Marangoz

0
201

Günaydın sevgili okuyucularım, nasılsınız bu sabah? Umarım iyisinizdir. Sabah-Sabah bir hikâye var dağarcığımızda… Gelin hep birlikte okuyalım!

Yılların marangozuydu. Saçlarını o küçük atölyesinde ağartmıştı. Eskisi kadar işi yoktu artık. Fabrika mamulü eşyalar piyasayı istila etmişti. El işi özel imalat meraklıları dışında kimse gelmiyordu dükkânına. Hani neredeyse birer sanat eseri olan masalar, sehpalar, kitaplıklar yapar, geçimini bununla sağlardı. En iyi tahtaları kullanır, görülmedik bir özenle çalışırdı.

Tahta mı gerekiyor, keresteciye mutlaka kendisi gider; ceviz, gürgen, çam cinsinden en iyi tahtaları bizzat seçip alırdı. Üzerlerinden en az bir yıl geçmedikçe bu tahtaları asla kullanmaz, kurumalarını beklerdi. Bu yüzden de yaptığı eserlerinde en küçük bir ayrılma, eğilme, bükülme olmazdı. İmal ederken pek az çivi kullanırdı, “Demir çivi eşyanın ömrünü kısaltır” derdi.

İşinde gayet titizdi. Az konuşur, sorulan sorulara kısa cevaplar verir, ücret konusunda hiç pazarlık etmezdi. Tanıyanlar bilirlerdi bu huyunu, tanımayan müşteri gelir de fiyata itiraz ederse, sözü uzatmaz, “Ben hakkımdan fazlasını istemem” der, pahalı geliyorsa başka bir marangoza gitmesini söylerdi. Sinirliydi biraz, bu huyunu bilir, kimseyle tartışmamaya çalışırdı.

Sabah namazından beri çalışıyordu. Bir hayli yorulmuştu. Sipariş edilen bir masayı daha bitirdikten sonra, “Bugünlük bu kadar yeter” deyip oturdu. Kurban bayramına üç gün kalmıştı, kurbanlık alması gerekiyordu. “Bir bardak çay içeyim de ondan sonra giderim” dedi. Kendi kendine konuşurdu yalnız zamanlarında. Emektar aletleriyle sohbet ederdi bazen. Bunlar onun organları gibiydi.

İki dükkân ötedeki çay ocağına gitti, selam verip bir sandalyeye oturdu. Onun her zaman “orta açık çay” içtiğini bilen garson, sormaya bile lüzum görmeden getirdi çayını. Şekeri karıştırırken, kendisi gibi emektar ustalardan biri olan arkadaşı kapıda belirdi. Sonra da gelip yanına oturdu. Tornacıydı adam. Son zamanlarda iyice yaşlanmış, işini göremez olmuştu. Dalgındı, hüznün resmi mürtesemdi yüzünde.

Söz kurbandan açıldı, konuştular bir iki satır. “Biraz sonra gidip kurbanlık alacağım” dedi marangoz. Tornacı dalgın gözlerle marangozun yüzüne bakıyordu. Söyleneni işitiyor ama anlamıyordu. Marangoz farkına vardı bunun: “Canın sıkkın” dedi.

“Evet.” “Sebep?” “Bir talebe var… Üniversitede okuyor.” “Ne var bunda?” “Önüm sıra yürürken birden yere yıkıldı çocuk.” “Niye?” “Kaldırdım hemen. Sebebini sordum. Önce söylemek istemedi. Israr ettim… Açlıktan başı dönmüş…” “Kimi kimsesi yok mu peki?” “Gurbet hali, bilirsin. Arkadaşları var gerçi. Bizim binanın bodrum katında kirada oturuyorlar. Hepsi memleketlerine gitmişler.” “Bu niye gitmemiş?” “Gidememiş. Para beklemiş ama gelmemiş parası. Ailesi fakirmiş anlaşılan, gönderememişler. Cebindeki üç beş kuruş da bitince aç kalmış. Kimselere söyleyememiş derdini.”

Marangoz şakaklarını ovdu bir süre. İri bir eli, nasırlı parmakları vardı. Âdetiydi, canı sıkıldı mı iyice bastırarak alnını, şakaklarını, göz çukurlarını ovardı. Tornacıyı ilk kez görüyormuş gibi bakarak sordu: “Sen ne yaptın peki?” “Ne yapacağım” dedi Tornacı, “aldım eve götürdüm. Allah ne verdiyse beraber yedik. Lakin fazlasını yapamadım. Benim de meteliksiz zamanıma rast geldi. Kalktım buraya geldim, belki bir iş çıkar diye.” “Çıktı mı peki?”

Tornacı “Nerde o eski günler!” dercesine elini sallayıp sustu. Önüne konan çayı karıştırmaya başladı. Şeker atmayı unutmuştu. Marangoz da susuyordu. Bir yanda evde kurban bekleyen hanımı vardı, öte yanda parasızlıktan yere yıkılan bir garip talebe. Elini cebine attı, bütün parasını çıkarıp tornacıya uzattı: “Götür ver!” dedi, “Söyle ona, memleketine gitsin.”

Tornacı hayretle baktı: “Hepsini mi?” “Hepsini.” “Kurban alacaktın hani?” “Allah kerim!” dedi Marangoz, başka da bir şey söylemedi.

Uzunca sustular. Tornacı parayı cebine koyup gitti. Marangoz da atölyeyi kapatıp evin yolunu tuttu. Yürüyerek gitmek zorundaydı, son parasını da çaycıya vermişti çünkü.

