Huzursuzluk
Her an yanınızda olsa da ondan yüz çevirmeyin.
Giydirin, sevimli, pembe mavi mineli giysileri
Çıplak kalmasın,
Boynuna bağlayın ebrudan ipek şalı
Ve kolunuza takın.
Sevgilinizmiş gibi..
Huzurun yalın güzelliği ile kıyaslamayın sakın…
Onunda başka bir güzelliği var çünkü…
Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Eskiden bu havalarda yani soğuk ama üşütmeyen havalarda Sıcacık köşemde oturup kitap okumayı annemin hazırladığı ıhlamurdan bir yudum alıp sonra sıcak köşemde uyuklamayı çok severdim. Şimdide seviyorum amma o zamanlarda ki gibi değil artık. O zamanlar güven içindeydik annemiz yanımızda düşüneceğimiz yalnızca yarınki derslerimizdi. Ve okul kütüphanesinden alacağımız yeni bir kitaptaydı.
Şimdi öylemi? “Büyüdük ve kirlendi dünya “demek istemiyorum çünkü biz küçükken de ve her zamanda dünya bazıları için kirliydi. Her zamanın kendine ait huzursuzluğu pisliği ve bununla berber dinginliği vardı diye düşündüğümden zamanlar arası bir karşılaştırma yapmaktan kaçınıyorum. Ancak küçükken düşüncelerimizde bakış açımızda kendimizle doğru orantılıydı. Küçüktük, küçük şeylerle mutlu olurduk. Bizim için güven ilk şartı mutlu olabilmek için. Sonra bir annenin varlığı ve kitaplarımız. Ve okulumuz. Daha ne İsteyebilirdik ki? Özgürdük üstelik ömrümüzde bir daha olamayacağımız kadar.(nasıl küçük şeyler ama?) Ne zaman büyümeye başladık. Elimizden kaymaya başladı her şey yavaş, yavaş. Ve devam etti her şey kaymaya, elimizden kayanların yerine başka şeyler koyduk zamanı geldikçe ama yeri dolmadı kaybettiklerimizin. Zaten isteğimiz doldurmakta değildi. Çünkü o yerler hep doluydu yalnızca yeniden ortaya çıkacakları günü bekliyorlardı hafızamızın sandığında.
Ve bu gün yine seviyorum havaların karanlığını şişko, şişko yağan yağmurunu ve kitap okumayı köşemde ve hafızamda gizli kalmış ne varsa dışarı çıkarıp onlarla söyleşmeyi. Ancak hiçbir şey eskisi gibi değil artık. Küçükken küçük olan bütün düşüncelerimiz kaygılarımız ve kuşkularımız ve güvensizliğimiz bizimle büyüdü. O zaman onları anne sevgisi güven duygusu ve okulun yumuşak elleriyle gizlemiştik. Şimdi ise her şey birbirine dolanmış ve Adı “ huzursuzluk.” Olmuş. Ve çırılçıplak. Evet, yağmuru dinlerken fırtınada uçarken, çocukluğumuza ait ne varsa onunla sevinirken ve birçok duyguya ev sahipliği yapmaya başlamışken bedenimiz, kalbimiz de yine de en etkin duygumuz “huzursuzluk” Ve bu güzel güneşli kış gününde çok güzel bir yazı yazabilirdim içinde huzursuzluk sözcüğü olmayan. Kim bilir inşallah…
Yarın, belki yarından yakın yazarım! Aslında her zamanın kendine has huzursuzlukları olduğu gibi dinginliği de var. Belki dinginliğini yakalarım?
Ve sevgili okuyucularım. Zaman her zaman istediğimiz gibi geçmeyebilir ancak hayat güzeldir, yaşamak güzeldir dünya güzeldir gökyüzü deniz dağlar börtüler böcekler gerçekler ve hatta mecaz olanlar bile. Unutmayın huzursuzluk her an yanınızda olsa da ona yüz vermeyin, onu giydirin sevimli pembe mavi mineli giysileri, çıplak kalmasın, boynuna bağlayın ebrudan ipek şalı ve kolunuza takın. Sevgilinizmiş gibi. . Huzurun yalın güzelliği ile kıyaslamayın onu sakın. Onunda bir güzelliği var çünkü.
Ve şimdilik, sağlık ve sevgi birlik berberlik ve sımsıcak el ele kalalım dileyerek yazıma son veriyorum sevgili okuyucularım… Yase
& & & & &
Bir Kış Günü Hikâyesi
-Bugün hava her zamankinden soğuk değil mi?
-Evet. Ama mecburuz yola çıkmaya. Hem dert etme. Gittiğimiz yer çok sıcakmış. Isınırız orda bir güzel. Diğer dostlarımızı da göreceğiz bu yolculukta unutma. Bu bile yeter yola çıkmaya.
-Doğru söylüyorsun galiba…

Ellerine baktı son kez. Ayışışığı vurmuştu sanki çehresine. Öylesine parlıyordu alabildiğine. Şımarmamak için zor tuttu kendini. ” Acaba yolculuk nasıl geçecekti? Şikayet edip sabredemezse, bu diyarları terk etmeyi göze alamazsa… Olmazdı, olamazdı. O zaman ben, ben olamam ki… İnsanlar beni gördüklerinde “İşte o. Ne güzel. Ne kadar temiz, ne kadar gayretli” dediklerinde yüreğindeki sevgiyi ve var olma nedenini sevinçle izleyecekti bu yolculukta. Yaratılma amacı için bu yolculuğa çıkması gerekiyordu.
