Günaydın sevgili okuyucularım. Nasılsınız bu sabah? Bugün yine sizlerle bir ramazan hikayesi paylaşmak istiyorum, netten bulduğum… Sağlık ve sevgiyle kalın sevgili okuyucularım… Yase
Salebe’nin Zekâtı
Medine halkından Salebe çok fakirdi. Her sabah mescide erken gelir, namazını Peygamberimizle birlikte kılar ve giderdi. Gel zaman git zaman, Salebe artık fakirlikten sıkıldı. Aklına koymuştu bir kere, mutlaka zengin olmak istiyordu. Ama bu isteğinin gerçekleşmesi için Peygamberimizden bir dua istiyordu. Bunu birkaç kez tekrar etti. Peygamberimiz, duymazdan gelmişti.
Yine bir sabah namazı sonrası Efendimiz’den (a.s.v.) zengin olması için dua istemiş, hatta en sonunda yemin ederek şöyle demişti: “Seni hak Peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, beni zengin ederse fakirin hakkını fazlasıyla vereceğim, yoksullara yardımda bulunacağım. Yeter ki bana istediğim zenginliği versin.”
Efendimiz her defasında, “Şükrünü yaptığın az mal, şükrünü yapamadığın çok maldan hayırlıdır Salebe!” diye ikaz ediyordu.
Bu ikaza rağmen Salebe Efendimiz’den ısrarla zengin olması için dua istedi. Anlaşılan o ki Salebe’yi vazgeçirmek mümkün değildi, nihayet Efendimiz (a.s.v) de istediği duayı yaparak, “Salebe’yi istediği mala kavuştur Ya Rab” diye niyazda bulunmuştu.
Salebe bu duadan sonra bir koyun aldı. Kısa zamanda bu koyun bir böcek gibi çoğaldı. Salebe’nin sürüsü kısa zamanda öylesine çoğaldı ki, mescidden çıkmadığı için cami kuşu adı verilen Salebe, artık Cuma’lara dahi gelemiyor, çölde koyun sürüsünün peşinde kaybolup gidiyordu.
Efendimiz (a.s.v.) mescidde zaman zaman Salebe’yi soruyor, “Çölde koyun sürüsünün ardından ayrılamıyor” denince, “Yazık oldu Salebe’ye!” diyerek üzüntüsünü dile getiriyordu.
İşte tam bu zaman diliminde zekat ayeti geldi. Efendimiz, servet sahiplerine zekat memurlarını gönderdi. Zekatlarını toplayıp hazineye getirecekler, oradan da ihtiyaç sahibi fakirlere dağıtılacaktı. Salebe’ye de memurlar gönderdi. Onu çölde sürüsünün peşinde bulan zekat memurları, gelen ayetin emri gereği olarak zenginlerin malının kırkta birini zekat olarak toplayıp götürmeye geldiklerini anlattılar.
Salebe gelen memurları şöyle bir süzdü. Gözlerini kıstı ve “Mal benim, çöllerde bu sıcaklarda sürünerek dolaşıp kazanan benim. Size ne oluyor ki, benden haraç ister gibi koyunlarımın kırkta birini istiyorsunuz? Bu sizin yaptığınız düpedüz haraç istemektir!”
Salebe, vaktiyle verdiği sözü adeta inkar etmişti. Salebe’nin bu sözlerini duyan Resulullah Hazretleri, Salebe’nin sözlerini birkaç kez tekrar ettirdi. “Yazık oldu Salebe’ye… Zengin olmayı istemese, hakkımda hayırlısı ne ise onu ver ya Rab diyebilseydi.”
Bu olay üzerine Tevbe Süresi ayet 75 geldi: “Münafıklardan bazıları da mal verip zengin ettiği takdirde Allah’a daha çok itaat edip fakir fukaraya daha fazla yardım yapacaklarını söylerler. Fakat Allah, onlara istedikleri serveti ihsan edince cimrilik edip verdikleri sözleri unuturlar.”
