Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Her şeyin bir zamanı var ve o zaman geldiğinde; işte o zaman geldiğinde; ne yapmak gerekiyor bilemiyor insan! Yani şimdi “keşke benden iki tane ya da üç tane olsaydı” diye düşünüyorum. Çünkü zamanı geldi, doğurganlık zamanlarındayım şimdi. Ve korkunç derecede huzursuzum! Düşüncelerimle aramda dünyalar var! Onlar bir yerde bendeniz bambaşka yerde. “İşte tam da şimdi bendenizden bir kaç taneye gerek var” diyorum.
Bendeniz düşüneceğim diğeri düşüncelerimi hayata geçirecek bir diğeri yetişmem gereken yerlerde olacak! Bir diğeri okumam gereken kitapları okuyacak. Ve bir beden de buluştuğumuzda kendimden memnun olacağım! Vavv kim istemez bunu ya? Var mı böyle dünya? Keşke olsaydı. Diye çok ciddi ve gerçekten sanki olabilirmiş gibi dileyerek yataktan kalktım, rutin işler bile çok ağırıma giderek güne başladım!
Aklım atölyemde başladığım portreyi bitirmek istiyorum. Ama yeni başladığım kitabım ağır basıyor her şeyi bırakıp yazmak istiyorum, akıyor üzerimden yazmam gerekenler… -Kahvemden kocaman bir yudum çekiyorum avurtlarım yanıyor- ama dışarıda işim var birleri ile buluşacağım bu önemli ama sokağa çıktığım an bütün işler kalacak, hemen akşam olacak, yürüyüş bile yapmayacağım çünkü güneş batmadan hava acayip kirleniyor ve yürüyüş yapmak hayal oluyor. Ve tabi atölyeye girmekte… Oysa her gün en az yirmi dakika yürümek istiyorum atölyemden çıktıktan sonra ve tabi yapmam gerekenlerin hiç birini yapamayacağım… Kaç gündür bu durumdayım çünkü…
Ve en kötüsü düşüncelerimle arama birileri girdiğinde oluyor. Bir türlü konuya yoğunlaşamıyorum tabi bu günlük yazılara da yansıyor. Of of doğurgan olmak gerçekten zorluyor bünyeyi. Ve sevgili okuyucularım tamda burada Halil Cibran’dan minik bir öykü anlatmak istiyorum
& & & & &
Beden ve Ruh
Bir adam ve bir kadın, bahara açılan bir pencerenin önünde de yan yana oturmuşlardı. Kadın adama “seni seviyorum. Yakışıklısın zengin ve her zaman iyi giyimlisin” dedi.
Adam da kadına “seni seviyorum” diye karşılık verdi. “Güzel bir düşüncesin, ayrıca elde tutulamayacak bir şeysin, düşlerimdeki şarkısın sen…”
Kadın öfkelenerek uzaklaştı ondan “efendim” dedi. “Derhal beni terk etmenizi istiyorum sizden, ben ne düşünceyim ne de düşlerinizden geçen bir şey. Ben bir kadınım. Beni bir eş ve gelecekte çocuklarımızın annesi olarak sevmenizi isterdim.”
Ve ayrıldılar.
Adam içinden şöyle diyordu; “İşte bir başka düş, tam da şu anda sise dönüşüyor”
Kadın da kendi kendine söyleniyordu; “Peki, beni sise ve düşe dönüştüren bir adama ne demeli?”
Ve sis ve düşlerde yaşayanlar ve gerçek hayatta yaşayanlar ve ikisini birleştirenler!
