Mitolojik Hikâyeler

0
487

Günaydın sevgili okuyucularım, nasılsınız bu sabah? Bugün nette dolaşırken, mitolojik birkaç hikâyeye rastladım. Bugün de bir değişiklik olsun birkaç mitolojik hikâye okuyalım hep beraber dedim. Umarım beğenirsiniz. Yase

Ariane ile Sonsuzluğun Kralı

Ariane, kıyılarında dalgaların kudurduğu, Naksos adasında yaşıyordu… Aşktan nasibini alamamış kederli kız Ariane, sevgilisi Theseus tarafından terk edilmişti. Bu acıyla ağlayıp sızlıyor, Theseus’a beddualar ediyordu.

Bazen kıyıda kumlar üzerine uzanıyor, kumları gözyaşları ile ıslatıyordu. Bazen de denize hakim yüksek bir kayaya çıkıyor ve Theseus’u götüren mavi geminin uzaklarda kayboluşunu tahayyül ederek, ayrılık gününü içi yanarak anıyor ve bağırıyordu: “Theseus! Duygusuz, taş gibi bir yüreğin var! Seni hangi dişi aslan dünyaya getirdi? Senin yanında ne kadar mesuttum. Her şeye boyun eğen bir köle gibi sana hizmet etmedim mi? Senin yorgun ayaklarını yıkayan ben değil miydim? Yatağının üzerine erguvan renkli örtüyü kim yayıyordu? Beni bu ıssız adada bırakıp gideceğine, babamın evine götürseydin. Bundan sonra ben ne yapabilirim? Benim kederimi kim dağıtacak, bana kim ümit ve teselli getirecek? Kıyılarında azgın dalgaların gürültüler çıkararak parçalandığı bu adada ben nasıl yaşayabilirim? Derin ve korkunç deniz beni babamdan ve tanıdıklarımdan ayırıyor. Hayatımın ilkbaharında, bu kayalık, ıssız adada terk edilmiş bir halde ölecek miyim?”

Bir gün, gönlünde sayısız kederlerin dolup taştığı güzel saçlı bakire, bitkin bir halde kıyıya uzanmış ve kendinden geçmişti. İşte tam bu sırada rüzgarda uçuşan sarı saçları ile esrarengiz bir delikanlı, Naksos adasına çıktı. Karaya ayağını basar basmaz, bu ıssız adanın güzel kızı genç Ariane’i uyur vaziyette gördü.

Esrarengiz delikanlı, sonsuzluğun ve yalnızlığın kralı idi. Uzayın uzanıp giden boş sessizliğine hükmediyordu. Bütün bunlara rağmen yaşamdan mesut olmasını biliyordu. Genç kralın gönüllerden kederi kovan, muzdariplere neşe ve teselli getiren bir tabiatı vardı. Güzel Ariane’e baktığında kalbi heyecanla çarptı, iri gözleri ile onun uyuyuşunu, bu güzel manzarayı doya doya seyretti… Zavallı Ariane bir kayanın oyuğuna uzanmıştı. Uzun saçlı başını sol kolunun üstüne koymuş, sağ kolu da ilahi çehresinin parlak ve tatlı güzelliğini çerçeveliyordu. Uyandığında genç kral ona yaklaştı:

-Güzel peri kızı, dedi. Sen şanlı bir kralın sevgilisi olmayı hak etmeden evvel Theseus’un ümitsiz aşığı idin. İlkbaharın neşesiyle canlanmadan önce kış soğuğu ile uzun zaman uyumuştun.

Böyle söylerken Kral, elindeki tacı, hoşuna giden bu güzel kızın dalgalanan saçları üzerine koydu fakat bu parlak taç, Ariane’in alnına dokunur dokunmaz; uzadı, göklere kadar yükseldi. Üzerinde bulunan kıymetli taşların, cevherlerin her biri, gökyüzünde birer yıldız oldu. Kralın kraliçesini bulmasının ve birleşmelerinin hatırasını ebedi olarak saklamak için bu yıldızlar, gökyüzünde asılı kaldılar. Artık Genç kralın sonsuzluğu ve uzayın karanlığı yıldızlarla şenlenmişti. Ariane’in iffeti, yalnızlığı ve kalbinin hüznü ona günün birinde sonsuz mutluluğu getirmişti.

