Şiir ve Yine Şiir

0
147

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bendenizi sorsanız aksi ve huzursuzum, azıcıkta depresyonda gibi. Neden mi, arka arkaya gelen şehit haberleri  vıcık-vıcık yalakalık, boş konuşmalar nerdeyse elle tutulacak kadar yoğunlaşan ayrım gayrımdan fenalık bastı ruhuma bu sabah ya da geçen haftanın başından beri öyleydi de bugün son noktasındayım zahir?

Ve şiirden tabi ondanda içime fenalık bastı. Keşke kimse şiir yazmasa diye düşünüyorum. Ya da yazsın ama kendine saklasın. Valla gına geldi üzerime artık elime bir tek şiir kitabı almayacağım. Yani kendimi, ihanet etmiş gibi hissediyorum Nazım Hikmet’e, Cemal Süreyya’ya, Bedri Rahmi Eyüpoğlu’na, Ahmet Haşim’e. Yani bütün iyi niyetimi takınarak artık yeni isimlere yer vermek istedim hayatımda.

Ve bu yüzden her yeni şiir kitabını alıp inceledim, bir tanesini okuyup diğerlerini bırakmadım, olur ya üçüncü şiir çok güzeldir, yüreğime işler diye hepsine baktım. Ve sonunda kendimden nefret ettim neden zamanımı harcadım uykusuz kaldım. Yani hemen herkes şiir yazar ancak  şiir yazmak öyle yazdım oldu ile bitmiyor ki? “Şair bana yağmuru anlatma, yağdır!” demiş Victor Hugo, çokta doğru söylemiş. Evet, şair yağmuru yağdırabilmeli. Yoksa kendine saklasın yazdıklarını.

Bu ne celal, bu ne şiddet, okumazsın olur biter mi diyorsunuz? Hayır, olup bitmez. Çocuklarımızı düşünüyorum, gençlerimizi düşünüyorum. Bizim önümüzdeki örnekler o kadar güzeldi ki, biz bu yüzden şiir yazmadık! Ancak şimdi şiir o kadar şiir olmaktan çıktı ki çocuklarımız onlara bakarak şiir yazmaya başladı ve kalite ve şiirsellik denilen o mucize kaçtı gitti. 

Tabi ki bütün yeni çıkanlar öyle değil, tabi ki yağmur yağdırmasa, gök gürleten de var ancak onlar bir elin parmakları kadar neredeyse! Neyse şimdi size bir çırpıda okuduğum ve çok sevdiğim bir masal kitabından söz edeceğim.

Karabıyık Dede

Yazar Mustafa Söylemez.  Dörtyollu bir öğretmen emekli olduktan sonra çocukluğunda başlayan edebiyat aşkına daha çok yoğunluk vermiş ve bir birbirinden değişik  şiir ve öykülere imza atmış. Onu tanıma olanağım oldu. Ancak onu tanımadan Karabıyık dede kitabını okumuştum. Ve çok değişik, çok hoş, çok düşündürücü bulmuştum yazım şekli, önce çok kalabalık gelmesine rağmen kolay okunan, geçmişi, günümüzü, geleceği ve düşleri harmanlayarak oluşturulan, bazıları gerçek üstü, zaten masal olmasının nedenlerinden biri de bu. Bazıları gerçeğin ta kendisi, bazıları geçmişle harmanlanmış, kişiler tarihten fırlamış, hayvanlar dile gelmiş, gerçekten çok değişik bir kitap, kendi hesabıma çok beğendim.

Ve öneriyorum lütfen alıp okuyun. Sizde beğeneceksiniz özellikle gençlere sesleniyorum  Akdeniz’den Hatay ve Çukurova’nın tarihi geçmişini inanç ve  adetlerini, tarihte iz bırakmış Veysel Karan’den Cleopatra’ya, Çariçe Katerina, Gico teyze, Şahmeran ile iç içe geçmiş   öyküleri sizlerde çok beğeneceksiniz. En azından yaşadığımız coğrafyada  kimler  vardı, mizahi bir dille de olsa önünüze geliyor, etten kemikten, capcanlı, unutmayın bu şekilde öğrenilen bilgiler kalıcı olur. Ve Mustafa Söylemez onu gördüğümde “öykülerine bu kadar benzeyen biri olamaz” dedim içimden.

Ve sevgili okuyucularım, araştırmacı-yazar ve emekli öğretmen olan Mustafa Söylemez’in şiir kitapları da var. En son çıkan kitabı “leke” adını taşıyor. “leke” çok ilgimi çekti hemen okudum. Paylaşıyorum…

Leke

Silinmiş adım soyadım

Koca bir lekeyim ufuktan geniş

Yanıtsız yanıtım utançtan büyük

0nüç yasında bir kız çocuğuyum

Koruyamadım dedeleden beni.