Ve sevgili okuyucularım bünyemin dağınıklığını toparlayabilmek zaman alacak gibi. Ve şimdi sağlıkla sevgiyle kalalım diyorum. Ayrımsız gayrımsız hep birlikte. Yase
& & & & &
Hamal
Eski zamanlardı. Yolların olmadığı zamanlar… Demek ki fakirdi bizim gibi çoğunluk, bu nedenle taşınacak yüklere talip olacak hamallar bulmak zor olmuyordu… Yanımdaki hamalla yola çıktık. İhtiyardı. Kendinden büyük bir yük almıştı. Benim sırtımda ise birkaç bavul vardı sadece, onunkinin çeyreği… Diyordum ki içimden “Çok gitmeden kıvrılırsa titreyen bacakları, yüklenirim sırtındaki yükün yarısını!..” Nitekim çok geçmeden dedi ki: “Mola vakti. Gel biraz dinlenelim!… “Ne molası, dedim ona hayretle. Ben daha terlemedim!..” Sözüme aldırmadı. Durdu. Çöktü. Salarken yükünün ipini “Sen de dinlen hadi” dedi.
Benim canım sıkılmıştı bu işe. Genç olduğumu, ondan kuvvetli olduğumu, bunun gibi bir bunakla yola çıkmamın ne büyük hata olduğunu düşünüyordum. O ihtiyar, bir bacağını azıcık uzatmış halde sessizce dinleniyorken, ben huzursuz bir şekilde ayakta dolanıyordum. Bir saat kadar sonra yine durdu, oturdu, dinlendi. Ben kızgınlıkla dolandım etrafında… “Yükünü indirip sen de dinlen”, demesine aldırmadım, ona daha çok kızdım… Sonra yine durdu. Bana da “dinlenmemi” söyledi yine ama dinlenmedim. Yarım saat sonra “dinlenelim mi” diye sordu, aksi-aksi başımı salladım…
Kaçıncı molasıydı hatırlamıyorum, birden bire dizlerimin bağı çözüldü. Kafamın içinde uçuşan kara-kara sinekler sustu, çöküp kaldım. Kayış kolumdan çıktı, sırtımdaki bavullar kaydı. Ne kadar zaman geçtiğini fark etmedim. Uyumuştum da uyandım mı, yoksa bayılmıştım da ayıldım mı anlamadım… Baktım kendi kocaman yükünün üzerine benim bavullarımı da bağlamıştı. Küçük tasına birazcık su koyup dudağıma dayadı, içtim. Sonra koluma girerek; “Hadi kalk, dedi. Bana yaslan. Ağır-ağır gider ve bir süre sonra gene dinleniriz.” Dediğini yaptım. Omzundan güç aldım, ama asıl anlattıkları iyi geldi bana…
“Ben yılların hamalıyım, dedi. Nice pehlivan yapılı adamlar gördüm. Çoğu, dinlenmek istemediklerinden yükleriyle birlikte kendilerini de toprağa serdi sonunda… Yolda gördüğümüz saçılmış kuru kemiklerin çoğu, anlattığım bu insanlara ait… Halbuki bir yükü “taşımak” bizim işimiz, “altında ezilmek” değil!.. Unutma ki bir yük, taşıdıkça ağırlaşır. Dinlenerek sen yükünü hafifletiyorsun! Belki günün birinde hamallığın şekli değişir. Belki o günleri ben göremem. Ama sen kavuşursan o zamanlara, aman ha, kafanın içinde de sakın yük taşıma… Akşamları bırak ve hafifle… Sabah dinlenmiş olarak yeniden tekrar taşırsın yükünü. Bizim işimiz, bugünü yarına taşımak, bugünün altında yok olmak değil. Çünkü yarınlarda bizi bekleyenler var, taşıdıklarımızı bekleyenler…”
Günün Şiiri
Vururlar Ceylan
Sanmaki dünyada mutluluk ganı
Gün gelir senide yorarlar ceylan
Nerede sevenlerın dostların hanı
En ince yerinden kırarlar ceylan
Cazibene kapılıp ınme engıne
Aldanma kentlerin simli rengıne
Olurda düşmezsen kendi dengine
Seni bir soysuza verirler ceylan
Ne adalet kaldı ne güven kaldı
Mavi hulyaları caniler çaldı
Sevda şairlerleri göçünü aldı.