Bunun içindir ki yıldızlar, binlerce yıldır onlara bakmasını bilen mutlu insanlara göz kırparlar…

Yunan Mitolojisi’nden-

& & & & &

Şahmeran

Yıllar önce padişahlar devrindeyken bir adam geçimini odunculukla sağlamaktadır. Ormanda odun kesip getirip kasabada satıyordur. Bir gün gene rutin işine devam ederken oldukça büyük bir akrep çıkagelir. Adam bu akrebi görünce korkup hemen bir kenara saklanır. Yerden bir delik açılır ve farklı bir sıvı akmaya başlar, akrep bundan bir müddet içer ve çekip gider. Bunu gören oduncu akrebin gittiğinden emin olduktan sonra gidip onun içtiği şeye bakar ve bu sıvının bal olduğunu fark eder. O günden sonra bal satmaya başlar. Tabi işleri bayağı düzelir. Oduncu halinden memnun gene bir gün ormana geldiğinde o akrebin tekrar geldiğini görür ve yine bir kenara saklanır. Akrep gene bir müddet bal içer ve yola koyulur. Oduncu bu sefer akrebi takip etmek ister ve takılır peşine. Akrep yer altına doğru bir deliğe ilerler oduncuda arkasından devam eder ilerler derken etrafını yılanlar sarar. Oduncuya seni efendimize götüreceğiz derler ve yola koyulurlar.

Bir müddet ilerledikten sonra efendilerinin karşısına çıkarırlar fakat oduncunun adeta dili tutulur. Belinden aşağısı yılan, belinden yukarısı insan bir varlık karşısında durmaktadır fakat o kadar güzeldir ki ona bakan gözlerini ondan alamaz. Yılanların efendilerinin adı Şahmeran‘dır. Şahmeran bu adama çok iyi davranır. Yemekler yiyecekler ikram eder, bir efsaneye göre dört gözlü sultan Süleyman varmış onun hikayesini anlatır çok iyi bir dostlukları vardır. Oduncu fark eder ki Şahmeran‘ın yanına geleli tam yedi sene olmuştur. Fakat o kadar güzel vakit geçiriyordur ki zamanın farkına varamamıştır. Bunca zaman sonra aklına gelir ve benim artık gitmem lazım çoluğum çocuğum beni merak eder der. Şahmeran senin gitmene izin veririm ama bir şartla; beni ne gördün ne duydun der. Bunun üzerine adam da ona söz verir ve gider. O devirin padişahı da ölümcül bir hastalığa yakalanmıştır. Ne bilir kişiler geldiyse ne çeşit tedavi denendiyse bir türlü faydası olmaz. İçlerinden bir bilgin; Şahmeran adında bir mahluk var bunun kuyruğunda üç çeşit sıvı vardır. Birisi akıl, birisi güç, birisi zehir. Eğer Şahmeranı bulup da kuyruğunda ki gücü padişah içerse iyileşir der.

