Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Yine yangın var yüreklerde, kor ateş düştü küçük büyük hepimizin evine. Diyarbakır’ın Sur ilçesi yıkıntı halinde, evler, okullar, harap durumda, korkuyorduk bir gün Suriye’ye benzeyeceğiz diye şimdi ondan kötü durumdayız. İnsanlar yerlerini yurtlarını terk etmiş, etmeyenler yaralı bereli, asker, polis canları pahası savaşıyor teröristlerle şehit haberleri her gün üç beş gelmeye devam ediyor. Peki, meclis ne yapıyor? Havanda su dövüyor. Sen suçlusun sen değilsin diye birbirine saldırıyor. Kim ne söylüyor belli değil, onlar orada tartışırlarken insanlar ölüyor, askerler polisler şehit oluyor. Oysa sağduyu ve soğukkanlılıkla birbirlerini suçlamadan bir araya gelip çözüm üretebilirler bu hiç de zor değilken neden bunu yapmazlar o da belli değil.
Hani analar ağlamayacaktı? Hani çocuklar öksüz kalmayacak, eşler kocasız, kardeşler abisiz! Şimdi artık yalnız analar ağlamıyor, yer gök ağlıyor, börtü böcek ağlıyor. Havalar puslu, karanlık toz duman içinde evlerin içine sızmaya çalışıyor. Ağzını açan yargılanıyor, üstelik defalarca ağırlaştırılmış hapis cezaları ile. Açmayanlarda kendi kendilerini yiyip bitiriyor?
Kadın cinayetleri ve tecavüz ömründe olmadığı kadar arttı. Kadınlar yaşları ne olursa olsun potansiyel tecavüz kışkırtıcısı sayılır oldu? Aklı fikri uçkurda olanlar için. Kulağıma küpe yaptığım bir öyküyü anımsatmak istiyorum çocukluğumda annemin anlattığı defalarca yazmışlığım vardır. Ve ne yazık ki içinde bulunduğumuz durumda her gün yazasım var.
İki kardeş varmış zamanlardan bir zaman içinde. Kardeşin biri kent merkezinde ayakkabıcılık yapar diğeri ise elini eteğini dünya işlerinden çekmiş vaziyette ibadet ederek Tanrı’ya bir dağ kovuğunda yaşarmış. Bazı günler kardeşini görmek için elinde bir tomar karla ayakkabıcı dükkânına gelirmiş. Kar hiç erimezmiş. Günlerden bir gün dağda yaşayan kardeş yine elinde bir tomar karla gelir. Ve küçük dükkanda iki kardeş hasret giderirken dükkana bir kadın girer elini eteğini dünyadan çekmiş kardeşin gözleri kadının ayak bileğine takılır ve o an kar erimeye başlar. Bunu gören diğer kardeş; “Abi der senin niyetin bozuldu. Bak kar eridi” der.
Bu kıssadan alınacak ders anlaşılmıştır sanırım. Ne sanıyor bu insanlar kendilerini? Niyetleri bozuk. Vicdanları bozuk, kafaları bozuk yaratıklardır. Merak ediyorum bu insanların anaları kız kardeşleri çocukları yok mu? Allah’tan utanmıyorlar korkmuyorlar. Kendi çocuklarına yapılsa böyle bir şey ne olacak? Hiç düşünemiyorlar mı? Önemli olan din, iman, ırk, mezhep, milliyet, cinsiyet değil, önemli olan insanlıktır artık ve ne yazık ki insanlık, vahşi, gaddar benliğine esir düştüğünden şimdi sefil bir durumda yerlerde sürünüyor.
Ve sevgili okuyucularım şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum, ailelerine sabır ve bizi mümkünse affetsinler haklarını helal etsinler diyoruz. Ve şimdilik sağlık, sevgi, birlik ve beraberlikle kalalım. Yase
& & & & &
“Bir gün Konfüçyüs (Kong Zi) öğrencileriyle birlikte kayaların arasında deli deli, çağlaya çağlaya akan bir ırmağın kıyısında dolaşıyormuş. Birden ırmağın yukarılarında yüzmekte olan yaşlı bir adam görmüş. Adam bir sulara gömülüyor bir görünüyormuş. Konfüçyüs hemen adamı kurtarmaları için ırmağın aşağı bölümüne öğrencilerini göndermiş. Adamı sağ salim ırmaktan çıkarıp Konfüçyüs’ün önüne getirmişler. Konfüçyüs kayaların arasında ve coşkun suların içinde sağ kalmayı nasıl başardığını sormuş adama. ‘Çok kolay!’ demiş adam. ‘Akıntı beni aşağı çektiği zaman daldım, yukarı ittiği zamanda su yüzüne çıktım.’
