Yeni Yılın İlk İş Günü

0
70

Günaydın sevgili okuyucularım. Nasılsınız bu yeni yılın ilk iş gününde? Umarım bu yıl öncekinden daha iyi, huzurlu ve barış içinde geçsin. Umarım geçen yıl ve yıllarda yaşanan üzücü olaylar, savaşlar, ölümler yaşanmasın. Yeni yıla güzel hikâyelerle başlayalım belki tüm yılımız hikaye tadında geçer… Sevgi ve sağlıkla kalın sevgili okuyucularım… Yase

& & & & &

Vatanı Kimlere Borçluyuz?

Bir hanımefendi anlatıyor: “1919 yılı idi. İstanbul baştan aşağı İngilizlerin işgali altındaydı. Liseyi yeni bitirmiştim. Güzel bir kızdım. Dünür gelmeye başladılar. Biri avukatmış, gösterdiler uzaktan, boylu poslu yakışıklı bir delikanlıydı, beğendim. Nişanlandık. Nişanlımı seviyordum. Mutlu bir yuva kurmak hevesi ile lamba ışığının altında sabahlara kadar oyalar örüyor, çeyizler hazırlıyordum. Ama çok geçmedi ki, mahallede bir dedikodu yayıldı. (Ayşe’nin nişanlısı avukat değilmiş, ipsizin biriymiş, üstelik cami önlerinden tabut taşıyarak karnını doyuruyormuş) dediler. Alt üst oldum. Babam götürdü, uzaktan izledik, gerçekten de tabut taşıyordu… Yıkıldım. Nişanı atıp, ayrıldık.

Aradan 5 yıl geçti. Evlenmiştim, Bir de çocuğum olmuştu. 1924 yılıydı. Artık ülkemiz özgürdü. Bir gün Beyoğlu’nda rastladım O’na. Oğlum yanımdaydı. Beni görünce titredi, ceketini düğmeledi. Saygı göstererek durdu önümde.

“Vaktiniz varsa size bir çay ikram etmek isterim” dedi.

“Olur” dedim. Bir büroya girdik. Burası bürosuydu ve kapıda adı yazıyordu. İçeride yardımcıları çalışıyordu.

“Siz gerçekten avukat mısınız?” dedim.

“Evet” dedi.

“Peki, avukatsınız da neden cami önlerinden tabut taşıyordunuz?” diye sordum.

Durdu, başı öne eğildi. “Beni affedin” dedi. “İstanbul işgal altındaydı, Her taraf İngiliz askeri kaynıyordu. Her şeyi didik didik arıyorlardı. Biz de Anadolu’ya, Milli kuvvetlere ancak, cenaze süsü vererek tabutlarla silah kaçırıyorduk. Bu ülke için yaşamsal bir işti. Bunu size bile söyleyemezdim!”

Bu vatanı, canlarını ve aşklarını feda edebilenlere borçluyuz.”

yase-vatan1

& & & & &

Sahip Olunan En Büyük Nimet

İsa aleyhisselam bir ağacın altında dua eden birini gördü. Dikkatlice baktığında adamın ayakları yürümeyen bir kötürüm olduğunu anladı. İki gözü de görmüyordu. Vücudunda ise baras hastalığı olduğu anlaşılıyordu. Ama adam bütün bunlara rağmen ellerini kaldırmış mutluluktan uçacakmış gibi dua ediyordu: “Ey nice zenginlere vermediği nimeti bana ikram eden Rabbim! Sana ağaçların yaprakları sayısınca şükürler olsun!”

İsa kötürüm adama yaklaştı: “Ayağın yürümüyor, gözün görmüyor. Bedenin de sıhhatli görünmüyor? Buna rağmen çoğu zenginlere verilmeyen nimetlerin sana verildiğini düşünmekte, bunun için de büyük bir mutlulukla şükretmektesin. Hangi nimettir nice zenginlere verilmediği halde sana verilen?”

Kapalı gözleriyle sesin geldiği yana yönelen kötürüm adam dedi ki: “Efendi! Allah bana öyle bir kalp vermiş ki, o kalple Onu tanıyorum. Öyle de bir dil vermiş ki, o dille de ona şükrediyorum. Halbuki, dünyanın serveti elinde olan nice zenginler var ki, kalbinde Onu tanıma sevinci, dilinde de Ona şükretme mutluluğu yoktur. Ama gel gör ki, ayakları topal, gözleri kör, bedeninde hastalıklar bulunan bu kötürüm adama Rabbim, bu sevgiyi ihsan eylemiş, bu nimetin farkına varma tefekkürünü nasip eylemiş. İşte bunu düşününce kendimi tutamıyor da: – Nice zenginlere vermediği nimeti bana veren Rabbim! Sana ağaçların yaprakları sayısınca şükürler olsun! Diye teşekkürden kendimi alamıyorum.”

