MHP Belediye Başkan Adayı Sayın İbrahim Gül

0
68

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Belediye başkan aday adayları ve açıklanan adaylar, çalışmalarına hız vermiş çırpınıyor. CHP Arsuz ve İskenderun adayını belirlemek için uğraşırken MHP İskenderun için adayını belirledi bile ne güzel. Geçtiğimiz günlerde resmen Sayın İbrahim Gül adaylığını açıkladı.

MHP doğrusu çok güzel ve doğru bir karar verdi yani ben deniz öyle düşünüyorum. Çünkü İbrahim Gül çekirdekten yetişme ve halkın içinde büyüyen genç bir insan. Yıllar önce onunla bir söyleşim de üzerimde bıraktığı etki hala değişmedi. Hakkında  ne düşündü isem şimdide öyle düşünüyorum yani halkın ne istediğini empati yaparak bilebilecek bir genç adam. Yani 04-03-2009 tarihinde “Azıcık Belediye başkan adayları kritiği yaptık” adlı yazımda İbrahim Gül için şunları yazmışım; “…Ve azıcık bir kritik yapmak istiyorum şimdi. Siyasetin gerçekten kızıştığı bu günlerde adayların kendilerini ifade etmek için dolaştıkları, konuştukları ve durdukları yerleri doldurup doldurmadıklarına dair.

Önce MHP neden mi? Çünkü en genç aday… Ve kimse kusura bakmasın en yakışıklı belediye başkan adayı Sayın İbrahim Gül kardeşim. Valla kampanyasını izliyorum beğeniyorum. Saygılı, efendi ve konuşmayı biliyor ayrıca çok doğru bir duruş sergiliyor. Ne parti içi kavga gürültüleri oldu ne kendi aralarında sürtüşme. Hoş olduysa bile basına yansımadı. Kendi hesabıma ne olursa olsun asla bir tarafa destek olacaklarını sanmıyorum, zaten de buna gerek görmüyorum güçlü bir taban üzerinde durmak budur (içinde oldukları durumdan söz ediyorum) diye düşünüyorum. Ve başarılar diliyorum.”

& & & & &

Evet, bu günde durduğu yeri dolduruyor, esnaf tarafından seviliyor ve özelikle taşıma sektöründe sözü geçen ve sevilen bir insan olduğunu da yakından tanıdıklar sayesinde biliyorum. Belediyecilik aslında bendenizin düşüncesine göre çok zor bir iştir. Ve güçlü yöneticiler ve güçlü bir  taban ister. Doğrusu 2009 seçimlerinde çok şans dilediğim ama şans veremediğim İbrahim Gül’e bu seçimde daha çok şans veriyorum. Yani kendi araştırmalarımdan edindiğim sonuca göre konuşuyorum. Ve tabi ki “öl de ölelim vur de, vuralım” söylemlerini hiç beğenmedim. Zaten Sayın Gül de buna işaret etti; “Ne ölmek ne de öldürmek bize göre” değildir diyerek. Dik duruş, adil olmak ve vicdanı elden bırakmamak, çalışkan ve sözünün eri olmak rakiplere verilecek en iyi yanıttır diye düşünüyorum. Ve sevgili okuyucularım bakın yazımı nasıl bağlamışım  dört yıl önce;

“Ve bugün politik takıldık. Politika ince bir sanattır aslında. Her politikayla uğraşan politikanın inceliğini kavramış değildir bence. (hala böyle düşünüyorum) politika benim anlayışıma göre insanları idare etme sanatıdır. Hem bilgi gerektirir, hem görgü, hem psikoloji, hem  sosyoloji, hem de, bunu yadsımayın sakın  birazda  soydan gelme bir şeylerde olmalı.