Bu ayet indiği sırada Salebe’nin bir akrabası da oradaydı. Hemen Salebe’ye gitti. “Senin yüzünden ayet indi” diyerek Salebe’yi zekat vermesi için uyardı. Salebe koşarak Peygamber Efendimizin yanına geldi. Zekatını getirdiğini ve yoksulların hakkını getirdiğini söyleyince Efendimiz (a.s.v.) üzüntü ile “Senin yardımını alamam artık Salebe” dedi. Bu dehşetli bir olaydı. Salebe’nin zekat memurlarına “Sizin yaptığınız haraç istemekten başka bir şey değildir” manasına gelen sözleri Resulullah’a çok dokunmuş, incinmişti.
Efendimiz’in vefatından sonra da sırasıyla Hazreti Ebu Bekir’e müracaat eden Salebe, Hz. Ömer ve Hz. Osman’a da müracaat etti ise de hepsinden, “Resulullah’ın kabul etmediğini biz nasıl kabul edebiliriz” cevabıyla karşılaştı.
Hz. Osman (r.a) zamanında ölen Salebe’nin son anlarını yaşadığı sıralarda kulaklarına Resulullah’ın tekrar ettiği ilk ikazları yankılanıyordu: “Şükrünü yaptığın az mal, şükrünü yapamadığın çok maldan hayırlıdır Salebe!”
Salebe artık “zekatı kabul edilmeyen zengin” olarak tarihe geçmişti. Böylece bu olayla, zekatını vermekte nazlanan cimri zenginlere dehşetli bir ibret dersi veriliyordu.
Günün Şiiri
RÜZGÂR GÜLÜ
önümden çekilirsen İstanbul görünecek
nerede olduğumu bileceğim
sisler utanacak eğilecek
ağzının ucundan öpeceğim
saçına kalbimi takacağım
avcunda bir şiir büyüyecek
nerede olduğumu bileceğim
bu çıplak geceler yok mu
bu plak böyle ağlamıyor mu
camları kırmak işten değil
delirecek miyim neyim
kirpiklerimden mısra dökülüyor
kenya’da simsiyah yalnızım
yoksul bir şilepte gemiciyim
malezya’da yük bekliyorum
önümden çekilirsen istanbul görünecek
nerede olduğumu bileceğim
gözlerini söndürme muhtacım
ben senin aydınlığına muhtacım
yepyeni bir ilkbahar harcayıp
bir yaz boğup bir sonbahar harcayıp
rüzgâr gülünü arayacağım
oran’da pernanbouc’ta tombuktu’da
vinçler yine akşamları indirecekler
yine karanlığa bulaşacağım
gözlerin rüzgârda savrulacak
ikimiz iki sap buğday olsak
sen benim olsan ben senin olsam
bir gece vakti aklına gelsem
uykunu tutsam bırakmasam
seni kucaklasam kucaklasam
birbirimizin kalbini dinlesek
dünyanın kalbini dinlesek
büyük ateşler yaksalar
iki güvercin uçursalar
nerede olduğumuzu bilsek
Attila İLHAN
Ramazan Ayeti
Resul-i Ekrem (sallallâhü aleyhi vesellem) Efendimiz Ramazan ayı ve orucunun Allah’a yakınlaştırması ve fazileti hakkında ümmetine şöyle seslenmektedir: “Oruçlu mü’minin ferahlayıp sevineceği iki an vardır: Birisi iftar ettiği zaman, diğeri de orucunun sevabıyla Rabbine kavuştuğu andır.” (Buhârî, Savm, 9; Müslim, Sıyâm, 163)
“Muhammed’in (aleyhissalatü vesselam) canı kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, oruçlunun ağız kokusu, Allah katında misk kokusundan daha güzeldir.” (Buhârî, Savm, 9; Müslim, Sıyâm, 163)
Muhtelif ayet ve hadislerde geçtiği üzere Ramazan ayı, mü’minlerin ibadetlerinin bire on, bire yediyüz ve Allah dilerse sonsuz sevapla mükafatlandırıldığı bir sürprizler ve lütuflar ayıdır.
Günün Sözü
Hayatın karşına çıkardığı müşkül hadiselere sabır ve tahammül et. Onları hiç kimseden bilme ve hiç kimseye karşı kalbinde bir adavet besleme; hiç kimseye hiddet ve şiddet gösterme. Bu suretle hareket edersen en büyük müşkülleri bile yenersin ve sen de “insan-ı kamil” mertebesine erersin.
Hz. Ali