Kafa gözü kapalı da olsa kalp gözü açık olan bu adama yaklaşan İsa; “Ver şu elini öyle ise!” diyerek elinden tutar, eğilerek görmeyen gözlerinden öper. İsa’nın dudaklarının değdiği gözler anında açılır. Karşısındakinin İsa aleyhisselam olduğunu görünce heyecanlanan adam: “Sen şu ölüleri dirilten, hastalara şifalar bahşeden mucizelerin sahibi İsa değil misin?” der.

İsa; “Belli olmuyor mu?” deyince: “Gözlerimden belli oluyor da ayaklarımdan henüz belli değil” der. Tebessüm eden İsa: “Sen hele bir ayağa kalkmayı dene!” Deyince, silkinen kötürüm adam dimdik ayağa kalkar. Ayakları üzerine dikilebildiğini anlayınca söylediği ilk sözü şu olur: “Ey Allahın Nebisi, sendeki bu mucizeler de O’ndan değil mi? Öyle ise izin ver de geç kalmayayım, O’na şükredeyim” diyerek hemen yere iner, başını secdeye koyar ve der ki: “Rabbim! Seni tanıyan bir kalple, şükreden bir dil nimetinin şükrünü yapmaktan acizken, şimdi gören bir çift gözle, yürüyen iki de ayak da lütfettin. Artık bilemiyorum nasıl şükretmem gerekiyor bu eşsiz nimetler karşısında?”

Bu sırada çevreden toplanan halk, gösterdiği bu mucizelerden dolayı İsa’nın elini öpmek isterler. Ama İsa işaret eder: “Benim değil secdedeki şu kötürüm adamın elini öpün!” Halk der ki: “Onu secdeye indiren nimetlere biz baştan beri sahibiz. Ama hiç birimiz onun duyduğu gibi bir mutluluk duymadık.”

İsa da; “Öyle ise, der, tefekkür edin, siz de düşünün. Düşünen sahip olduğu nimetin farkına varır. Düşünmeyen ise kendisini mahrumiyette sanır!” der.

Günün Şiiri

Beş Kuruşa Aşk Şarkıları

Bir yalnızlık büyütürdüm saksıda

kalandı çok eski günlerden

bir bana yetsin, hıncımı arttırsın

aşkımı pekiştirsin diye sevince.

Günüydü, gelip durdu hüznümün önünde

gidilmemiş bir saklı deniz sandım.

Kıpırdamazdı yapraklar geceyle

tüketirdi çiçeği, kuşu sevdiremeyen konyak

bana neydi gülmeler, şarkılar

otobüs durakları, alandaki kalabalık

geldi durdu, alana merhaba dedim.

Bir göz bozgundur yerine göre

vururdu pencereme rüzgâr,

ben hep öyle bir gözdüm

çığlığını kendine saklayan.

Düş kurmazdım, beklemezdim şurda burda,

çiçek demetleri, bisikletler geçmezdi

apansız geliverdi sokağıma.

Hıncım bana kalsın gayrı

sen yalnızlığımı götür.

Bana çay demlemeyi öğret

elimi yüzümü yıkamayı,

ağzıma rakı koydurma.

Hıncım bana kalsın diyorum

çünki ben bu  kenti kendimde büyüttüm

bir barbarın vahşi ateşiyle,

çünki yapılarının taşında onulmazlığım

çünki şarkılar kanımın bedeli.

En sevdiğim kelimeler gibisin

örneğin öfke gibi

hani bir zamanlar

dağda ve sokakta açan.

Örneğin umut gibi

günde, gecede yitip durduğumuz

zeytin dalını dal eden.

Örneğin aşk gibi

denizlerin üzerinde yürüten.

Örneğin kavga gibi

yüreğimi sıkı, saçlarımı kara tutan

kayaları yumuşatan kavga gibi.

Denizler benim kadar kıpırdayamaz

bak şimdi parklardayım

bir çocuğun menevişli gözlerinde.

Hüzünleri bırakmanın günü

günü çığlığı olmak dünyanın,

hüznümü iki kat ediyor ama

gecede alnıma dayalı alnın.

Ahmet OKTAY

Günün Sözü

Eğer kusurların varsa, onlardan kurtulmaya çalışmalısın ve bundan korkmamalısın.

KONFÜÇYÜS
Yapılmış şeyler üzerinde konuşmak lüzumsuzdur, geçmiş şeyleri ayıplamak da manasızdır.

KONFÜÇYÜS

Bir insan sabahleyin doğru yolda ise, akşam saatlerinde de öyle kalacak ve bundan pişman olmayacaktır.

KONFÜÇYÜS 

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here