Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? “İyi parti” iyi olur inşallah. MHP’den ayrılan Meral Akşener ve arkadaşının kurduğu yeni parti “İyi Parti.” Bu adı sevdim mi, sevmedim mi hala bilemiyorum. Diğer Parti isimleri geliyor aklıma. Ve hiçbir partinin adı ile orantılı çalıştığını görmedim daha, acaba şimdi “iyi parti” iyi olacak mı kuşkusu içindeyim. Keşke başka bir isim bulsaydılar diyorum. Ancak ada takıp özü kaçırmak istemiyorum ve iyi bir muhalefet yapacağına inanmak istiyorum. Yönetim kadrosuna ve CHP’den ayrılıp iyi partiye geçen Aytun Çıray’ın katılımına bakınca aklıma uyuyor gibi düşüncelerimle tam olmasa da örtüşüyor. Bazılarının “çer çöp” yakıştırması da ben denizce söyleyeni bağlar. Kelli felli, yaşını başını almış insanlar birlikte çalıştıkları insanlara nasıl böyle benzetmelerde bulunabilir onu da anlamıyorum ya! “İyi parti” iyi olur inşallah.
& & & & &
Ve sevgili okuyucularım ne yazık ki doğru düzgün konuşmayı unuttuk. Herkes ağzına geleni söylüyor. Neden bu kadar özgürlük veriyorlar dillerine anlamak mümkün değil.
Teşekkür etmeyi bilmiyoruz…. Çoktan beri dikkatimi çekiyor. Teşekkür etmeyi bilmiyoruz? Özür dilemeyi de. Kusura bakma demeyi de bilmiyoruz. Sözümüzde duramadığımız zamanlarda da bunun nedenini açıklama ve özür sayılabilecek cana yakın bir sözcük kullanmayı da bilmiyoruz. Ya da hepsini biliyoruz ama yapmıyoruz; çünkü bizi bundan alıkoyan o sefil “benliğimiz”. O kadar esiriz ki onu dışlayıp “biz” olmayı beceremiyoruz. Bunun için gayret bile etmiyoruz. O kadar birlikte yaşamaya alışmışız ki onu büyütüp, altında nasıl ezildiğimizin ayrımında olmuyoruz bile. Ve böyle, böyle gittikçe bencilliğin derin, karanlık kuyusunda, insan olmanın o dayanılmaz inceliğini yitirip, boş başaklar misali yaşamaya başlıyoruz.
Jan Jakruso’nun çocuk eğitimi “Emil” adlı eserini daha sanırım on yaşında iken okumuştum (nasıl niçin okudum bilmiyorum, o yaşta? Belki yalnızca evde olduğu için) daha sonraları yeniden okudum ve yeniden ve yeniden. Ve inanıyordum ki en az onun inandığı kadar örnekleme sanatına. Ama şimdi hiçbir şeye inanmıyorum. Çünkü iyiye güzele dair ne varsa hızla bozuluyor!
& & & & &
Ve bir zamanlar masumduk. Yüz yıl öncesinden değil, birkaç yıl öncesine dek. Hatalarımız, kusurlarımız çoktu ama bu kadar kirlenmemiştik, yalan, dolan ve haksızlıklarla. Şimdi ne oldu da bu kadar kötü, bu kadar acımasız, bu kadar adaletsiz, bu kadar haram yer olduk? Dünyanın doğal devinimi mi bu durum? Yani pislikler içinde çürümek değişmez bir kader mi? Ve Don Kişot’luk yapmaktan da yorulduk artık sorgulamaktan vazgeçtik. Başımıza gelenleri rutin ve olağan karşılamaya başladık. Cebimiz bizim değil. Herkesin eli orada, faturalar, harçlar, kredi kartları.
Ve dolandırıcılar! Her şeye alışıyor ya da öyle görünmeye çalışıyorum ancak haksızlıklara gelemiyorum. Haksız yere bir tek kuruş almış ya da vermiş olmak canımı fena sıkıyor yanıyor. Ve sanıyorum ki çoğumuz bundan mustaribiz. Örneğin sabit gelmesi gereken bir fatura her ay artarak ve katlanarak geliyorsa ve siz her itiraz ettiğinizde sinirlerinizi zıplatacak yanıtlar alıyorsanız artık lanet bile okuyamıyoruz ve bendeniz itiraf ediyorum haksız yere alınan tek kuruşu bile helal etmiyorum. Aptal yerine konmuş olmanın bütün olumsuz duyguları ile inancım korkunç yara almış olarak parayı ödediğimde nasıl bir kirlilik içinde yaşadığımızı bir kez daha anımsayıp çıldırıyorum.
Ve bir zamanlardaki masumiyeti özlüyorum. Ve sevgili okuyucularım her şeye rağmen iyiye, güzele olan inancımızı korumaya çalışalım diyorum. Sağlıkla, sevgiyle hep birlikte kalım ayrımsız gayrımsız. Yase
& & & & &
Eşekli Kütüphaneci
Yıl 1943. Genç Mustafa’nın tayini kütüphaneci olarak Ürgüp Kütüphanesi’ne çıkar. Bizimki kütüphanede heyecanla okurları bekler; bir gün olur, beş gün olur, gelen giden yok. Karar verir, bir eşek aldırır. İki tane de sandık yaptırır. İki sandığa, 180-200 kitap sığar. Kitapları eşeğe yükler ve köy köy gezmeye başlar.
