Padişahım Sen Çok Yaşa…

0
646

Ah ki ne ah! Bugün kafamdan geçenleri şöyle bir harmanlayım dedim. Kalemim, nerelere doğru sürükledi beni, nerelere götürdü anlayamadım.

Padişahlık dönemlerinde, her devrin kendine mahsus bazı şaklaban geçinen kişiler, ortalıklarda gözükür ve krala karşı sıkça “padişahım sen çok yaşa” sözleriyle etrafı inletirlerdi. Ne yazık kral ölünce yeni krala ve etrafındakilere karşı sürdürdükleri yalakalıklar, kralın yakınları tarafından tespit edildiğinde oracıkta kafaları kesilirdi.

Geçmiş zaman çok acımasız örf ve adetlere sahipti. Şimdi bu gibi baş kesmeler çok şükür ortada yok. Bu ve benzeri uygulamaları ancak yazılan öykülerde görebiliyoruz. Bugün değişik bir yazıyı sizlerin beğenisine sunarken, hiçbir şekilde kimseyi yazımda hedef almıyorum.

Soytarı & Dalkavuk…

Kralın soytarısı, sarayda özel yeri olan bir kişiliktir, tahtın yamacına konmuştur, protokolün hem içindedir, hem dışında. Bir bakarsın ki, soylu törenlerin en görkemli dakikasında soytarı yerde yatıp yuvarlanmaya başlamış, prenslerin, düklerin, baronların, kontların, nazırların, rektörlerin, kardinallerin kırmızı bayram balonu gibi şişirilmiş ciddiyetlerini sivri yergileriyle delerek, ortalığı birbirine katmış, öfkeleri, kahkahaları, fısıltıları, kaygıları soytarılığın sarmalına dolayıp, saray halısı gibi salona yayıvermiş.

Soytarı; “evet efendimci” değildir. Kimi zaman efendisini bile mizahın gergefine iğneleme yetkilerini benliğinde duyabilir. Batı dünyasının hoşgörü kuyusundan çıkrıkla çekebildiği kadarınca yergilerini bağlı bulunduğu egemenin yüzüne karşı söyleyebilir. Böyle durumlarda kralın suratı asılır bir an ama aldırmaz görünür. Kral kısaca yanındakilere dönerek şöyle der; “…Canım bir soytarının söylediğinin soytarılıktan gayrı ne anlamı olabilir ki?..”

Soytarı, zanaatının koşullarında, kişilere ve olaylara yönelik yergileri gülmeceye dönüştürüp taşı gediğine koymasını bilen kişidir. Egemenlik, güçlü halktan değil, Tanrı’dan kaynaklanan kralların saraylarında cins ev köpekleri gibi cins soytarıların bulunduğunu tarihler yazarlar. Öyle bir av köpeğidir ki soytarı, kralın çevresindeki soyluları kokularından tanıyıp gülünç yanlarını ortaya çıkarır, alayla karışık, şakayla barışık biçimde vurgular.

İlgili resim

Dalkavuk ise kendine özgüdür. Ne iğnesi vardır dalkavuğun ne yergisi ne de eleştirisi. Dalkavuğun görevi ya “evet efendim” ya da “sepet efendimle bağlanır. Osmanlı tarihinde bol-bol dalkavukluk vardır da, soytarılığa ilişkin kurumsallık oluşmamıştır. Çünkü soytarılık Batı tarihinin hoşgörü geleneğiyle bağdaşır, Soytarı balonları iğneler. Dalkavuk balonları şişirir.

Ne olursa olsun, ister bilim adamı kılığına bürünsün, ister kalem erbabından sayılsın, dalkavuğun soytarıdan besbeter olduğunu tarihler yazar. Çünkü soytarının zaman-zaman efendisini uyardığı görülmüştür de, dalkavuğun şişirdiği balonlara tutunarak yükselmesi kimseye nasip olmamıştır.

Hey gidi dalkavuk…! Sana soytarı bile denemez, çünkü soytarılık senin için rütbe sayılır. Sen dalkavukluk için belini kırıp ikiye katlanırken, senin görüntüne bile katlanmak ne büyük acı…

Allah hepimizi bu soytarı ve dalkavuklardan korusun. Onların olduğu ortamlarda yaşamayı kimseye nasip etmesin. İdealler uğruna iki büklüm yaşamanın sonu, acımasız ihanetlerle sonuçlanır. Bugün her şeyi göze alarak, olmaması gereken yerde var olarak görünmek isteyen kişiler, etrafımızda cirit atmıyor mu? Efendi kılığına bürünen ve kendilerini renkten renge boyayan bu gibi kişiler aramızda dolaşmıyor mu?

Er veya geç kimlikleri ortaya çıktığı anda, yüzlerine bakmak dahi onurlu insanlarımıza tiksinti veren bu kişilerden sakınalım ve onların soytarı ve dalkavukluk içgüdülerine sahip olan kimselere sakın ha kanmayalım. Kandığımız anda çok geç kaldığımızın resmidir.

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here