Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Özledim, kaygısızca gülmeyi, özledim öyle geniş, geniş şundan bundan konuşmayı, havuzda neşeyle kulaç atmayı denizde kumlarla savaş yapmayı, özledim kuş sesi ile uyanmayı, özledim öyle büyük yemek masasında sonsuza dek sürecekmiş gibi upuzun, çoluk çocuk hep birlikte kahvaltı etmeyi, aslında ondan önce deliksiz uyumayı özledim. Rahat derin bir nefes almayı. Yürek sızısı, kalp ağrısı, vicdan azabı duymadan yaşamayı özledim.
Ve lanet etmeden, kahrolsun, demeden, gözyaşı akıtmadan olmaz bu kadarı pes yani demeden gazete okumayı özledim. Aslında eskiyi özledim. Şehit haberlerinin gelmediği, anaların ağlamaya ara verdikleri, kan revanın olmadığı günleri özledim. Yalan dolanın, ikiyüzlülüğün, talanın, hak yemenin, artık rutin olmadığı günleri özledim.
Ve sanıyorum hepimiz, bunları ve çok daha çoğunu özledik. Neşemiz kalmadı yaşam aşkımız tükendi sanki 7 Haziran’dan sonraki iki ay içinde. Utanır olduk gülümsemekten, evlere ateş düşmüş etraf cayır, cayır yanıyorken, sesimiz çıkmaz oldu artık saygısızlıktır şehitlere diye.
Ve bizi bu durumlara düşürdüler. Ama sindiremediler. Bazen evet bıktık, “ne olacaksa olsun artık” dedik ama bu o kadar kolay değil. Biz halkız ve ne olacaksa olsun demek bize yakışmaz. Kimse bizi, bize rağmen bir şey yapmaz. Oylarımız ve sağduyumuz oldukça kendimize ve oyumuza sahip çıktıkça kimseye yalaka ve stepne görevi yapmadıkça her şeye rağmen kardeşlik dedikçe yalnızca sözde değil, özde haksızlığa yolsuzluğa hayır dedikçe kimse bizi yok sayamaz.
Ve sevgili okuyucularım, “Gazipaşa’dan sevgiler selamlar” demeği bile unuttum, unutturdular onları sırf bu yüzden affetmeyeceğim. Terörün şehit ettiği evlatlarımızın kanı, emeği helal olmasın, bütün hain ve bölücülere. Dilerim bu dünyada ve eğer varsa diğer dünyada kahrolsunlar, pişman olsunlar ve pişmanlıklarından kendi kendilerini yaksınlar yok etsinler…
Ve Gazipaşa’da havalar da bozuk ruhumuz gibi. Bir sıcak ki dün resmen kalbim durdu sandım. Daha sonra bir serinledi o zamanda donduk sandım? Yazımı yazdığım bu iki saat içinde hava beş kez değişti. Bir sıcak, bir rüzgar, bir kapalı, yağdı yağacak sonra yeniden güneş ve sıcak kardeşim bir karar ver lütfen artık bizde rahatlayalım!
Ve sevgili okuyucularım yazılarımda artık sıkıcı bendeniz gibi! Oysa kitabıma burada gösterilen ilgi, tanıdığım yeni insanlar ve önümüzde uzanmış sere serpe davetkar çarşaf gibi denizle ne kadar çok mutlu olabilirdik! Oysa şimdi Mutluluktan söz etmek bile ayıp geliyor. Cennet vatanımızda süren savaş varken.
Ve şimdilik her şeye rağmen sağlık ve sevgiyle kalalım diyorum. Önce sağlık. Bu sıcak ve değişken havalarda sağlık çok önemli… Çünkü sağlam düşünebilmek için sağlıklı olmak şart. Ve birlik ve beraberlikle ayrımsız gayrımsız. Her ne kadar ayırdılarsa, gayrı yaptılarsa da değişmeyen çok şey var daha ve ebru kağıdı yıprandı hala ana, renkleri ve yeni renkleri ile geleceğe güvenle bakmak istiyor, istiyoruz. Yase
&&&&&
İhtiyar Adam ve Atı
Köyün birinde yaşlı ve çok fakir bir adam varmış. Ama kral bile onu kıskanırmış. Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki kral at için ihtiyara neredeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış. “Bu at, bir at değil benim için. Bir dost. İnsan dostunu satar mı?” dermiş hep.
