Yazının Üstündeki Su!

0
216

“Geçsin günler, haftalar, aylar, mevsimler, yıllar, Zaman sanki bir rüzgâr ve bir su gibi aksın.. Sen gözlerimde bir renk, kulaklarımda bir ses; Ve içimde bir nefes olarak kalacaksın..” Dinlerken, güftesi Enis Behiç Koryürek’e, bestesi Erol Sayan’a ait bu rast şarkıyı; akar gözlerimizden, “su gibi” akıp giden yıllardan “su gibi” aziz hatıralarımız..

Dilimde bu şarkıyla girdim, hatıralar arşivi gönül odama.. Kapı eşiğinden henüz adımımı atmıştım ki, kimi sayfalarındaki mürekkebi dağılmış “O Gün İçin Ağladım” adlı şiir defteriyle karşılaştım.. Babama aitti defter.. Ve fakat ikimize aitti dağılan mürekkebin nedeni gözyaşları.. Defterdeki gözyaşlarıyla birlikte Cahit amcalı yıllardan bir hatıra sobeledi beni..

Cahit amca kim? Babam Münir’den sonra, vefatına kadar “sohbet” açlığımı doyuran bir “gönül adamı..” Annemin, torunlarına yönelik “dört atanın hakkı var” sözüyle tasvirlediği; kızı ve torunlarıyla, bayramlarda, yaz tatillerinde, kimi hafta sonlarında ata hakkı hatırı için Dörtyol’a ziyaretine gittiğimiz benim kayınpederim.. Ziyaretlerimizin birinde, evinin önündeki küçük bakkal dükkanında, “borç” defterini gözden geçirirken bulmuştum onu.. Üzgün bir hali vardı.. “Eski defterleri mi karıştırıyorsun?” demiştim gülerek.. “Şuradaki rakamları” demiş yutkunmuştu.. “Okuyamadım da..” Ağlamaklıydı sesi.. Defteri kapatmak üzereydi.. Sesimi sesine katarak sordum; “Bir de benim bakmamı ister misin?” Önce tereddüt etti.. Sonra; ”Üstüne su dökülmüş galiba..” diyerek yaklaştırdı bana..  Deftere eğilirken  gördüm gözlerindeki çiseyi.. Gördüm bakışlarında, her misafirlikten sonra bizi uğurlarken yeşeren hüznü..  “Az önce” dedi, “su içiyordum, bardaktan damlamış olmalı..” Merakla baktım defterdeki o yere.. Gözyaşıydı, bu mürekkebi dağılmış rakamların nedeni.. Ve fakat bu, ödenmeyen borç hesabıyla maddi kayba değil, ödenecek borç hasebiyle manevi kazanca dökülmüş bir gözyaşıydı.. Çünkü, “Defter-i Kebir’e” atıfla, “asıl borçlu benim” diyerek silmeye çalışsa da, izi kalmıştı yanaklarında..

Dört yıl önce rahmetli olduğunda, evinin hemen yakınındaki camide, zaman zaman okuduğu ezan sebebiyle “kulağımızda tadı kaldı” dese de komşuları, Cahit amcanın asıl mesleği aşçılıktı.. İnsanların “ağzının tadıydı” yani.. Uzun yıllar çalışmış Ürdün’de.. Zor şartlar altında, çölden geçen yol üzerindeki bir lokantada.. Anadili Arapça olduğu için anlaşmada zorluk çekmediğini ve fakat sadece tadılan ve sonra çöl topraklarına atılan, “dünyanın yemeğinden” dolayı, “müsrif tutumlu, bahşişte cömert” zengin yolcuları anlamada oldukça zorlandığını anlatırdı her defasında o yıllardan söz açıldığında.. Oralarda biriktirdiği parayla almış bu iki dönüm bahçe içindeki iki odalı, tek katlı, çatısı kiremitli, kapıları engin evi.. Uzun, upuzun boylu babam Münir, engin kapılara işaretle; “Deveciyle ahbap olan kapısını yüksek tutar!” atasözünü dile getirmişti nişan günümüzde.. Evin tüm kapılarını yükseltmişti Cahit amca da düğünden önce..

Evin hemen yanı başındaydı dükkanı.. Kazancı pek yoktu çay, şeker işlerinde.. Ekmek ve sebzeden kazanırdı daha çok.. Zira “defterdeki kayıtlara” göre, üç tekerlekli bisikletiyle, fırından kendi elleriyle seçtiği ekmeklerin ve bahçesinde yetiştirdiği patlıcan, domates, biber, tere, maydanoz, acıbek türü sebzelerin müşterisi epeyceydi.. Bir de memleketi Altınözü’nden, mevsiminde getirdiği zeytin ve zeytin yağının.. Her ne kadar ticaretle uğraşsa da aslında tam bir toprak adamıydı.. Fırsatını bulduğu anlarda, bakkal dükkanını eşine bırakır bahçeye koşardı.. Ki bu fırsatı namaz vakitlerinde bulurdu daha çok.. Kendi nefsi borcunu ödedikten sonra, defterindeki borçluların nefsi için koşardı bahçesine.. Bir bakardık elinde çapa, elinde tırmık, elinde bel.. Bu tarım aletlerini koyduğu küçük öteberi kulübesi vardı bir de.. Eski gazocağından, yeşile kaçan laciverdi çaydanlığa kadar içinde ne yoktu ki! Torunlarının bahçeden sonra en çok sevdiği bir yerdi bu oda.. Dedelerine her gelişimizde, mutlaka bu odaya girerler ve kimi kırık bir çekmece içinde, kimi sökük bir hasır üstünde veya yerde dökük ya da sağda solda boynu bükük duran eski eşyalarla oynamaktan büyük mutluluk duyarlardı..

Defterdeki gözyaşını gördüğüm günün ertesinde, “amca” demiştim, “şu öteberi odasını birlikte bir elden geçirsek..” Cahit amca, yüzünde mutluluğun resmiyle; “çocuklar her seferinde elden geçiriyorlar ya..” demiş ve hemen peşinden eklemişti: “Gel biz de gözden geçirelim..” O gün benim; “Ne gereği var, atalım, yakalım” dediğim eşyalara birer fotoğrafmış gibi bakmış, onu oraya, bunu buraya koymuş, yeri değişse de, fotoğraflar olduğu gibi kalmıştı  kırık dökük, eski püskü eşyalar albümünde..

Kendi hatıralar arşivi gönül odamdan çıkarken, rahmetle anıyorum babamı, annemi, kayınpederimi.. Cahit amcanın “Defter-i Kebir’e” atıfla dile getirdiği, “asıl borçlu benim” cümlesinden hareketle; gözden geçirebiliriz diye düşünüyorum yeni yıl öncesinde gönül odalarımızda sakladığımız defterlerimizi.. Gönül defterimdeki yazıların mürekkebini dağıtan tuzlu sularla kutluyorum yeni yılınızı..

Selam ve saygılar…

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here