Kendini aldatmaya karşı gerçeği göğüslemenin, sertliğe karşı yumuşaklığın, zorlamaya karşı zorlamasızlığın, tutkuya karşı tutkusuzluğun, hoşgörüsüzlüğe karşı hoşgörünün, savaşmaktansa savaşmamanın, erkeğe karşı kadının yanını tutan bir öğreti bu…
& & & & &
Gül Yaprağı
Uzakdoğu’da bir budist tapınağı, bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu. Burada geçerli olan incelik, anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti. Bir gün tapınağın kapısına bir yabancı geldi. Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi. Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, o yüzden kapıda herhangi bir tokmak veya çan, zil yoktu. Bir süre sonra kapı açıldı, içerdeki budist, kapıda duran yabancıya baktı. Bir selamlaşmadan sonra sözsüz konuşmaları başladı. Gelen yabancı, tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu. Budist bir süre kayboldu, sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve bu kabı yabancıya uzattı. Bu, yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz demekti. Yabancı tapınağın bahçesine döndü, aldığı bir gül yaprağını kabın içindeki suyun üstüne bıraktı. Gül yaprağı suyun üstünde yüzüyordu ve su taşmamıştı. İçerideki budist saygıyla eğildi ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye aldı. Suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer vardı…
& & & & &
Çılgınlar tanrısal vahiy ararlar
göğün yerin işaretlerinde
ben bilgelik ararım
zaman ve dünyanın işaretlerinde
kimileri ahmakça kaygılara kutsal der
ben ahmakça kaygıları bırakmaya kutsal derim
kimileri mucizeleri kutsal sayar
ben mucize olmayanları kutsal sayarım
Yin Fu Jing
Günün Şiiri
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak
Taş düştüğü yerde kaya
Taş düştüğü yerde gömülür bir boşluğa
Hey nöbetçi, bu kör karanlığa
Dokun, yansın ellerin, yansın ellerin.
Ellerinden dudağına ve ağzına taşan o meyve
Kırların ürperişi gibi gözlerinden her an geçen istek
Gidiyorsan gidersin, odalar geride kalır
Bırak şu ellerini, menekşeleri, ölümü; bırakırsın.
Ölüm babamdı ceplerinden hergün birşey çıkan
Küçük bir gönye, gül kapçıkları
Paçalarında biriken çamur kalıpları
İki ayakkabıydı kapımızın önüne konan.
Aç avcunu, kayalıklara çarpan dalgalardan
Ne kaldı işte buruşuk yanaklardan
Hırsın, kösnünün, acının kestiği acılardan
Suyla kesildi gitti dudağın kenarındaki tuz.
Tuzun ve tozun kesiştiği yerdesin, sözün kırıldığı duvar
Yansıtır kimlerin kaldığını iki ateş arasında
Bir otelin pervazları kanar ve isiyle
Gökmedrese kapısında güzelim bir nakış daha.
Bakış ve dokunuş, o tılsımlı kuş, nereye gitti
Nerde bitti kalemin yazdığı düş, dumanın
Boğduğu gülüş, iki gözüm
İki gözüm, sözüm bitti.
Vatikan’da Roma’ya bakarak çırpınan ve bağıran körü
Sıvas’ta minareden seyreden sağır duyar,
Yine de dünya aynasına bakıyorum, iki gözüm
İki gözüm, çıkartamadım yüzümü…
Yanakları eğitim yanığı askerin avcundasın, Metin abi
Yönün neresi, sağ yanındaysan söz ve kösnü
Sol yanındaysan yine söz ve kösnü
Eksik olmayacak, eksik olma, belleğimizden.
Ali CENGİZKAN
Günün Fıkrası
Uçağın havalanmasını beklerken adamın yanında oturan diğer yolcu, adama dönmüş ve “Biliyor musunuz, bir yerde okumuştum eğer yolculuk esnasında yanınızdaki ile sohbet ederseniz, seyahat süresi daha kısa geliyormuş insana.” Kucağındaki kitabı okumak üzere yeni açmış adam, kitabı yavaşça Kapatmış ve adama; “Hangi konuda sohbet etmek istersiniz?”
“Bilmem ki, nükleer enerji konusunda konuşmak ister misiniz?”
“Olabilir, bu ilginç bir konu olabilir ancak nükleer enerji konusuna girmeden önce size başka bir soru sorayım. Bir at, bir inek ve bir keçi, üçü de ot yiyerek beslenmelerine rağmen, keçi misket şeklinde, inek sıvı şeklinde, at ise kurutulmuş ot şeklinde dışkılar. Sizce neden?”
Sohbet etmek isteyen adam, hayretle bakmış; “Hiçbir şey aklıma gelmiyor, bilmiyorum.”
Kitabını okumak isteyen adam; “Hiç bir bok hakkında bilgin yoksa ne demeye nükleer enerji konusunda sohbet etmek istedin.”
Günün Sözleri
Kalbin bir gün seni sevgiliye götürecek. Ruhun bir gün seni sevgiliye taşıyacak. Sakın acında kaybolma. Bil ki çektiğin acı bir gün dermanın olacak. Aklın varsa bir başka akılla dost ol da, işlerini danışarak yap. Nefsin ejderhadır. Öldü sanma, uykuya dalar o. Dertten eline fırsat düşmediği için uyur. Derdin bitince çıkar hemen. Hüner; dertsizken de nefsi uykuda tutmadadır.
Mevlana