yase-şahmeran

Bunun üzerine vezir Şahmeran‘ı yakalama emri verir. Askerler kıyı bucak aramaya koyulurlar. Bunun duyan bizim oduncu çok korkar. Ayrıca Şahmeran‘ı görenlerin sırtı balık pulu gibi olurmuş. Bu yüzden gider dağlara günlerce saklanır ne kadar uğraşsa da çabalasa da en sonunda askerlere yakalanır. Ne kadar uğraşsalar da Şahmeran‘ın yerini söylemez fakat üstünü bir çıkarırlar ki sırtı pul pul bunun üzerine zorla da olsa yerini söyler. Ardından Şahmeran‘ın yanına gider ve başından geçenleri anlatır. Şahmeran üzülmemesi gerektiğini ne de olsa bu onun kaderi olduğunu söyler. Ölümden korkmuyordur çünkü o da her canlı gibi er ya da geç başına geleceğini biliyordur. Ayrıca oduncuyu uyarır. Benim kuyruğum da üç çeşit sıvı var onları alacaklar ve vezir sana zehri içirtecek ne yapıp edip ortada ki bardak ile soldaki bardağın yerini değiş der. Fakat bir şartı da vardır Şahmeran‘ın başını oduncunun kesmesini ister. Oduncu ne kadar karşı çıksa da ikna olur böylelikle Şahmeran‘ın başı bir hamam da kesilir ve kuyruğunda ki iksirleri bir bardağa koyarlar. Oduncu bardakların yerini değiştirmeyi başarır böylelikle padişah gücü içip iyileşir, vezir zehri içip ölür oduncu da akılı içer ve bilge bir kişi olur. Padişah da onu veziri yapar. Ayrıca oduncu diye bildiğimiz şahıs anlatılanlara göre ölümün de çaresini bulan aslında lokman hekimdir.

Günün Şiiri

Günler Perişan

yırtarak geçiyor kalbimizden

hayatı da törpüleyen zaman

şuramızda bir şey var

acıya benzer

umuda benzer

böyle günlerde hayat

hem acıya, hem acıya benzer

gün ölümle başlatıyor hayatı

her şafak taze bir ölünün üstünde doğuyor

her sabah ölümü anlatıyor gazeteler

sol köşede ölümü kutsallaştıran bir fotoğraf

yeni bir cinayetin röntgenini çıkartıyor gövdeme

beynim sabırla keskin

iğdişliyor haber bültenlerini, yorumları, sahte ölüm ilanlarını

bizim ilanlarımız çoktan verilmiştir

gelirse de bilinir nerden ve nasıl

böyle ölümün yücedir adı

ha kanağacı canım, ha gelincik tarlası

çünkü ölümün kanıdır besleyen

bir başka baharın tohumlarını

şuramızda bir şey var

bizi onduran şey

acıya saran

umudu kuşatan

kalbim: kalbim mi desem

var kalbim: yaşayan ben

hayatla ölümle cinayetle

gazetelerde, radyolarda, eski üniversitelilerde

eski prof hocalarla

yaşayan ben: geç mi kaldık/kabul edemem

ah benim sevgili annem

oğlunda elbet yurtseverden

birgün bırakırda sizi yüzüstü

yüzüstü değil: elbette bizüstü

bırakır da: kötü sarmaşıkları, yaban güllerini

bırakır da: sekizyüzlük hırtları, şunları, bunları

giriverir senin sıcacık kucağına

yani hem sana karşı, hem senin için

giriverir o yanılmaz tarihçinin yaprağına

ölüm mü dedim annem

ölüm senin gibi güzel annelerin

senin gibi güzel çocuklar feda etmiş

o tarih atlasında

bir kırmızı gül olur ancak

koksun diye çocukların bahçesi

şuramızda, tam şuramızda

kanserli bir virüs gibi kanımıza karışsa da bizi yaşatan günler perişan

işte bir bir kırıyorlar  dalıylan

yeryüzünün olgunlaşan meyvelerini

çünki biliyorlar vakit dar

oysa dalları kırılmayan ölür mü sonsuz ağaç

hayatı pekiştiren kökümüz var

dünyayı emeğe kazandırmak için

hayata ve ölüme sonsuz bir anlam veren

kanağacına sözümüz mü var

biz şimdi gidiyoruz gibi ya dostlar

birgün döneriz elbet

acısız, adsız

ölümsuyu sürünün

sürünün ölümsuyu

bir ölü bir dirinin kanıdır

besler hayatsuyu

şuramızda, tam şuramızda

tarihe nasıl anlatsam

ey anneleri korkutan

bizi yaşatan kan

günler perişan

Arkadaş Zekai ÖZGER

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here