Gül Ağacı Değilem…

0
97

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Hani bir şarkı vardı bir zamanlar rahmetli Zeki Müren çok güzel söylerdi; “Gül ağacı değil em her gelene eğilem” diye başlayan. Bu sabah sırf hatır için bendenizin hiç bilmediği, hiç geçmediği yollarda, savrula savrula, avare avere dolaşırken, ter kan içinde kalarak. Aniden içime bir hüzün düştü, yapacak çok daha önemli işlerim varken, avarelik yapmak bendenize hiç yakışmıyor, sırf kimseye hayır diyemediğim için düştüğüm duruma bakıp, bir zamanların “Gül ağacı değilem, her gelene eğilem” şarkısı böylece düştü dilime. Hiç aklımda yokken. “Hayır, ben gerçekten bir gül ağacıyım ve her gelene eğiliyorum işte bu da kanıtı” dedim kendime; kendi canımı acıtmak istercesine.

Valla bıktım gül ağacı olmaktan “hayır” demeyi öğrenene dek de öyle kalacağım zahir. Hiçte yumuşak başlı değilken, isyan bayrağı elimden düşmezken! Ancak çok iyi biliyorum ki her gelene eğilmiyorum, herkesin bir zayıf noktası var tabi ve bu insanlar zayıf noktamdan vurmayı çok iyi biliyorlar o kadar.

Ve bu sabah gül ağacıyım hem de yerlere dek eğilen- dikkat kul önünde eğilmek değil diz çökmek hiç değil. Bu yaptığım güle sevdalananlara yalnızca… Yapabileceğim bir şey yok. Ve şimdilik hoşça kalalım diyorum, sağlıkla, sevgiyle, birlik ve beraberlikle, hep birlikte sevgili okuyucularım. Yase

& & & & &

En Değerlisi Sevgi

Güzel sanatlara hayran bir adam varmış. O kadar çok seviyormuş ki, hayatını ona adamış. Güzel sanat eserleri alabilmek için çok çalışıyor ve güzel bir sanat eseri için tüm parasını veriyormuş. Öyle ki Rembrandt, Picasso ve diğer pek çok ünlü sanatçının eserini satın alabilmek için var gücüyle çalışıyormuş. Eşini yıllar önce kaybetmiş, ama bir oğlu varmış. Çocuğunu yetiştirirken bu sanat sevgisini ona da aşılamış. Büyüyünce, oğlu da bir sanat koleksiyoncusu olmuş. Ve bu sanat sevgisi her ikisinin de çok sevdiği ve onları birbirine bağlayan güçlü bir bağ olmuş.

Bir süre sonra ülkeleri bir savaşa girmek zorunda kalmış. Ülkenin diğer gençleri gibi oğlu da göreve yazılıp ülkesi için savaşa katılmış. Aradan biraz zaman geçmiş ve baba bir mektup almış. Oğlunun bir harekatta kaybolduğunu bildiriyormuş mektup. Baba çok üzülmüş. Oğlunu çok seviyormuş ve yokluğunda, oğlunun, onun için ne kadar önemli olduğunu anlamış. Ona ne olduğunu bilmemek acısını çok daha fazla arttırıyormuş. Birkaç hafta sonra kalbini parçalayan ikinci mektubu almış baba. Bu mektupta, oğlunun bir harekat sırasında öldüğü yazıyormuş. Oğul, muharebe sırasında yaralanan askerleri kurtarıyormuş. Ve en son yaralıyı güvenli bölgeye taşırken, arkadan gelen bir kurşun onun hayatını kaybetmesine sebep olmuş.

