Fabrika Ayarlarıma Döndüm Nihayet

0
172

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah?  Bendenizi sorarsanız; “Dünya’ya, bu sabah gelmiş gibi algılıyorum kendimi” derim. Argo deyimi ile “fabrika ayarlarıma döndüm” de diyebilirim.

Aylarca süren, sevgili rahmetli babam, arkadaşım  sırdaşım olan abimin  hastalık durumları ardından vefatı, ardından bendeniz ve kardeşimin  hiç çaktırmadan  kötü biçimde hastalanıp yatak döşek durumlarına geldik. “Serumlar, kortizonlar” derken bünyemiz ters yüz oldu! Baş dönmeleri ile nevrimiz şaştı. Kardeşimle aslında ikiz değiliz, ancak o kadar birbirimize benzeriz ki aynı yumurta ikizleri bile bizim gibi değildir. Bütün bu sorunları aynı zamanda yaşadık. Yoğun üzüntü ve strese gösterdiğimiz dayanıklılık da demek aynıymış?

Oysa bendeniz kendimi O’ndan dayanıklı sanırdım? Dile kolay nerdeyse üç aydır iflas eden bünyemizle, ters yüz bir durumda sırat köprüsünün üzerindeymişiz gibi kıpırdamaktan korkarak yaşıyorduk. Ne yediğimiz belli ne yemediğimiz, ne uyuduğumuz ne uyumadığımız. Sanki yer çekimi olmayan bir ortamda ayaklarımız yere değmeden iplerle idare edilen kuklalar gibi? Ve bu durumda iken bendeniz; Çoktan beri yeni kitabımı bekleyen yayım evine göndermek için son düzeltmelerini yapmaya çalışıyordum geceleri sabah kadar. Gündüz hastane, ilaçlar serumlar, evde yoğun misafir. Gece çalışma, ama nasıl? Gözkapaklarıma kapanmasın diye mandal koyacak durumlarına geldim. Gözlerim koyu mor çukurlara kaçtı “yeter bize bu zulüm” diyerek.

Biz bu durumları yaşarken şehit cenazeleri art arda gelmeye devam ediyordu; zaten incelmiş nahiflemiş sinirlerimiz bu yüzden normalden daha çok tepki gösterdi doğal olarak ve ağlayıp zırlamaktan da bir hal olduk? Yine de ters yüz durumlarında iken kitabı göndermeyi başardık; Yolu açık olsun şimdi ders çalışma zamanı, bir haftam var.

Bildiğiniz gibi hala öğrenciyim. Ama sınav tarihlerinden bi haber garip bir öğrenci! “Bir haftam var” dediğim gün; aslında ertesi günüymüş? Okuldan gelen mesajdan öğrendiğime göre! Olmaz böyle şey ders yüzü görmedi gözlerim ne yapacağım, üstelik sınav giriş belgesini çıkarmak gerek! Başladı mı bir telaş! Oraya koş, buraya koş; çok şükür ki sınavlar İskenderun’da. Ama kardeşim İskenderun’u da tanımıyoruz ki aslında? Neyse Berke sınava giriş belgesini çıkardı. Bin bir söylenerek. “Hala ne işin var bu okullarda sürünüyorsun” babında.

Gece yine sınav için sabahladık. Sabah taksiye atla sınava gir. Öğle başka bir sınav, aç biilaç dön, tekrar bir saatlik zamanda ders çalış. Yemin ederim ters düz durumları acayip işe yaradı okuduklarım “pat” kafamda! Ve hafta soru sınavlarla geçti ve bitti çok şükür. Sınavda gözlemci öğretmenler bazı okullar da süper, bazı okullarda “eyvah” durumundalar.

