Yarım Asır Önceki Anılarım (5)

0
51

Değerli okurlarım, “insanlar yedikleriyle değil, yaptıklarıyla anılırlar.” Bu ifadeyi arada bir kullanmak zorunda kalıyorum. İlk patronum Gazanfer Ağabeyin ölüm yıldönümünde ruhunu şad etmek aynı mekânda birçok anılarımı çağrıştırdı. “Bana Marzuman Mustafa diyeceksiniz. Elimin boyası lokmaya bulaşmayınca karnım doymuyor!” Marzuman Mustafa Ağabeyin de mekânı cennet olsun diyorum.

Lider Gazetemizde mizanpaj, sayfa tekniği ile bu işin kompetanı olduğunu söylemeden, efendiliği ile de iyi izlenimler bıraktığını anlatmadan geçersem Yazı İşleri Müdürümüz Sayın İlyas Terbiyeli’ye haksızlık etmiş olurum doğrusu. El pedalında bir cetvel baskısı yapan dostum Rızkullah Terbiyeli, elim boya olmasın diye kolunu uzatıyor. Ben ise ısrarla elini sıkıyorum ve bulaşan boyayı belli etmeden öpüyorum. O matbaa boyası bana şehit kanı gibidir, çok ekmek yedik sayesinde.

Anılar düşünmekle değil de, bir vesile ile belleklerde yoğunlaşıyor. Gazeteciliğin sıradan bir meslek olmadığını, nezih, ağırlıklı bir uğraş olduğunu o ustalarımdan duymuştum ilk kez. Şişirilmiş sayfalarımı mizanpaja uygun hale getirmek için çaba gösterdiğimi rahmetli camdan görmüş, benim haberim bile olmadı. Ertesi günü yukarıya çağırdılar. Tuğrul Aşuroğlu’da oradaydı. Söze o başladı.

“-Öcal, sen matbaacılıktan, sayfa tertibinden anlıyor musun?”

“-Biraz efendim.”

Daha sonra Gazanfer Ağabey konuya girdi.

“-Öcal, senin sayfaların, bu işi bildiğinden zarif ve göze hoş gözüküyor.”

“-??!!…”

“-Peki, spor sayfanda spor makaleleri yazmayı düşünmüyor musun?”

“-Bilmem ki…”

“-Yarından itibaren günlük spor makalelerini okumak istiyorum.”

“-Yalnız klişe başlık düşünmedim.”

“-Senin birçok maçlarını ve antrenmanlarını izledim, çok Ofsayt’a düşüyordun ve başlığın klişe olarak belli, OFSAYT!”

O günden sonra, yani geride bıraktığım yarım asırda “OFSAYT” klişeli başlık makalelerimi süsledi ve değiştirmeyi de hiç düşünmedim. Beni banka genel müdürleriyle röportaja (o zamanlar mülakat denirdi) gönderirdi. Fakat benden çok kıymetli ağabeylerim vardı, huzursuz olurdum. Rahmetli bu duygularımı hissetmiş ve bana aynen şöyle söyledi:

“-Öcal, bir onlara, bir de kendine bak. Farkı göreceksin!”

Zamanın en güzel giyinen erkeklerindendi. Bu hal bende irsi olabilir ama ondan da kalıntılar vardır diye düşünüyorum. Örneğin manşetli gömlek giyerim. Bazı dostlar gıyabımda şöyle söylüyorlarmış; “Adama bak ya. 40 derece sıcaklıkta kruvaze ceketinin önünü kapatıp geziyor” bu şekilde de bazı şeylerin altını çizmiş oluyorlar.

Bu ifadeleri son on beş içinde ikinci kez kullanıyorum. Ancak bazı gerçekleri de söylemeden geçersem kendime saygısızlık etmiş olurum. Bazı yeni yetmeler gazete çıkarıyorlar ve havalarından da geçilmiyor. Selam vermekten imtina ediyorlar. Geçenlerde vefat eden bir gazete sahibi arkadaşım, ölmeden kısa süre önce bana itiraflarda bulundu. Beni biraz göklere çıkardığı için anlatmayacağım. Gazeteci nezihtir, zariftir, uzaktan fark edilen bir kişiliğe sahip olmalıdır. Mademki bir gazete temsil ediliyor, gereği neyse yapılmalıdır. Bunun ayrıntısına girmeyeceğim, arif olanlar anlar.

Rahmetli Patronum Gazanfer Kunt, 27 Mayıs ihtilali döneminde Öncü Gazetesi’ni perde arkasından yönetiyordu. Bu konuda bana önemli sırlar vermişti. Bir defasında bana “Ya Öcal, senin ne kadar ağzın sıkı” demişti. Hamdolsun bize verilen sırları unutmayız ama mezara kadar götürürüz. Onlardan öğrendiğimi yaşamım boyunca uygulamaya özen gösterdim. Ömrüm oldukça da aynı minval üzere devam edeceğim. Hepsini de rahmetle anıyorum. Konuyu izam ettiysem ve de sürç-i lisan ettiysem af ola!

Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here