Mektubu alalı birkaç ay olmuş ve Noel sabahıymış. Ama baba yataktan kalkmayı istemiyormuş. Oğlu olmaksızın bir Noel geçirmeyi gönlü arzu etmiyormuş. Birden kapı çalınmış ve kim olduğuna bakmak için aşağıya inmiş. Kapıyı açınca elinde bir paket olan genç bir adam görmüş. Genç adam: “Bayım, siz beni tanımıyorsunuz; ama ben oğlunuzun kurtarırken öldüğü yaralı askerim” demiş. “Ben çok zengin biri değilim. Ama oğlunuz sizin sanat sevginizden bana söz etmişti. Ve ben de çok iyi bir ressam olmadığım halde onun bir portresini yapıp size hediye etmek istedim” demiş.

Baba paketi almış ve eve girip açmış. Sonra koleksiyon odasına gidip şöminenin üzerinde asılı olan Rembrandt eserini çıkarıp onun yerine kendi oğlunun portresini asmış. Sonra gözlerinden akan yaşlarla genç adama dönmüş ve “Bu benim en değerli eşyam. Ve evimdeki tüm değerli eserlerin hepsinden daha değerli demiş. Baba ve genç adam birlikte Noel yemeği yemişler ve genç adam daha sonra gitmiş. Birkaç yıl sonra baba hastalanmış ve bir süre sonra da ölmüş. Onun ölümü her yerde duyulmuş. Herkes onun sahip olduğu sanat eserleri için yapılacak müzayedeyi merak ediyormuş. Nihayet müzayedenin Noel Günü yapılacağı duyurulmuş. Müze yetkilileri ve dünyanın en ünlü koleksiyoncuları evde toplanmışlar. Hepsi heyecanla satılacak sanat eserlerini alabilmeyi bekliyorlarmış. Ev dolmuş. Müzayede yöneticisi ayağa kalkmış ve: “Hepinize geldiğiniz için teşekkür ederim. Müzayedenin ilk parçası arkamda gördüğünüz portredir” demiş Arka sıralardan biri “Ama o, yaşlı adamın oğlunun portresi” diye bağırmış. “Neden onu geçip, asıl sanat eserlerine gelmiyoruz.”

Mezatçı: “Önce bunu satmamız gerek. Sonra diğerlerine geçebileceğiz” demiş. “Evet, artırmayı 100 dolar ile başlatıyorum. Yok mu arttıran?” Hiç kimseden ses çıkmayınca “O zaman 50 dolar” demiş. Hala kimseden ses çıkmamıştı. “O zaman 40 dolar.” Ses çıkmayınca “Hiç kimse bu portreye talip değil mi?” diye sormuş. Yaşlıca bir adam ayağa kalkmış ve “10 dolara olur mu?” demiş. “Tüm param bu… Ben onların karşı komşusuyum ve bu çocuğu tanıyorum. Onun büyümesine tanık oldum ve o çocuğu çok sevdim. Onun portresini almak isterim.” “Yani 10 dolara almak istiyor musunuz?” diye sormuş müzayedeci. “10 dolar! Satıyorum! Satıyorum! Satttt-tttttiiimmmm!” Salonda bir sevinç mırıltısı yükselmiş ve herkes birbirine: “Nihayet gerçek sanat eserlerine kavuşacağız” demeye başlamış.

Müzayedeci o zaman: “Hepinize geldiğiniz için teşekkürler ederim. Sizleri bugün burada görmek çok güzeldi. Ama müzayede burada bitti” demiş Kalabalıktan kızgın sesler yükselmeye başlamış. “Ne demek müzayede bitti? Diğer parçalar için artırma başlamadı bile…” Müzayedeci o zaman: “Üzgünüm ama müzayede sona erdi. Çünkü yaşlı adam vasiyetinde söyle demişti. ‘Oğlumun portresini alan tüm eserlerin sahibi olur.’”

& & & & &

Sağlam tarafına oturuyoruz… Yetiyor bize!

