Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Havalar bu günlerde yazdan kalma demeyeceğim çünkü neredeyse yaza taş çıkaracak kadar sıcak. Ya da bendenize böyle geliyor? İçinde bulunduğumuz sıkıntılı zaman buna eklenince nefes almakta bile zorlanıyoruz artık. Herkes birbirini ne kadar da rahatlıkla suçluyor hayretle izliyoruz. Yanı başımızdakiler bile hiç tanımadıkları insanları “şu böyle, bu böyle” diye suçlamıyor mu tüylerim diken-diken oluyor yeminle. Onları tanımıyorsun, gözünle bir şey görmedin. Ki görsen de görmemiş gibi davranman gerekir ki ahlak ve inanç bunu emrediyor. Neye dayanarak suçluyorsun bu insanları? Suçlarken hiç Allah’tan korkmaz mısın? Bir gün sende böyle suçlanabilirsin hiç düşünmüyor musun? Yazık ne durumlara geldik? Artık bir gözümüz diğerine güvenmez oldu! Nerede o kapıları açık bıraktığımız güven içindeki zamanlar, nerede en gizli saklı sırlarımızı paylaştığımız bir lokmayı bölüştüğümüz güzel insanlar?
Aynı evde bile sen ben olduk, en ufak bir sorunda birbirimizin yakasına yapışmaya hazırız! Sinirlerimiz keman telleri gibi gergin. İki kaşımızın arasında ve alnımızda derin çizgiler oluştu gülmeyi unuttuk surat asmaktan bir hal olduk. Umut diyoruz sarılıyoruz
Ve Suriye’de süren Barış Pınarı Harekatında Arapların onlardan beklenen ama hain tavrı Mehmetçiklilerimizi topraklarını teröristlerden temizlemek için değil de işgal için bulunuyormuş gibi açıklama yapıp Türkiye’yi işgalci ilan etmeleri onlardan her şeyi beklememize rağmen sinirlerimizi hoplattı! Sayın Cumhurbaşkanının söylediği gibi “topu bir araya gelse bir Türkiye etmez” Bizim atalarımızın kanı ile sulanmış topraklarımızdan Hüda fışkırırken onların topraklarına yan gözle bile bakmaya tenezzül etmeyiz. Onlar zaten hain olmasaydılar Mehmetçiğe destek olur ve bölgeyi bir çırpıda terörden ve teröristlerden temizlerlerdi. Ve bölgelerine gereken saygıyı ve sevgiyi duysaydılar zaten Mehmetçiğin orda olmasına da gerek kalmazdı! Birde yetmezmiş gibi ABD Başkanı Tramp’ın her saniye değişen tehditleri ve söylemleri var bıktırırcasına…
Ve biz tamda bu durumda iken Arapların tavrını eleştirirken ve yekpare birlik ve beraberlik içinde olmamız gerekirken birbirimizi ağır sözlerle ayrıştırıp, yaftalamak hiçte doğru olmuyor… Toplumu kesin çizgilerle ayrıştırmaya neden oluyor. Biz içerde ve ailede kişisel sorunlarımızla kapris yaparak yaşarken, Mehmetçik Suriye topraklarında destan yaratıyor, işlerini tez bitirmek ve vatana dönmek için canla başla çalışıyor… Onlar Suriye’de destan yaratırken bizim tavırlarımız gerçekten yakışık almıyor artık.
Ve bizi yeniden gülümsetebilenler. İbrahim Çolak jimnastikte dünya şampiyonu olan kardeşimiz ilk Türk olarak tarihe geçti ne kadar güzel değil mi… Büyük Erkekler Boks Şampiyonasında Türk boksörlerin başarıları değişik kilolarda aldıkları 1.likler… Mili takımımızın önceki akşam Fransa ile oynadığı maçta kazandığı zafer. Dünya Kadınlar Boks Şampiyonasında milli sporcumuz Buse Naz Çakıroğlu, Rus rakibi Liliya Aetbaevaya mağlup ederek gümüş madalya kazanması… Mehmetçik Suriye’de sporcularımız dünyada başarıdan başarıya koşuyor. Ne kadar onur verici bir şey değil mi?