Evde, “Kurbanlık almadın mı Bey?” diyen hanımına da Tornacıya verdiği cevabı verdi: “Allah kerim!” Kadın başka soru sormadı. Tanırdı kocasını. Sessizce sofra hazırlamaya başladı. İkinci gün tekrar atölyesine gitti Marangoz. İş elbisesini giyip tezgâhının başına geçti. Çam ve tutkal kokuyordu atölye. Yıllardır bu kokuyla yaşamıştı. Bu koku elbisesine de siner, her nereye gitse onunla gelirdi. Eline planyayı aldı, işe başlayacaktı ki kapıda bir adam belirdi: “Merhaba usta!” “Merhaba!” Adam eşikte duruyordu, arkası güneşe dönük olduğu için yüzü iyi seçilmiyordu. Marangoz tanıyamamıştı. Adam anladı durumu, bir iki adımda içeriye girdi. “Beni tanıyamadın galiba.”

“Evet.” “Üç ay kadar önce sana bir iş yaptırmıştım. Çalışma odam için masa, sehpa, kitaplık falan… Paranın bir kısmını vermiş bir kısmını sonraya bırakmıştım. Şimdi hatırladın mı?” “Hatırlar gibi oldum. Gebzeliydin galiba.” “Evet… Ya usta, kusura bakma, parayı geciktirdim. Bir türlü yolum düşmedi buralara. Sen de arayıp sormadın.” Cebinden bir deste para çıkartıp uzattı Marangoza: “Buyur. Bayram yaklaştı, lazım olur. Hakkını helal et.” Marangoz parayı alıp tezgâhın üstüne koydu. “Buyur bir çay iç” dedi. “Sağ ol usta, başka zaman. Arabayı çalışır vaziyette bıraktım. Bana müsaade.” Ustanın elini sıkıp gitti adam. Marangoz parayı saydı. Kurban bayramı için ayırıp da sonra Tornacıya verdiği paranın tam iki katıydı! En küçük bir hayret ifadesi belirmedi yüzünde. Hafifçe gülümsedi ve “Allah kerim!” dedi.

Günün Şiiri

Kadından Korkmam

Kadın ceylan gibi güzel ve ürkek

Bu ürkek kadından neden korkayım.

Güçlüyüm, yiğidim, benim o erkek

Kadınımdan korkmam, neden korkayım.

 

Akşam geç saatte zili kurarım

Sabah hamurumu hemen kararım

Kahvaltı hazırlar, sofra sererim

Çayı da demledim, neden korkayım.

 

Bütün çamaşırı ben yıkıyorum

İki durulayıp, bir sıkıyorum

Perdeler kirli mi? Bir bakıyorum

Halıyı da çırptım, neden korkayım.

 

Daha yapacak çok işim var ama

Yırtık elbiseler istiyor yama

Çamaşır sermeye çıkarken dama

Ütümü de yaptım, neden korkayım.

 

Dikiş-nakış yapar, örgü örerim

Fırına baklava, börek sürerim

Bir isteğin var mı? Diye sorarım

Kahvesini yaptım, neden korkayım.

 

Misafir gelince yemekler benden

Bulaşığı benden, köpüğü Vim’den

Çocuğun altını değiştim birden

Banyoyu da sildim, neden korkayım.

 

Mansur der; bu işte hiç yalan yoktur

Kalan dertlerimi sayarsam çoktur

Cilvesi yok, nazı zehirli oktur

Zaten kölesiyim, neden korkayım.

Mansur EKMEKÇİ (09.06.2010)

Benden Çıkınca Anladım

Hasretliğin sancısını

Şimşek çakınca anladım.

Sensizliğin acısını

Beni yakınca anladım

Gözlerim yoluna daldı

Gördük ki bir serap kaldı

Sonra meçhullere saldı

Son kez bakınca anladım.

Beni bırakıp giderken

Diyemedin daha erken

Kalbime cefa ederken

Benden çıkınca anladım.

Zülfünü boynuma urgan

Karanlığı ettin yorgan

Gönül vurgun, feryat figan

Kurşun sıkınca anladım.

Mansur EKMEKÇİ

Neden Kıydın 

Neden kıydın bana gözümün nuru

Dualarım senin, bedduan benim.

Bir tek sana yandım böyle bil bunu

Cennet senin olsun, cehennem benim.

 

Aramızı kimler açtı bilemem

Sana ne zalim ne nankör diyemem

Ayağına düştüm geri dönemem

Tahtın senin olsun, zindan da benim.

 

Aşkıma doysan da ben sana doymam

Kendime kıyarım sana hiç kıymam

Yerden yere vursan küsüp darılmam

Sevgi senin olsun, acılar benim.

 

Aşkın toprağında solan son gülüm

Sen ateşim oldun ben sende külüm

Mansur’u ayırsa zamansız ölüm

Hayat senin olsun, ölüm de benim.

Mansur EKMEKÇİ (29.09.2003)

Günün Fıkrası

Temel üniversite sınavlarına girmiş. Her soruda yazı tura atarak cevaplar vermiş. İki saat sonra öğrencilerin çoğu sınav kağıdını verip salonu terk etmiş, Temel hala yazı tura atıyordu.. Öğretmen gelmiş başına dikilmiş; “Temel hepsine yazı tura atıyorsun bitiremedin mi?” Temel; “Hocam bir saat önce biturdum ama cevaplarını kontrol edeyrum.”

Günün Sözü

Hedefi olmayan bir gemiye hiç bir rüzgâr yardım edemez.

Motaigne

Bir şeyi çok sevmek, insanı o şeye karşı kör ve sağır yapar.

Hz. MUHAMMED

Sevmek acı çekmektir, sevmemekse ölmek!

ARISTOTELES

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here