Kahveleri Tazelemek!

0
123

“Kırk yıl hatırı var” yargısıyla değerlendiririz bir fincan kahveyi.. Geleneksel kabullerimiz içindedir bu değer yargımız..

Toplumlarda, değer bağlamında saygın tutulup kuşaktan kuşağa aktarılan, kültürel alışkanlıklar tanımlı gelenek, sosyolojik bir kavramdı.. Sosyoloji ise; toplumun oluşum, işleyiş ve gelişim yasalarını, sosyal olayları, kurumları, grupları, ilişkileri, sosyal yapı özelliklerini, değerlerini ve bu yapıda ortaya çıkabilecek değişme eğilimlerini inceleyen bir bilim dalıydı..

Bizatihi bir ‘değer’ olarak kabul ettiğim ‘bir fincan kahvenin’ sosyolojisini yapacak değilim.. Ve fakat  arife tarif gerekmese de; “toplumun varlık, birlik ve devamını sağlamak ve sürdürmek için üyelerinin çoğunluğu tarafından doğru ve gerekli olduğu kabul edilen ortak düşünce, temel ahlâkî ilke ya da inançlar toplamı” değer tanımından hareketle; “hatırını saydığımız kahvelerin son 40 yılında neler değişti hayatımızda?” özetle irdelemek istiyorum..

Bu soruyu, “bir fincan kahve” davetini hemen her gün yineleyen öğretmen arkadaşım İbrahim Akıncı, “Köprülerin altından çok sular geçti” atasözüyle yanıtlamıştı yeni yıl öncesi bir sohbetimizde.. Su ile zaman arasındaki diyalektik bağı iki bin küsur yıl öncesinde gören Bilge Heraklit, değişimin mutlak olduğunu; “Bir nehirde iki kez yıkanılmaz!” cümlesiyle dile getirmişti.. Çok şey değişmişti elbette su gibi akıp giden hayatımızın 40 yıllık zaman diliminde.. Mesela, su gibi aziz “üret, biriktir, paylaş, hal hatır sor, selamlaş!” geleneksel toplumcu değerlerimiz nehirlerimizde buharlaşmış, yerini taş gibi katı bireyci, benci “sahip ol, tüket, üstün ol, hatır gönül dinlemem kaybol!” modern değersizlik çoraklığı almıştı..

25-30 yıllık yaş kümelerinin oluşturduğu bireyler tümlüğüne ‘nesil’ deniyordu sosyoloji literatüründe.. Ki, dünlerin birikimini, bugünün verileriyle yorumlayarak, nesillerin yarınlarda ne olacağına  ilişkin bilinebilir denklemler kurmak toplum bilimcilerin işiydi.. “Her şey değişir” diyalektiğinin klasik ‘toplumcu’ yorumundan hareketle, nesillerdeki değişim, ‘kapitalizmin’ bir ürünü olan ‘modernlikle’ ilişkilendirilerek değerlendirilmekteydi mesela..

Bu denkleme göre, ‘modernizm,’ Sanayi Devrimiyle oluşan kitlesel teknolojik yeniliklerin eski geleneksel yaşamı deforme ve dejenere etmesiyle başlıyordu.. Dolayısıyla dejenere ve deformenin hem alt hem üst yapısında kapitalizmin yer aldığı ilgili literatürde yazılıydı.. Artı, değişimin gelecekte ne olacağına ilişkin diyalektiğin tabii yorumu olan; “gelişmeye yönelik iyi, güzel, doğru veya çürümeye yönelik kötü, çirkin, yanlış” görünümlerde gerçekleştiği de yer almaktaydı.. Artı, kapitalist ilişkilerin hem alt hem üst yapısında yer alan değerler tüketimi hastalığına tutulan modern toplumlarda ikinci görünümün, literatürde ‘dejenere’ olarak yer aldığı da bir vakıa idi.. Ki, kavramdaki jen sözcüğü, nesil anlamına gelmekteydi..

Geleneğimizin verili gerçeğiydi bir fincan kahve.. Ve kırk yıllık hatırının neşeli gerekçesiydi falı.. Kahve falına bakarak, “atıyorum” türü kehanette bulunacak değiliz! Ve fakat kırk yıllık sürecin bir döneminde çok takıldığımız ‘takılmak’ ve cümlelerimiz arasına taktığımız ‘artı’ kelimelerinin değişip dönüştüğü hali üzerinden, kahvelerin hatırının tazelenip tazelenmeyeceğine yönelik bir tahminde bulunabiliriz diye düşünüyorum ben.. Bu bağlamda soralım.. Hatır sayıp hatır almak için bir kahve içimi dahi olsa tanıdıklarımıza takılmaz, kuramsal cümlelerimize eklediğimiz artıyı da artık takmaz(!) olduğumuzun acaba farkında mıyız? Farkında mıyız şimdilerde cümlelerimize ‘atıyorum’ diye başlayıp, “sorun değil, sıkıntı yok” diye devam ederek ‘doğru mu’ diye bitirdiğimizin? Farkında mıyız artılı konuşmalarımızda efkârımızı ifade ederken hep eksik bir yan kaldığı sanısıyla kemale ermeyi düşünürken; şimdilerde, ‘paketlenmiş mesajları’ fikri anlamda ‘atıyorum’ varsayımına rağmen “bu iş tamam, oldu” zannederek ‘doğru mu’ sorusuyla,  dayatmacı düşündüğümüzün?

Paketlenmiş artık değer fikirleri, ‘nalıncı keseri gibi’ hep kendimize doğru yontarak onaylatma çabamıza; trafikteki modernist öfkeyi hatırlatıp, teknolojinin maddi soğukluğuyla ‘mesajlaşma’ trafiğini kanıt göstererek “doğru mu” diye sormuyorum.. Manevi sıcaklığa hasretin neşeli bir ifadesi anlamında “kahvelerin hatırı dolmadı mı?” diye soruyor ve artı hüzünle ekliyorum: “Yoksa hatırı mı sayılmaz oldu?”

İbrahim Bey, bu soruyu, kinayeli bir ses tonuyla ; “Yani..” diyerek karşılamıştı yeni yıl öncesi söz konusu sohbetimizde ve eklemişti: “Son tahlilde bekliyoruz o hatırın sayılmasını!”

Yeni yılınızı, tazelediğiniz kahvelerin kırk yıllık hatırıyla kutluyorum..

Selam ve saygılar… ozdemirgurcan23@gmail.com

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here