Bir sabah kalkmışlar ki, at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış. “Seni ihtiyar bunak! Bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın” demişler.
İhtiyar “Karar vermek için acele etmeyin” demiş. “Sadece ‘At kayıp’ deyin. Çünkü gerçek bu… Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı, bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç… Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez.” Köylüler ihtiyara kahkahalarla gülmüşler.
Aradan 15 gün geçmeden, at bir gece ansızın dönmüş… Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de, vadideki bir düzine vahşi atı peşine takıp getirmiş. Bunu gören köylüler toplanıp ihtiyardan özür dilemişler. “Babalık” demişler. “Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için. Şimdi bir at sürün var.” “Karar vermek için gene acele ediyorsunuz” demiş ihtiyar. “Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu… Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç… Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?” Köylüler bu defa açıktan ihtiyarla dalga geçmemişler ama, içlerinden “Bu herif sahiden gerzek” diye geçirmişler.
Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara… “Bir kez daha haklı çıktın” demişler. “Bu atlar yüzünden tek oğlun bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın” demişler. İhtiyar “Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz” diye cevap vermiş. “O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar… Ama acaba ne kadar doğru? Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez.”
Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkan yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya esir düşüp köle diye satılacağını herkes biliyormuş. Köylüler, gene ihtiyara gelmişler. “Yine haklı olduğun kanıtlandı” demişler. “Oğlunun bacağı kırık, ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer.” “Siz erken karar vermeye devam edin” demiş, ihtiyar. “Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde… Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor.”
Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatle tamamlarmış: “Acele karar vermeyin. O zaman sizin de herkesten farkınız kalmaz. Hayatın küçük bir parçasına bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar aklın durması halidir. Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz.”
Günün Şiiri
Ne Olacak
Ne olacak söyleyeyim,
Öncelikle aşık olacağız her gün yeniden.
Her gün birine yada başka birine.
Hep anlamlar yükleyeceğiz güne ve düne.
Özgür olacağız örneğin düşünürken
Bırakacağız şu teknik adam yalın bakışını
En yalın yaşamımızı dahi süsleyeceğiz ve
Anlamlandıracağız yaşamı en anlamsız anında dahi
Ve aşık olacağız yeniden her gün
Birine yada başka birine
Kendimize putlar yapacağız tapacak,
Bir vuruşta yıkacağız ertesi gün yaptığımız putları
Yeni putlar gelecek ertesi gün
Ve daha ertesi
Yıkılması an meselesi
Yani aşık olacağız yeniden her gün
Birine yada başka birine
Doğaya bakacağız, çevreci şefkatini bırakıp
Bir parçası olduğumuz sorumluluğu ile
Bir parça olmaktan öteye gitmeyecek iddiamız.
Hep birşeyler bekleyeceğiz
Çok şey olacak
Önce biz çoğalacağız ve çok olacağız
Yani aşık olacağız yeniden her gün
Birine yada başka birine
Abdullah ANAR
Günün Fıkrası
Temel annesine sormuş: “-Anne ben nasıl dünyaya geldim?”
Annesi; “Gece baban ile yatarken yastığın altına bir kutu şeker koyduk sabah bir baktık ki sen doğmuşsun.” der. Bu fikir Temel’in aklına yatar. Gece yatarken yastığının altına bir küp şeker koyar. Sabah kalktığında her yerde karınca vardır.
Temel içinden söylenir: “Ula şeytan diyo ki tut çarşafı silkele ama baba yüreği işte dayanmıyor.”
Günün Sözü
Söylediklerinize dikkat edin; düşüncelere dönüşür…
Düşüncelerinize dikkat edin; duygularınıza dönüşür…
Duygularınıza dikkat edin; davranışlarınıza dönüşür…
Davranışlarınıza dikkat edin; alışkanlıklarınıza dönüşür…
Alışkanlıklarınıza dikkat edin; değerlerinize dönüşür…
Değerlerinize dikkat edin; karakterinize dönüşür…
Karakterinize dikkat edin; kaderinize dönüşür…
Mahatma Ghandi