Köydeki çocuklar şaşırır. O gariban çocukların küçücük ellerine kitapları verir; ‘’Çocuklar bunları okuyun, aranızda da değişin. On beş gün sonra aynı gün gelip alacağım. Aman yıpratmayın, diğer köylerdeki arkadaşlarınız da okuyacak…” der.

Mustafa artık kütüphanede bir iki gün durmakta, diğer günler köy köy gezmektedir. Köylerdeki çocuklar Eşekli Kütüphaneciyi her seferinde alkışlarla karşılarlar. Kalpleri küt küt atar heyecandan, sevinç içinde yeni kitapları beklerler.
Mustafa Amca’nın ünü etrafa yayılır. Diğer devlet memurları makam odalarında sıcak sıcak oturup iş yapmazken, Mustafa’nın eşeği Yüksel yediği otu hepsinden fazla hak etmektedir. Zamanla insanlar kütüphaneye de gelmeye başlar. Mustafa bakar ki kütüphaneye kadınlar hiç gelmiyor. Zenith ve Singer’e mektup yazar: “Bana dikiş makinesi yollayın, firmanızın adını kütüphanenin girişine kocaman yazayım“ der.
Zenith dokuz tane, Singer bir tane dikiş makinesi yollar (ilk sponsorluk faaliyeti). Salı günlerini kadınlar günü yapar. Kumaşı alan kadın kütüphaneye koşar. On makine yetmediği için sıra oluşur. Sırada bekleyen kadınların eline birer kitap verir, beklerken okusunlar diye. Okuma-yazma oranının düşüklüğünü görünce halkevlerine okuma yazma kursları vermeye gider. Halıcılık kursları başlatır, bölgede halıcılığı canlandırır.
Bu arada valilik Mustafa hakkında dava açar, “kendi görev tanımı dışında davranıyor” diye. 50 yaşına gelen Mustafa Amca baskıyla emekli edilir.
Mustafa Amca köylüler arasında efsane olur, yıllar geçtikçe köylerdeki çocuklarda okuma aşkı yerleşir. 2005 yılında Mustafa Amca vefat eder. Tüm Kapadokya çok üzülür, aralarında toplanırlar. Ürgüp’e Eşekli Kütüphaneci Mustafa Güzelgöz ve eşeğinin heykelini dikerler.
Günün Şiiri
Hüzün Zaman Zaman Deli Dalgalarla Gelir
Hüzün zaman zaman deli dalgalarla gelir
Gönlümün kıyısına vurur
Aşınan kayalar gibi ruhum
Suskun, yorgun öylece durur
Islak kumlara yazılmış hikâyeler
Ummâna karışır, silinir yavaş ,yavaş
Her dalga ömrümden bir şeyler koparır
Ağır ,ağır sönen gönlüm
Sakin koyları özler
Son kum tanesi olana kadar
Hüzün zaman zaman deli dalgalarla gelir
Gönlümün kıyısına vurur
Hüzün zaman zaman deli dalgalarla gelir
Son kum tanesini alana kadar
Beste: Prof. Dr. Selâhattin İçli / Güfte: Cansın Erol
Makâm: Kürdîli hicazkâr / Usûl: Nim Sofyan-Semâî
Aç Kuşlar
-
kana boyandı kirmenimde yün
kuşmarlara, tuzaklara düştüm
menevişlendi durgun sularım
sedef
bir bıçak aldım dostlar
güneşi yiyorlar
aç kuşlar.
aç kuşlar, yorgun işçi
yeni çıkan vardiyadan
elliyorlar yıldızların kınasını.
aç kuşlar, topraktan
güneşi bakır bir kap gibi
kalaylıyorlar.
2.
bense, toy bir çırak
kırık keman
paslanmış tabanca
küflü bir an
kurutukmuş papatyalarla
kitabın ortasında
3.
hayat, aşıp geçiyor
bütün kitapları
yeni acılar gerek
yeni aşklar
yaşamaklar ve anlatımlar
beklemiyor bizi
hiçbir şey
hiçbir yerde
solgun hercaimenekşe
ve bun, buğulanıp çarpıyor
benimle birlikte
buzlu bir camın arkasında çarpıyor
buğulanıp.
sesim dişlilerin şarkısına karışıyor.
(1979-1981) Behçet AYSAN (Karşı Gece)
Günün Fıkrası
Bir deli kahveye gitmiş. Çay istemiş. Çay gelir gelmez bu şekersiz demiş. Bana şeker getir demiş. Adam şekeri getirmiş. Sonra bu olay 2.kez olunca garson bağırmış: “Ben tam 16 şeker koydum nasıl şekersiz olur.” Delide demiş ki: “Napayım. Karıştırınca hepsi yok oluyor”
Günün Sözü
İnsanların karakterleri onların kaderleridir ve insanlar layık oldukları hayatları yaşarlar.
Heraklitos