Ve yoldaydı. Fakat üşümüyordu çok fazla. Yine nazlıydı. Yine dans eder gibi oradan oraya koşturuyordu. Kimseye rahatsızlık vermeden, üstelik engelleri kaldırarak akıyordu adeta.
“Ne kadar hoş… Herkes burada. Tanışmalıyım hepsiyle.” diye söyleniyordu kendi kendine.
-Hey! Senin adın ne?
-Berfin. Ya seninki?
-Ben mi? Ben, ben…
Kar tanesi son kelimesini söylerken, toprakla kucaklaşır buldu kendini. Ve sıcaklığını hissettiğinde, gülücükler açtı çehresinde. Bundan böyle toprağa bakabilen herkes, kar tanesini göremese de, onun tebessümünü gördü her seferinde…
& & & & &
Tevazu
Bir adamcağız kötü yoldan para kazanıp bununla kendisine bir inek alır. Neden sonra, yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi bir şey yapmış olmak için bunu Hacı Bektaş Veli’nin dergahına kurban olarak bağışlamak ister. O zamanlar dergahlar aynı zamanda aşevi işlevi görüyormuş.
Durumu Hacı Bektaş Veli ‘ye anlatır ve Hacı Bektaş Veli helal değildir diye bu kurbanı geri çevirir. Bunun üzerine adam Mevlevi Dergahına gider ve aynı durumu Mevlana ‘ya anlatır. Mevlana ise bu hediyeyi kabul eder. Adam aynı şeyi Hacı Bektaş Veli’ye de anlattığını ama onun bunu kabul etmediğini söyler. Mevlana ‘ya bunun sebebini sorar. Mevlana şöyle der: “Biz bir karga isek Hacı Bektaş Veli bir şahin gibidir, öyle her leşe konmaz, o yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir.”
Adam üşenmez kalkar Hacı Bektaş Dergahı’na gider ve Hacı Bektaş Veli’ye, Mevlana’nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hacı Bektaş Veli’ye sorar. Hacı Bektaş da şöyle der: “Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise, Mevlana’nın gönlü okyanus gibidir. bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez, bundan dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir” der.
Günün Şiiri
Bir Fotoğrafya…
Karşımdasın işte…
Bana bakmasan da oradasın, görüyorum seni.
Ah benim sevdasında bencil, yüreğinde sağlam sevdiğim.
Kalbime gömdüm sözlerimi, ceset torbası oldu yüreğim.
Tıkandığım o an, elimi nereye koyacağımı şaşırdığım o an işte,
aklımdan o kadar çok şey geçti ki takip edemedim.
Ellerim boşlukta, ben darda kaldım.
Ellerim buz gibi, ben harda kaldım.
Bir senfoni vardı kulağımda çalınan, bitti artık hepsi…
Köşeme çekildim, hani hep kaldığım köşeme.
Bakış açım belli oldu yine.
Geride kalan, ardından bakar gidenlerin.
Bir meltem olacak rüzgarım dahi kalmadı benim.
Dağlara çarptım her esişimde.
Yollara küfrettim her gidişinde.
Demiştim sana hatırlarsan:
“Önemli olan ‘zamana bırakmak’ değil, ‘zamanla bırakmamak’tır…”
Şimdi bana, geçen o zamanın Unutulmaz sancısı kalır.
Gittiğim eğer bensem, söyle bana kimden gittim?
Sende yoktum zaten ben, ben yine bende bittim…
Nazım Hikmet
Bir Hazin Hürriyet
Satarsın gözlerinin dikkatini, ellerinin nurunu, bir lokma bile tatmadan
yoğurursun
bütün nimetlerin hamurunu.
Büyük hürriyetinle çalışırsın el kapısında, ananı ağlatanı
Karun etmek hürriyetiyle hürsün!
Sen doğar doğmaz dikilirler tepene,
işler ömrün boyunca durup dinlenmeden yalan
değirmenleri,
büyük hürriyetinle parmağın şakağında düşünürsün vicdan
hürriyetiyle hürsün!
Başın ensenden kesik gibi düşük,
kolların iki yanında upuzun,
büyük hürriyetinle dolaşıp durursun,
işsiz kalmak hürriyetiyle hürsün!
En yakın insanınmış gibi verirsin memleketini, günün birinde, mesela,
Amerika’ya ciro ederler onu seni de büyük hürriyetinle beraber,
hava üssü olmak hürriyetiyle hürsün!
Yapışır yakana kopası elleri Valstrit’in, günün birinde, diyelim ki,
Kore’ye gönderilebilirsin, büyük hürriyetinle bir çukura
doldurulabilirsin, meçhul asker olmak hürriyetiyle hürsün!
Bir alet, bir sayı, bir vesile gibi değil insan gibi yaşamalıyız dersin,
büyük hürriyetinle basarlar kelepçeyi,
yakalanmak, hapse girmek, hatta asılmak hürriyetinle
hürsün
Ne demir, ne tahta, ne tül perde var hayatında,
hürriyeti seçmene lüzum yok
hürsün.
Bu hürriyet hazin şey yıldızların altında…
Nazım Hikmet
Günün sözü
Daha iyi olmaya çalışmayan iyi olarak ta kalamaz.
Oliver Cromwel