Öğrencilerin tabi çoğu özellikle erkeler yine “eyvah” ancak girişte üst baş arayan polisler! İşte tek geçer notu onlar aldı, ben denizden, tabi önemli ise. Hem çok kibar hem de güler yüzlü, canım cicimli idiler sınav salonuna girişte onların bu tavrı birçok öğrenci için başta bendeniz olmak üzere itici bir güç oldu. Gülümseyerek sınava girmek kadar rahatlatıcı bir şey olmaz çünkü. Şimdi sonuçları bekleyeceğiz hem kitap için, hem sınavlar için. Ancak bu sabah kendimi üç aydan sonra ilk kez eski günlerdeki gibi algılıyorum ki, gerçekten bir daha asla eskisi gibi olamayacağım diye düşünüyorken. Tabi acımız büyük ve tabi şimdi ona sabır göstermek zamanı ancak sağlık bir başka şeymiş sanal gibi iki arada bir derede yaşamak? Of of Allah bir kez daha göstermesin böyle bir durumu? Ya da biz o duruma düşürmeyelim kendimizi. Ancak bu bir gerçek ki, her şey insan için. Gerçi kardeşim hala o durumlarda ama onunda fabrika ayarlarına dönmesi an meselesi.

& & & & &

Ve Gürcan Bey’in dünkü yazısı aslında hala sarsak yaşıyor iken, fabrika ayarlarına dönmemi sağlayan; “Köy enstitüleri” başlıklı yazısı. Çoktan beri böylesine tadına vara vara bir yazı okumamıştım. Nasıl bir zevkle okudum anlatamam; her satırı bir şiir, bir anlam, bir gezi geçmişte.

Sevgili arkadaşımı her zamankinden daha çok kutluyorum ve ona azıcık kırgın olduğumu da söylemek istiyorum.

& & & & &

Ve turizm haftasını kutluyoruz bu hafta. Kutlanacak ne varsa onu da bilmiyorum? İçinde bulunduğumuz durumdan ötürü ülkeye doğru düzgün turist gelmez oldu! Gelenlerde tedirgin. Yerli turistler deseniz birçok insanda para pul ne gezer? Ve tatil yapacak morali nereden alacaklar? Her yerde acı, her yerde keder var. Şehit cenazesi gelmeyen ev kalmamış gibi, herkesin bir acısı var. Bu yüzden çocukların bayramı olan 23 Nisan ulusal çocuk bayramı kutlamaları bile rafa kaldırılmışken.

Oysa bu bayram bir eğlence bayramı değil ki, kimseler sokaklara çıkıp dans edip eğlenmeyecek. Tamam, kabul törenleri iptal edilebilir ki edilmeli. Ancak çocukların kutlamaması? Ve bütün bunlara alışmak istemiyoruz.

Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlık ve sevgiyle kalalım. Sağlık her şeyden önce geliyor onun içinde sağlam bir beden, sağlam beden için sağlam kafa, sağlam kafa için aydın fikirler, ön yargısız ve dilerim hepimiz her zaman böyle oluruz. Yase

& & & & &

Yoksul Taşçı

O, yoksul bir taşçıydı. Her gün kayaları parçalıyordu. İşi çok ağırdı; ama çok az aylık alıyordu. Bu yüzden hayatından hiç memnun değildi. “Ben başkalarından daha çok çalışıyorum!” diye düşünüyordu. “Benim işim onlarınkinden ağır ve ben onlardan daha az kazanıyorum. Zengin olmak istiyorum. Biraz dinlenirim ve güzel elbiselerim olur.” O anda gökten bir melek indi. Ona, “Zengin olacaksın, güzel elbiselerin olacak” dedi. Taşçı hemen zengin oluverdi. Artık onun da güzel elbiseleri vardı ve bir iş yapmak zorunda da değildi. Günün birinde kral onu sarayına davet etti. O, sarayın güzelliğine hayran oldu. Kral ondan daha zengindi. Bu yüzden üzüldü. “Ben de kral olmak istiyorum” dedi. Ardından isteği yerine getirildi ve kral oldu. Şimdi bütün gün hiç çalışmıyordu. Çok sıcak bir gündü. Güneş ışınlarını saçıyor, yeryüzü yanıyor mu yanıyordu. Kral kızdı; güneş ondan nasıl güçlü olurdu ki? Yaşamı yine sevmez olmuştu. “Güneş olmak istiyorum!” dedi. Bu kez de güneş haline çevrildi. Şimdi güneş, ışınlarını saçıyor ve dünyada her şey yanıyordu. Ama bir bulut geldi, dünyayla onun arasına girdi. Işınları artık dünyaya ulaşmıyordu.