Ve sevgili okuyucularım, sağlıkla, sevgiyle kalalım her zaman, ayrımsız, gayrımsız hep birlikte, Allah Mehmetçiğin yanında zafer yakında olsun. Yase
& & & & &
Martılar
Bundan yüz yıllar önce deniz aşırı, çok güzel bir ülke varmış. Tabi her masalda olduğu gibi bu masalda da o ülkenin bir kralı ve tabii ki bir de prensesi varmış. Prenses dünyalar güzeli bir kızmış. Kral ona bakılmasını yasaklamış, her gün dolaşmak için saray muhafızları ile sarayın dışına çıkacağı ilan edildiğinde halk eğilir ve gözlerini kapatır, ya da evlerine kaçışırmış. Onu görmenin bedeli ölümle cezalanmakmış.
Günlerden bir gün yine prenses dolaşmak için çıktığında; fakir bir köylü delikanlı her şeyi göze alarak başını kaldırmış ve prensesle göz göze gelmişler… O an fakir delikanlı prensese inanılmaz bir aşkla tutulmuş. Prensesin derin bakışlarının da boş olmadığını düşünmüş ve günlerce uyuyamamış. Fakir delikanlı ölümü bile göze almak pahasına, prensesi bir kere daha görmek için uğraşmış durmuş. Bu arada güzel prenses de onu tutulmuş onun zarar görmemesi için günlerce kendini saraya kapatmış.
Sonunda dayanamayan fakir delikanlı her şeyi göze alarak gizlice sarayın bahçe duvarına tırmanmış ve prenses ile bir kere daha göz göze gelmişler. Fakir delikanlı hemen duvardan atlamış ve prensesle konuşacağı anda saray muhafızlarına yakalanmış. Kralın karşısına çıkarılan delikanlı ölümle cezalandırılacağını bildiğinden krala prensese duyduğu aşkını anlatmış.
Kral ölüm emrini vereceği anda prensesin yalvarışlarına dayanamayarak delikanlıya başka bir ceza vermeyi kabullenmiş. Hemen bir gemi hazırlattıran kral, gidilebilecek en uzaktaki adaya bir fener yaptırmış ve fakir delikanlıyı da o adada yalnız yaşamaya mahkum etmiş…
Aradan bir kaç ay geçmesine rağmen prensesi unutamayan delikanlı prensese olan aşkını kağıtlara dökmüş ve martılara anlatmaya başlamış… Artık bütün martılar fakir delikanlının prensese olan aşkını anlamış ve yazdığı mektupları prensese götürmeye başlamışlar… Zamanla prensesin de yazmış olduğu mektupları fakir delikanlıya götüren martılar aracılığı ile iki gencin arasındaki aşk iyice büyümüş. Ta ki… Bir sabah sarayın bahçesinde kahvaltı yaparken prensesin odasının penceresine ağzında bir mektupla konan martıyı kralın görmesine dek. Tabii korkulduğu gibi olmamış… Martıların bile aracı olduğu İki gencin arasındaki büyük aşkı anlayamadığı için kendisinden utanmış ve ağlayarak kızına sarılan kral, hemen bir gemi göndertip fakir delikanlıyı getirtip kendisi ile evlendireceğini söylemiş.
