Şükrü Saraçoğlu Ruhu!

0
77

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bahar kendini iyiden iyiye göstermeye başladı. Kuş sesine uyanıyorum geçen haftadan beri. Zaten bendenizin bahar müjdecisi, her zaman ısınan havadan ya da düşen cemrelerden çok öncesinden kuşların cıvıltısı ve ağaçlarımın incecik yapraklanması ve tomurcuklanması… Ancak bunlar madalyonun bir yüzü, diğer yüzü ise çok sıkıcı. Bir defa Güneş yakıcı, gölge serin… Alerji her telden başladı bile. Üç satır yazdım belki on kez hapşırdım. Berke çok, iyi yaşa demekten bıktı. Burnum akıyor mendil telaşına düşüyorum! Mendil ve telefon taşıma özürlüsü olduğumdan yanımdaki insanları koşturmak zorunda kalıyorum bu kez. Onlarda bendenize söyleniyorlar tabi doğal olarak. Zaten onlar her şeyime söyleniyorlar. Çok ruhsuz olduğumu bile söylüyorlar! Efendim bahar gelmiş kitabım piyasada boy gösteriyor, bendeniz nasıl bu kadar kaygısız, heyecansız ve durgun olabiliyormuşum? Valla bilmiyorum, her zamana ki halimden başka değilim ki. Tabii ki kuşların cıvıltısı yüreğimi sevince boğuyor ve kitabıma gösterilen ilgi  hoşuma gidiyor. İşte bu kadar!

Arkadaşlarıma bu yetmiyor. Bendeniz için hazırladıkları sürpriz partide bile normalin üzerinde değildim. Ve olamazdım çünkü kendimi başka türlü hissedemiyorum. Kendimi en çılgın hissettiğim anın üzerinden yıllar geçti!!  Lise öğrencisiydim. Ve sanat dergisi alıyordum her hafta. Bir gün öykü yarışması düzenledi dergi. Hemen hazırdaki öykülerimden birini gönderdim ve  yine o zamanlardan kalma harika soğukkanlılığımla gönderdiğimi bile unuttum! Sonuçların  ne zaman açıklanacağını da bilmiyordum merakta  etmiyordum. O hafta başı kardeşimle kitapçıdan her zamanki gibi dergimizi aldık. Bendeniz her zaman böyleydim ve böyle kaldım. Yolda sokakta her yerde okurum. O zamanda böyle yaptım. Dergiyi açtım birkaç sayfasını okudum yürüyerek. Sonra bir sayfaya geldim ki bendenizin öyküsü! Resimlenmiş üstelik karşımda duruyor!!! İşte o an, o andı. Sokağın ortasında bir çığlık atmışım bir sıçramışım ki ayaklarım yerden kesilmiş uçmuşum, şimdi bile kendimden utanırım nasıl uçtuğuma?

Caddede herkes bize bakıyor, bendeniz elimde dergi salıyorum “benim öyküm benim öyküm” kazanmışım kazanmamışım hiç derdim değil, alacağım ödül ise hiç umurumda bile değildi. Zaten göndermediler. Tek derdim elimdeki dergide benimde bir öyküm vardı o kadar! Uçarak eve gelmiş, uçarak merdivenleri tırmanmış, uçarak anneme göstermiştim. Ve sonra sanki hiç bir şey olmamış gibi bir köşeye atıp unutmuştum. Ancak üç güne yakın bir zaman ağzıma yemek girmemişti, ufacık tefeciklerin dışında. Rahmetli annem çıldırıyordu bu duruma, açlıktan hasta olacağımdan korkuyordu ama canavar gibiydim. Bir hafta böyle geçti aç tok ama heyecansız sonrada normal hayat başladı her zamanki gibi.

Berke şu an okula gidecek kalkıp onu geçirmemi bekliyor. “tabi yazın daha önemli bizi geçirme” diye laf atıyordu on dakikadan beri. Dayanamıyorum hemen kalkıyorum onu kapıda öperek uğurluyorum. “yinede sen ruhsuzsun ama Gül” diyor. Botlarını bağlarken… “Kitapların geldi kalkmadın, koliyi açtım bakmadın, kitapları dizdim bakmadın, tekrar toparlayıp odama götürdüm yine başını kaldırmadın nasıl bir şeysin ya 300 sayfa yazmışsın hiç mi merak etmezsin nasıl olmuş diye” dedi. “Ama bak seni uğurlamak için yazımdan kalkıyorum ama” dedim. Şimdide ruhum yok mu? Hiç yanıt vermeden merdivenlerden kayarak inerken dönüp “heyecansızsın arkadaş kabul et” dedi..

Ama kabul ediyorum  aslında nasılım bilmiyorum? Romanımı yayınevine teslim ettiğim günden beri bir garip algılıyorum kendimi… Genellikle yoğun geçen resim sergilerimden sonrada böyle olurum. Depresyona benzeyen, ancak depresyon olmayan adı konmamış bir duygu boşluğu? Sanki yerçekimi yok bulunduğum ortamda, ne yerdeyim ne Arafat’ta. Ne kendimleyim ne de kimseyle. Bir sürü, bir sürü konuşuyorum, anlatıyorum gülüyorum ama neredeyim bilmiyorum. Bilgisayarımı alıyorum kucağıma dolaşıyorum odaları tek, tek bütün koltuklara oturuyorum kalkıyorum ama bir satır yazamıyorum. Bir satır okuyamıyorum. Korkunç bir yalnızlık ve terk edilmişlik duygusu sarmış içimi onu görmeden dolanıyorum. Ruhumdan bir şey kopmuş gibi? Sanki gayri meşru bir çocuk doğurmuşum? Bu nasıl bir duygu ki? Belki, işte tamda böyle bir şey? Onu benden almışlar! Daha doğrusu bendeniz satmışım, apar topar, günahından kurtulmaya çalışan mücrim gibi… Valla hala aslında nasılım bilmiyorum? Olsun, bazen insan nasıl olduğunu bilmeyiversin ne olacak ki? Nasılsa her saniye değişen gündemle hemen kendine geliveriyor! Bu yüzden bizde içinde bulunduğumuz durumu, kötü giden gündemin reklam arası olarak kabul edebiliriz değil mi ya?  Berke ve arkadaşlarım ne derse desin.

Ve sevgili okuyucularım “perili stadyum” ben değil Ahmet Çakar söylüyor. Fenerbahçe Galatasaray maçını izlediyseniz sizde şahit olmuşsunuzdur bu sözün söylenme nedenine. Tabi bendeniz Fenerliyim fanatik değil ama.  Bu yüzden galibiyet bekliyordum doğal olarak. Ve zaten Fenerbahçe, Şükrü Saraçoğlu stadında 16 yıldan beri Galatasaray karşısında yenilmemiş. Onun rahatlığı içindeydim ama yinede top yuvarlak ve her an her şey olabilir tedirginliği de az, az vardı tabi. Ancak gerçekten top yuvarlak ve eğer gol olmayacaksa işte böyle olmaz abi… Dehşet bir şey valla Şükrü Saraçoğlu ruhunun Fenerbahçe’yi koruduğuna inanır oldum topun havada dalgalanmasını  görünce. Ve stadyumum perili değil ama bir ruhu olduğuna inanıyorum. Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlık ve sevgiyle kalalım hep birlikte  ayrımsız gayrımsız. Yase

Not: Ve sevgili okuyucularım  Perşembe günü buluşalım diyorum bendeniz 12.30’da gazetemizde olacağım.

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here