Korudu başyargıçlar dedeleri

Lekemi taşıyamıdı dağlar.

 

Adımı sildi dağlar,utandım

İki ürkek harf kaldım

Sildi beni baş yargıçlar,utanarak

Yoğum ben sıranın başında bir leke

Tüm gökyüzünde siyah bir bulut

Silinmiş geleceğim

Yirmi altı onurlu bağışlanmış dedemle.

 

Adları yaldızlı şimdi günahları yok

Lekem çakıldı sırtıma kör keserle

Öldü hukuk vicdanında onurun

Tek kurtuluş kaldı yol üzerine

Ya bir ölüm bulacağım

Ya yol bulacağım bin ölüme.

Mustafa Söylemez

Ve sevgili okuyucularım içimizi yakan şehitlerimize Tanrı’dan rahmet ailelerine sabır diliyorum. Nur içinde uyusunlar, mekânları cennet olsun. Şimdilik, sağlıkla, sevgiyle kalalım. Hep birlikte ayrımsız, gayrımsız. Yurtta sulh cihanda sulh tez gerçekleşir dileriz. Yase

Antakya Köprüsü

Çıkıyordun merdivenlerden ağır aksak
’’Nasıl kurtulur bu adam, darağaçlarından
Ve zindanların gölgesinden
Emekçiyi ezileni sevmekten?’’
Kapıyı açtım karşılaştık seninle
Dertlerin dökülmüştü merdivenlere
Ama tasaların sarmıştı yüreğini
Kaçacak yerleri de yoktu tasalarının.

Koştuk bir künefe yemeğe
Hernasılsa yedik künefeyi güçbela
Ama paramız yetmedi bir kitaba
Kitap kaldı, kalacak seçildiği yerde.
Ne birlikte olmak öyle kolaydı
Ne de ayrılmaya gönül dayandı.

Darağacı gölgeleri, prangalar
Yağmura gölge etmişlerdi
Çektik bir fotoğraf Anteke resimlendi.
Unuttun dertlerini, tasalarını
Durdu yüreğinin kanı
Dalgın düşündün, acıdın bana
İzledin içinde içimdeki kanı.

Araba yürüdü,
Sen yürüdün,
Köprüyü geçtik
Sen de geçtin
Bir bakmadın yola, bir
Göz göze gelecektik seninle
Çok dalgındın, çok
İki sefer de elindeki kitaba baktın.
Bir el sallayamadım sana.

Mustafa SÖYLEMEZ 

Günün Şiiri

Ödenmez

ışığın şafağa verdiğini

verdin bana

dağları gök sınırlarında

sıyıran rüzgârların

ay ışıltısından kalan

yerlerini verdin

 

keseklerden seken tarla kuşlarını

suyun sesine koştuğunda

gün aydındı

uyanmamıştı kalbin toprağı

geniş ovalar

uçsuz bucaksız sıfatlarla

kendini tamlayan

bozkırlar verdin bana

 

bir gün dönersin dedin

bir gün dönersin

o günün adresini kestin yıldızlardan

gittiğim yerlerin

haritalarda

hasretten kanayan şehirlerin

yıkılmış yaşamlarından kalan

kitaplarını verdin bana

 

herkes unuttu beni

mevsimler defter tutmaz

yolların belleği karışık

uzun kışlardan sonra

uyanan aşkın yorgun aylarını verdin

 

nasıl sağaltır seni eğninde taşıyan

demir asa demir çarık

çöllerde donmaktan

dağlarda kurumaktan gelen ses

nereye gider

kırılgan bir yaşamın dağdağasında

fırçanın resme verdiğini

elin başağa

soluğun yüreğe verdiğini

verdin bana

Hidayet KARAKUŞ

Günün Fıkrası

Bir gün cennet ve cehennemdekiler birbirlerinin yaşadıkları yerleri merak etmişler. Yaptıkları görüşmelerden sonra en kısa zamanda bir köprü inşa etmeye karar vermişler. Ama bu köprünün yarısını cennettekiler diğer yarısını da cehennemdekiler yapacakmış. Cehennemdekiler kendi yarılarını çarçabuk yapıp bitirmişler ama cennet tarafında daha bir adım ilerleme yok. Bir elçi yollayıp sebebini sormuşlar. Cennettekilerin cevabı ise ” Vallahi günlerdir her yere haber yolladık ama bir tane bile müteahhit bulamadık …”

Günün Sözü

Allah, kimseyi yanlışı savunacak kadar CAHİL, doğruyu inkâr edecek kadar da NANKÖR yapmasın.