Saglam tarafina oturuyoruz...yetiyor bize

Mut’un bir dağ köyünde dostlarla birlikte gezerken yaşlı bir karı kocayı gördüm.. Baktım bir kanepenin üzerinde oturuyorlar…  İyice yaklaştığımda tezekten yapılmış evlerinin bahçesinde oturdukları kanepenin bir tarafının tamamen kırık olduğunu, kanepenin sağlam tarafına sıkışarak oturduklarını ve sohbet ettiklerini anladım. Yüzlerinde bir tebessüm vardı.. Evin halinden ve karı kocanın  kılık kıyafetinden  maddi durumlarının hiç iyi olmadığı ve yeni bir kanepe  alacak güçlerinin olmadığı hemen anlaşılıyordu… Selamlaştıktan sonra, ‘Kanepe kırılmış’ dedim… Yaşlı adam büyük bir bilgelikle cevap verdi, ‘Biz de sağlam tarafına oturuyoruz… Yetiyor bize..’ Kadın da tamamladı, ‘He ya yetiyor bize bak ne güzel oturuyoruz’ Sevdiğimin elini daha sıkı sıkı tuttum…

Öyle ya, ‘Aşk bu kanepe neden kırık, neden yeni bir kanepe almıyoruz’ diye dırdır etmek, şikayet etmek yerine, ‘Kanepenin sağlam tarafını paylaşmak’ değil midir?

Günün Şiiri

Gül Ağacı Değilem 

Gül ağacı değilem

Her gelene eğilem

Çek elini elimden

Ben sevgilen değilem

Nice güle arzeyleyem

Kızıl gülem ben

Kollarını sar boynuma

Sevgilinem ben

Elimde eli yarim

Olmuşam deli yarim

Bugünüm böyle geçti

Sabahı bekle yârim

& & & & &

Bir küçük dünyam var içimde benim

Mihnetim ziynetim bana kafidir

Görenler dar görür geniştir bana

Sohbetim ülfetim bana kafidir

İstemem dünyanın saltanatını

Süslü giyimini Arap atını

Bilirsem Türklüğüm var kıymetini

Vatanım milletim bana kafidir

İsterdim hayatta düşmanla savaş

Milletime kurban olaydı bu baş

Nasip değil imiş şehitlik kardaş

İmanım niyetim bana kafidir

Dünya geniş olsun ister dar olsun

Yeter ki kalbimde iman var olsun

Her zaman milletim bahtiyar olsun

Rütbemle mesnedim bana kafidir

İçimde beslerim bir büyük ordu

Çiğnesin düşmanı yükseltsin yurdu

Azmi zihniyeti Veysel’in derdi

İşte bu niyetim bana kafidir

AŞIK VEYSEL

Geleceğim bekle dedi gitti,
Ben beklemedim, o da gelmedi.
Ölüm gibi bir şey oldu,
Ama kimse ölmedi.
Özdеmir ASAF

Ben birini sevmiyordum
O da beni sevmiyordu
Bir gün bir yerde randevulaştık
Ben gitmedim O da gelmedi
Özdemir ASAF

Bekliyorum öyle bir havada gel ki
Vazgeçmek mümkün olmasın.
Orhan Vеli KANIK

Günün Fıkrası

Trabzon’a Gider

Temel uçakla Trabzon’a gidecekmiş. Oturmuş bir yere rastgele. Asıl yer sahibi gelmiş: “Beyfendi burası benim yerim kalkar mısınız?” “Hayır.” “Beyefendi burası benim yerim kalkın.” “Hayır.” Yer sahibi gider hostese başvurur. “Beyefendi burası sizin yeriniz değil, kalkar mısınız lütfen?” “Kalkmam.” Hostes çare bulamayınca kaptana başvurur. Kaptan, Temel’in kulağına bir şey fısıldar ve Temel kalkar, arka tarafa oturur. Herkes hayret etmiş durumdadır, “biz bu kadar uğraştık kalkmadı acaba kaptan nasıl kaldırdı bunu” diye. Dayanamıyorlar, Kaptan’a soruyorlar: “Dedim ki burası Trabzon’a gitmez…”

Günün Sözü

Unutma; senin için başkasından vazgeçen, bir gün mutlaka başkası için senden vazgeçer.
Hz. Mevlana

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here