Ben politikacı değilim, ancak yeri geldiğinde olabilirim, çünkü gerekli alt yapıya sahibim diye düşünüyorum. (burayı okuyunca kendime bugün çok güldüm. O zaman kendime inanıyordum zahar? Nasıl bir öz güvense? Ama şimdi, “hiçbir zaman benden politikacı olmaz” diye düşünüyorum. Ben kim politika kim? Oy aman uzak kalsın, çapulcu olmak daha kolay valla…)”

Ve sevgili okuyucularım yönetenler ve yönetilenler var her zaman. Bizler yönetilmeyi seçenleriz. Bizi ve oturduğumuz mekânı yönetmek aslında zordan öte bir iş. Keşke bilselerdi bu işe baş koyanlar ama tabi bu onların sorunu. Bize düşen ise  bizi yönetecek adayları iyi belirlememiz tabi o da çok kolay değil. Düşünürsek; insan birlikte yaşadığı insanları bile zaman geliyor tanımadığın ayrımına varıyor. Yani temelde ne istediğimizi bilirsek en azından seçimimiz biraz kolaylaşabilir diye düşünüyorum. Ve bu zor işe soyunmuş bütün adaylara başarılar diliyorum. Ve şimdilik sevgili okuyucularım sağlık ve sevgiyle kalalım. Ayrısız gayrısız hep birlikte… Yase

Şubat Güneşi

Uyumak ve Hatta Hiç Uyanmamak…

“Ne duruyorsunuz orada içeri geçsenize çocuklar!” sesinin de “ahh” sesinin tınısı da  aynı sanki… Zeynep  bir üstüne başına bir kadına bakarak “Ama böyle?” “Olsun  bir şey olmaz hadi çabuk zaten donmuşsunuz.”

Ahmet “evet” hadi  “Zeynep önden sen.” “Banyoya önce” diye anne yol göstermişti “diğer banyoya da sen geç Ahmet”

Zeynep sımsıcak banyoya girip duşu açtıktan sonra kendini ısınmış algılayabildi ancak. Kemikleri ısınmaya başlamıştı aynı zamanda. İyice aklanıp paklandıktan sonra ancak havluya uzanmışken  taşlardan yırtılan bacaklarından kan damladığın ayrımına vardı. Banyo dolabına baktı evet işte bant vardı  hemen alıp bantla kesiklerin üzerini örtü. Sonrada havlusuna sarınıp dışarı çıktı… Banyodan çıktığını gören Ahmet’in annesi; “Gel tatlım sana odanı göstereyim” dedi.

Sade ve çok güzel bir odaya götürdü Zeynep’i.

“Bak ne istersen bu odada bulabilirsin, sonra salona gelirsin, tanışıp biraz söyleşiriz olur mu?” “Teşekkür ederim” diyerek Zeynep içeri girmişti kendini çok yorgun algılıyordu. Çocuklarla daha iki saat önce top sektiren o değildi sanki. Kendini  boylu boyunca yatağa attı… Uyumak istiyordu aslında. Ama salona dönmesi lazımdı! Buna rağmen uykunun ağırlığına dayanmayıp gözlerini kapatmış ve derin bir uykuya dalmıştı bile. Ona bu derin uykular miras kalmıştı yaşadıklarından sonra. Bir müddet sonra Ahmet’in annesi  kızın geç kaldığını görünce kapıyı tıkladı  ve yanıt beklemeden içeri girdi..

Zeynep küçük bir kız çocuğu gibi havlulara sarılmış olarak yan dönmüş dizlerini iyice karnına doğru çekmiş uyuyordu. “Zavallı yavrucak” diyerek dolaptan kalın battaniye çıkarıp kızın üzerin şefkatle sıkı, sıkı örttü. Zeynep kendine kalsa uyanmazdı daha. Ancak hapşırmaya başlamıştı aniden. Komiğine giderdi her zaman, insan uyurken nasıl hapşırabilir ki? Ama zaten hapşırmaya başladığında uyanmıştı.

Hemen kalktı “nerdeyim ben” diye çevresine bakındı. O kadar kısa zamanda o kadar çok yer değiştirmişti ki  artık nevrinin dönmesine de  alışmıştı. Hemen havlulardan kurtulup yatağın üzerine bırakılmış kalın ve yumuşacık eşofmanları üzerine geçirdi. Saçları hala kurumamıştı havluyu değiştirip tekrar sardı ve bir müddet dışarı böyle çıkmasının doğru olup olmadığını düşündü sonunda rahat olmaya karar verdi. Mutfak tarafından sesler ve nefis kokular geliyordu. Oraya doğru gitti. Başını kapıdan şöyle bir uzattı. Kapıda Ahmet’in annesi sırtı kapıya dönük bir şeyler yapıyordu. Mutfaktaki tv’den gelen hafif bir müzik sesi mutfağın sıcak havasını biraz daha ısıtıyordu.