Seni de yad ele sürerler ceylan
Maskeli yüzlerde gülüşler yalan
Kelle avcıları ne sinsi yılan
Sen yine sümbüllü dağlarda dolan
Başına çoraplar ürerler ceylan
Yenilme nefsine toy düşlerine
Dayanamam sonra göz yaşlarına
Ana baba kavim kardeşlerine
Acımadan tuzak kurarlar ceylan
Billir pınarlardan kana kana iç
Gizli patıkalar tenhalardan geç
Kalabalıklara mreak salma hiç
Alaca gövdeni vururlar ceylan
Muhittin ALACA
Bir Gün Anlarsın
Uykuların kaçar geceleri,
Bir türlü sabah olmayı bilmez,
Dikilir gözlerin tavanda bir noktaya
Deli eden uğultudur başlar kulaklarında,
Ne çarşaf halden anlar, ne yastık
Girmez pencerelerden beklediğin aydınlık,
Kapanır yatağına çaresizliğine ağlarsın,
Onun unutamadığın hayali,
Sigaradan derin bir nefes çekmişçesine dolar içine,
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.
Bir gün anlarsın aslında her şeyin boş olduğunu,
Şerefin, faziletin, iyiliğin güzelliğin.
Gün gelir de, sesini bir kerecik duymak için,
Vurursun başını soğuk, taş duvarlara,
Büyür gitgide incinmişliğin, kırılmışlığın
Duyarsın.
Ta derinden acısını çaresiz kalmışlığın.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.
Bir gün anlarsın ne işe yaradığını ellerinin
Niçin yaratıldığını.
Bu iğrenç dünyaya neden geldiğini
Uzun uzun seyredersin aynalarda güzeliğini
Boşuna geçip, giden yıllarına yanarsın.
Dolar gözlerin, için burkulur
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.
Bir gün anlarsın tadını sevilen dudakların
Sevilen gözlerin erişilmezliğini
O hiç beklenmeyen saat geldi mi
Düşer saçların önüne ama bembeyaz
Uzanır gökyüzüne ellerin
Ama çaresiz
Ama yorgun
Ama bitkin
Bir zaman geçmiş günlerin uykusuna dalarsın
Sonra dizilir birbiri ardınca gerçekler acı
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın
Bir gün anlarsın hayal kurmayı
Beklemeyi
Ümit etmeyi
Bir kirli gömlek gibi çıkarıp atasın gelir
Bütün vücudunu saran o korkunç geceyi
Lanet edersin yaşadığına
Maziden ne kalmışsa yırtar atarsın
O zaman bir çiçek büyür kabrimde kendiliğinden
Seni sevdiğimi bir gün anlarsın.
Ümit Yaşar OĞUZCAN
Günün Fıkrası
Mafya babası haraçlarını toplaması için yeni bir tetikçi buldu. Seçtiği adam sağır ve dilsizdi. Çünkü baba, bu tetikçi yakalanırsa polise fazla bir şey anlatması mümkün olamaz, diye düşünüyordu. Baba, bir gün ödemelerin geciktiğini fark etti ve tetikçiyi odasına çağırdı, bir de işaret dilini bilen tercüman buldular. Tercüman işaretle sordu: “Para nerede?” Sağır dilsiz işaretle yanıt verdi: “Ne parası? Benim paradan-maradan haberim yok. Neden bahsettiğinizi anlamıyorum.” Tercüman tercüme etti: “Neden bahsettiğinizi anlamıyormuş.”
Baba 38’liği koltuk altından çekip sağır dilsizin beynine dayadı: “Şimdi sor bakalım, para nerede.”
Tercüman işaretle sordu: “Para nerede?” Sağır-dilsiz kan ter içinde işaretle yanıt verdi: “Şehir merkezindeki parkta, büyük heykelin olduğu kapıdan girince soldan 3. ağacın kovuğunda yüz bin dolar var.”
“Ne söyledi?” dedi Baba. Tercüman yanıtladı: “Dedi ki, hala neden bahsettiğinizi anlamıyormuş, ayrıca o tetiği çekeceğinize inanmıyormuş”
Günün Sözü
Hiçbir şey için ‘benimdir’ deme sadece de ki ‘yanımdadır’ Çünkü ne altın, ne toprak ne sevgili, ne hayat, ne ölüm, ne huzur, ne de keder daima seninle kalmaz!