Buna duyunca çok mutlu olan prenses hemen delikanlıya bir mektup yazmış ve olanları anlatmış. Bu arada mektubu götürmek için bekleyen martıya da tüm martıların düğünlerine davetli olduğunu söylemiş. Buna çok sevinen martı mektubu bir an önce ıssız adaya götürmek için yola çıkmış. Tam yolu yarılamışken yanından geçen bir kaç martı arkadaşına haber verip hepsinin düğüne davetli olduğunu söylemek için gagasını açtığında mektubu düşürmüş. Tüm martılar hep birlikte mektubu aramaya başlamışlar. Fakat bir türlü bulamamışlar…
Bu arada prensesten mektup alamayan aşık delikanlı, yazmış olduğu mektupları göndermek için bir tek martı bile bulamamış… Biraz ilerisinde uçuyorlar fakat yanına gitmiyorlar ve mektubu arıyorlarmış…
Prensesin kendisini artık unuttuğunu, istemediğini, martıların da onun için yanına gelmediğini sanan delikanlı üzüntüsünden sonunda kendisini fenerden kayaların üzerine atarak intihar etmiş. Olanlardan habersiz kralın gemisi adaya vardığında fakir delikanlının soğuk bedeni ile karşılaşmışlar…
İşte o gün bugündür, martılar o mektubu ararlar. Mektubu bulup, o inanılmaz sevgiyi geri getirebileceklerine, her şeyi düzelteceklerine, inanarak hep denizler üzerinde uçuşup dururlar.
Günün Şiiri
Han Duvarları (Dünden Devam)
Baba ocağından yar kucağından
Bir çiçek dermeden sevgi bağından
Huduttan hududa atılmışım ben*
Altında da bir tarih. Sekiz mart otuz yedi..
Gözüm imza yerinde başka ad görmedi.
Artık bahtın açıktır, uzun etme arkadaş
Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;
Araya gitti diye içlenme baharına,
Huduttan götürdüğün şan yetişir yarına
Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk
Soğuk bir mart sabahı…Buz tutuyor her soluk
Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri
Bulutların ardında gün yanmadan sönuyor,
Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor…
Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,
Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar
Biz bu sonsuz yollarda varıyoz, gitgide,
İki dağ ortasında boğulan bir geçide
Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden
Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden
Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla
Önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla
Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu
Burada son fırtına son dalı kırıyordu
Yaylımız tüketirken yolları aynı hızla
Savrulmaya başladı karlar etrafımızda
Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;
Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü…
Gönlümde can verirken köye varmak emeli
Arabacı haykırdı *İste Araplıbeli*
Tanrı yardımcı olsun gayri yolda kalana
Biz menzile vararak atları çektik hana.
Bizden evvel buraya inen uç dört arkadaş
Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş
Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor
Kimi haydut kimi kurt masalı anlatıyor
Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri
Çicekliyor duvarı ocağın akisleri
Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor
Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor
*Gönlümü çekse de yarin hayali
Aşmaya kudretim yetmez cibali
Yolcuyum bir kuru yaprak misali
Rüzgarın önüne katılmışım ben*
Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı
Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı
Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde
Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde
Uzun bir yolculuktan sonra İncesu´daydık
Bir han yorgun argın tatlı bir uykudaydık
Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım.
Başucumda gördüğüm su satırlarla yandım
*Garibim namıma Kerem diyorlar
Aslı´mı el almış haram diyorlar
Hastayım derdime verem diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Şatılmış´ım ben*
Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında
Korkarım yaya kaldın bu gurbet çıkmazında
Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı
Bahtına lanet olsun aşmadıysan bu dağı
Az değildir, varmadan senin gibi yurduna
Post verenler yabanın hayduduna kurduna
Arabamız tutarken Erciyes´in yolunu
Hancı dedim bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu´nu?
Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
Dedi
Hana sağ indi ölü çıktı geçende
Yaşaran gözlerimde her sey artık değişti
Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti…
Gönlümü Maraşlı´nın yaktı kara haberi.
Aradan yıllar geçti işte o günden beri
Ne zaman yolda bir han raslasam irkilirim,
Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim
Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar
Dönmeyen yolculara ağlayan yaşlı yollar
Ey garip çizgilerle dolu han duvarları
Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları…
Faruk Nafiz Çamlıbel
Günün Sözü
Kimin doğru olduğunu tartışmayın, neyin doğru olduğuna karar verin.
Konfüçyus
Hafif acılar konuşabilir ama derin acılar dilsizdir.
L.A.Seneca