Ahmet gördü önce onu okuduğu gazeteden başını kaldırdığında. “Uyandın mı hadi gel otur” diye Ahmet hemen ayağa kalkıp kıza yer gösterdi. Annesi de dönüp kıza  gülümseyerek “Melekler gibi uyuyordun  tatlım  iyi misin?” dedi. “Evet teşekkür ederim iyiyim” diyerek Zeynep Ahmet tin gösterdiği yere oturdu. .

Ahmet’in annesi, “Çocuklar size güzel bir kahvaltı hazırladım. Sonra birlikte güzel bir yemek yeriz olur mu?” diye fırından bir tepsi börek çıkardı tezgâhın üzerine bıraktı. Çaycıda çay hazırdı. Büyükçe bir tabağın içinde fındıklı kurabiyeler anasonlu minik simitler tezgâhın üzerinde dizilmiş masaya getirilmeyi bekliyordu.

Zeynep “yardım edeyim” diyerek hemen yerinden kalktı. Ama kalkması ile oturması bir oldu. Başı aniden  dönmüştü. “Ne oldu başın mı döndü” Ahmet endişe ile ona bakıyordu. “Evet, ama önemli değil geçti bile.”

“Sen kalkma ben anneme yardım ederim” Çay takımlarını dolaptan çıkarak masaya getirdi. Zeynep  oturduğu yerden ona yardım ediyordu… Börekler ve çay geldi. Ahmet’in annesi çayları koyarken Zeynep’e baktı; “Şeker alıyor musun tatlım?” “Teşekkür ederim hayır kullanmıyorum.” “Demek aramızda şeker kullanan yok çok iyi bir şey bu” anne çayları koyduktan sonra, “Hadi siz çayınızı içerken bende hazırlıklarımı tamlayım. Uçağa yetişmek zorundayım” dedi.

“Aa anne söylemiştin. Nerden çıktı şimdi bu?”

“Bu sabah aradılar oğlum, yarın sabah saat sekizde bir toplantıya yetişmek zorundayım. Beni saat 19.30’da garaja bırakabilirsin değil mi Adana’dan uçağa bineceğim de.”

“Anne istersen seni Adana’ya götürebilirim.”

“Yok oğlum hala yağmur yağıyor dönüşün zor olur. Otobüste yerimi ayırttım zaten…”

“Zeynepçim seni bırakmak zorunda kalacağım ama sakın merak etme Ahmet’e güvenebilirsin. Zaten yarından sonra geleceğim bir aksilik olmazsa… Ahmet senin anahtar işini de yarın halleder”

“Teşekkür ederim” derken Zeynep garip duygular içindeydi. Zaten uyanıp mutfağa geldiğinden beri kendini bir garip algılıyordu. Ne işi vardı bu evde, bu insanlar kimdi? Kendisi nasıl oluyor da yabancı bir mutfakta başında havlu üzerinde kendisinin olmayan bir eşofmanla çay içiyordu. Kendi evinde yalnızken bile böyle bir şey yapmazdı. Sonra Ahmet, ondan en az on yaş büyüktü, ama o sanki yaşıtıymış gibi davranıyordu. Teyzesi şimdi onu bu durumda görse ne derdi? Arkası yarın

Günün Fıkrası

Yine bir gün komşudan biri vefat etmişti. Herkes işi bırakıp cenazeye gitmişti. O sırada bir adam Nasreddin Hoca’ya yaklaşarak; “Hocam size sorum olacak” der ve şöyle devam eder: “Acımız fazla büyük elbette sabretmeli, cenaze götürürken neresinde gitmeli?” Hoca: “Elbette sonu budur her kulun, tabutta bulunma da nerde isterse orda bulun!”

Günün Sözü

Fırtınanın şiddeti ne olursa olsun martı sevdiği denizden asla vazgeçmez.

Albert Camus

Geçmiş bir felakete üzülmek, bir yenisini davet etmenin en emin yoludur.

SHAKESPEARE

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here