meyvesine âşık oldu. İş bilir, güvenilir adamlarından birini o ağacın meyvesini getirmek için Hindistan’a yolladı. Adam ağacı bulmak için yıllarca Hindistan’ın her yanını gezdi, dolaştı. Meyveyi bulmak için şehir şehir gezdi; ne ada bıraktı, ne dağ; ne ova bıraktı, ne çöl.

Kime sorduysa, bıyık altından güldüler ona: “Allah aşkına! Akıllı adam böyle bir şey arar mı? Kesinlikle deli bu adam” diyorlardı. Kimileri dövdü onu, kimileri de ermiş gözüyle baktı ona.

Yıllarca aradı, durdu. Padişah ona mal ve para gönderiyordu; yeter ki aradığını bulsun… ama aramasından hiçbir sonuç alamamıştı. Artık usanmış, yorulmuştu; geri dönmeye karar verdi. Hem ağlıyor, hem de gidiyordu.

Yolda adını ve ününü duyduğu bir şeyh vardı. Adam umutsuzca: “Varayım huzuruna gideyim. Belki bana yardımcı olur…” dedi. Yağmur gibi gözyaşı dökerek şeyhin yanına vardı: “Efendim,” dedi, “Bana acı ve yardım et; çok çaresizim!”

Şeyh: “Derdini söyle bakalım… ne istiyorsun? Ne istedin de, ulaşamadın?”

Adam: “Efendim, padişah beni bir ağaç bulmakla görevlendirdi. Eşi güç bulunur bir ağaç varmış. Onun meyvesi ölümsüzlük veriyormuş. Yıllarca aradım, ama insanların alaycı bakışlarından, aşağılanmadan başka bir şey bulamadım. Derdim bu!”

Şeyh güldü ve dedi ki: “Sen şimdi bu ağacı mı arıyorsun?”

“Evet, efendim.”

“A saf gönüllü adam! O senin aradığın, bilgi ağacıdır. Bilen kişinin bilgisidir. Sen yanlış yola girmişsin. Git padişahına söyle, bilgiye ve bilgiliye sarılsın.”

Şaşkın adam, şeyhin yanından sevinçle kalktı, hemen yola koyuldu.

Günün Şiiri

Benim Oğlan Fotoğraflarda Büyüyor

İçimde acısı var yemişi koparılmış bir dalın,

gitmez gözümden hayali Haliçe inen yolun,

iki gözlü bir bıçaktır yüreğime saplanmış

evlât hasretiyle hasreti İstanbul’un.

 

Ayrılık dayanılır gibi değil mi?

Bize pek mi müthiş geliyor kendi kaderimiz?

Elâleme haset mi ediyoruz?

Elâlemin babası İstanbul’da hapiste,

elâlemin oğlunu asmak istiyorlar

yol ortasında

güpegündüz.

 

Bense burda rüzgâr gibi

bir halk türküsü gibi hürüm,

sen ordasın yavrum,

ama asılamayacak kadar küçüksün henüz.

Elâlemin oğlu katil olmasın,

elâlemin babası ölmesin,

eve ekmekle uçurtma getirsin diye,

orda onlar aldı göze ipi.

 

İnsanlar,

iyi insanlar,

seslenin dünyanın dört köşesinden

dur deyin,

cellât geçirmesin ipi.

Nazım Hikmet

Dünyanın En Tuhaf Mahluku

Akrep gibisin kardeşim,

korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.

Serçe gibisin kardeşim,

serçenin telaşı içindesin.

Midye gibisin kardeşim,

midye gibi kapalı, rahat.

Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.

 

Bir değil,

beş değil,

yüz milyonlarlasın maalesef.

Koyun gibisin kardeşim,

gocuklu celep kaldırınca sopasını

sürüye katılıverirsin hemen

ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.

Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,

hani şu derya içre olup

deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf.

 

Ve bu dünyada, bu zulüm

senin sayende.

Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer

ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak

kabahat senin,

– demeğe de dilim varmıyor ama –

kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!

Nazım Hikmet

Günün Sözü

Yarın sabah, ne sevdiğiniz kişilerin yüzleri ne de kendi yüzünüz aynı olacaktır.
Leo BUSCAQLIA

Kendine hakim olan başkalarına da hakim olur.
Konfüçyüs

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here