Güneş kızdı; “Bu nedir böyle? Ben buluta hiçbir şey yapamıyorum. Derhal ondan daha kuvvetli olmak istiyorum” deyince bu kez de bulut haline döndürüldü. Az sonra bulut, yağmura dönüştü. Yağmurlar toprağa, oradan nehirlere ulaştı. Nehirlerin suları çoğaldıkça çoğaldı. Evleri, tarlaları seller bastı. İnsanlar hayvanlar, tarlalar perişan oldu. Ama sular, kayalara hiçbir şey yapamıyordu. Bulut öfkelendi. “Bu kadar çok su nasıl olur da kayaları aşamaz..” Ama kayalar sulardan daha güçlüydü. Bulut bağırdı: “Kaya olmak istiyorum.” Bu istediği de yerine getirildi ve kaya haline geldi. Artık güneşten ve buluttan daha güçlüydü. Aradan çok zaman geçmedi. Elinde balyozla bir adam çıkageldi ve ondan parçalar koparmaya başladı. “Aman! Bu da nesi?” dedi kaya. “Ben bu adamdan zayıfım” Sonra birden anladı kuvvetin kaynağının mutluluk olduğunu ve pişmanlıkla haykırdı: “İnsan olmak istiyorum!” Bu dileğini de yerine getirdi. Kaya insana dönüştü. Şimdi o adam yine kayalardan taşlar koparıyor. İşi ağır ve aylığı az; ama yaşamı seviyor ve mutlu.

Günün Şiiri

Ödünç Cesaretlerle

gemiden son ayrılan bendim unutarak seyir defterini

unutarak tayfaların denizi kaldıran kavgalarını

bir sayfadan diğerine ödünç cesaretlerle geçerdim

bıçağın bir yüzünde cellat, öbür yüzünde kurbandım

karanlığın gözünden düştüm, ışıktaysa hiç yerim olmadı

bir tören gibi yaşadım aşkı, ayrılığı bir infaz gibi

yoksa her yağmurdan saçakaltı mutluluğu mu kaldı

kıdemli yargıç da inanmıyor sesimin gürleştiğine

sözcüklerim savunma mı ikrar mı

konuştukça kararan cübbemden seçilemiyor

her celse sarı sırmalarımı sökerek söylüyorum

kalbimin tutulacak yanı kalmadı

ne sokakların çok büyük olduğunu hatırlatacak birisi var

ne de oğlunu bana benzeterek ağlayacak bir ana

gemiden son ayrılan bendim

bu çürük tekneden payıma ‘kahraman kaptan’ olmak düştü

işte kara! diye bağırmamak için tek kendimi aldım yanıma

soluk bir çizgi oldu gövdemde sevincin sukesimi

belki de son bir iz, saçları kısaltan tarihöncesinden

ufuk, köpürmesini unutmuş dalgalarla parçalanıyor

sen bağırdıkça azalıyor içimde beyaz bayrak çekme korkusu

“her şey vatan için, her şey vatan için”

“her şey vatan için, her şey vatan için”

geniş denizlerde parmak izlerin, küçük düştün sulara

bu güz yağmur yağar, saçların gelecek bahara ıslanır

her gün bileklerimi daha fazla yaklaştırıyorum güneşe

ancak böyle şakalar yatıştırıyor alkışlarla yaralı ruhumu

“vatan sana canım feda, vatan sana canım feda”

“vatan sana canım feda, vatan sana canım feda”

Akif KURTULUŞ

Günün Fıkrası

Anneleriyle pazara çıkan iki kardeş aralarında durum değerlendirmesi yapıyorlardı. Biri ne kadar şanslı olduklarını dile getirdi: “-Bahçıvanlar fasulye, domates, biber, patates ekmese biz bunlar yiyemezdik halimiz nolurdu sonra…”

Kardeşi sözünü kesti:

“-Yoo gayet güzel yerdik niye yiyemeyelim.”

“-Nasıl yiyecektik ki?”

“-Konserve olarak” 🙂

Günün Sözü

Tanrı, iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır. Yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hakim kılmak için Allah’ı kullanırlar.

Giordano Bruno (Italyan filozof)

Bizi güçlü yapan yediklerimiz değil, hazmettiklerimizdir! Bizi zengin yapan kazandıklarımız değil, muhafaza ettiklerimizdir! Bizi bilgili yapan okuduklarımız değil, kafamıza yerleştirdiklerimizdir!

Francis Bacon

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here