Miraç Kandili Barışa ve Sevgiye Neden Olsun Dilerim

0
63

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Miraç kandilini kutladığımız bu günlerde, bütün dünyaya, barış, kardeşlik, sevgi, saygı ve sağlık hâkim olsun diliyorum. Ve keşke diyorum. Çünkü bu kadar kötülüğün, ayrımın gayrımın, vahşetin yaşandığı bir ortamda Kandillerden medet ummak azıcık safdillik olsa gerek! Kardeşin, kardeşi vurduğu ardından ve önünden ağza alınmayacak sözlerle  incitildiği, kırıldığı hırpalandığı,  aşağılandığı, zenginliğin, yoksulluğun ve yokluğun tavan yaptığı bir zamanda. Kandil kutlamak valla bendenize çok ta samimi gelmiyor ancak buna rağmen insana ve insanlığa olan inancım mı yitirmemeye çalışıyorum. Ve  miraç kandilinin anlam ve önemini aktarmaya devam ederken dini vecibelerimizi  yalnızca evde yaşadığımız sokağa ve görselliğe dökmediğimiz zamanlar ne kadar mutluymuşuz diyorum. Çünkü o zaman kimse kimsenin inancını sorgulamıyordu.

Ve şimdi netten aldığım ve kendi bilgilerimle harmanladığım bilgileri vermek istiyorum. Ve umutsuzca barışa katkısı olsun diliyorum. Miraç kandili Kuran-ı Kerim İsra suresi 1. ayette  “Ayetlerimizden bir kısmını göstermek için kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan alıp çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah’ın şanı ne yücedir. Şüphesiz ki O her şeyi hakkıyla işiten, her şeyi hakkıyla görendir.” İsra diyerek Miraç kandiline dikkat çekmiştir. Diğer ayrıntılara girmemiş  olmasına rağmen peygamber efendimizin anlattıklarından ve din bilginlerin yorumundan olay böyle gelişip sonuçlanmış.

Miraç Kandili

Miraç Kandili İslam’da Hz. Peygamber (s.a.s)’ in göğe yükselerek Allah’ın huzuruna kabul edilmesi olayı. Mirac  kandili olarak kabul edilir. olay hicretten bir yıl ya da on yedi ay önce Receb ayının yirmi yedinci gecesi gerçekleşmiş din bilginlerine göre.  Olayın iki aşaması vardır. Birinci aşamada Hz. Peygamber (s.a.s) Mescidül-Haram’dan Beytü’l-Makdis’e (Kudüs) götürülür. Kur’an’ın andığı bu aşama, gece yürüyüşü anlamında isra adını alır. İkinci aşamayı ise Hz. Peygamber (s.a.s)’in Beytü’l-Makdis’ten Allah’a yükselişi oluşturur. Mirac olarak anılan bu yükselme olayı Kur’an’da anılmaz, ama çok sayıdaki hadis ayrıntılı biçimde anlatılır.

Hz. Peygamber (s.a.s), Beytü’l-Makdis’te kurulan bir Mirac’la ve yanında Cebrail olduğu halde göğe yükselmeye başladı. Göğün birinci katında Hz. Adem, ikinci katında Hz. İsa ve Yahya, üçüncü katında Hz. Yusuf, dördüncü katında Hz. İdris, beşinci katında Hz. Harun, altıncı katında Hz. Musa ve yedinci katında Hz. İbrahim ile görüştü. Cebrail ile birlikte yükseliş Sidretü’l-Münteha’ya kadar sürdü. Cebrail, “Buradan bir parmak ucu ileri geçecek olursam yanarım” diyerek Sidretü’l Münteha’da kaldı. Hz. Peygamber (s.a.s) buradan itibaren Refref adlı başka bir binekle yükselişini sürdürdü. Bu yükseliş sırasında Cennet ve nimetlerini, Cehennem ve azabını müşahede etti. Sonunda Allah’ın huzuruna kabul edildi. Kendisine ümmetinden Allah’a şirk koşmayanların Cennet’e gireceği müjdelendi, Bakara suresinin son ayetleri verildi ve beş vakit namaz far kılındı. Yeniden Refref ile Sidretü’l-Münteha’ya, oradan Burak’la Kudüs’e, oradan da Mekke’ye döndürüldü.

Miraç Gecesinin ertesi günü, Hz. Peygamber (s.a.s) ertesi günü Mirac olayını anlattı. Olayı duyan müşrikler yoğun bir kampanya başlatarak Hz. Peygamber (s.a.s)’i suçlamaya, alaya almaya başladılar. Bu kampanya bazı Müslümanları da etkileyerek şüpheye düşürdü. Olayın gerçek olup olmadığını araştırmak isteyenler Beytü’l-Makdis’e ve Mekke’ye gelmekte olan bir kervana ilişkin sorular sorarak Hz. Peygamber (s.a.s)’i sınadılar. Hz. Peygamber (s.a.s)’in verdiği bilgilerin doğruluğu müslümanları şüpheden kurtardıysa da müşriklerin inatlarını kırmaya yetmedi. Mirac olayı inatlarını ve düşmanlıklarını artırarak onlar için bir fitne nedeni oldu. Bu olay karşısındaki tutumu nedeniyle Hz. Ebu Bekr, Hz. Peygamber (s.a.s)’ce “Sıddîk” lakabıyla onurlandırıldı. Hz. Ebu Bekir olayı kendisine anlatarak hala inanmaya devam edip etmeyeceğini soran müşriklere “O söylüyorsa şüphesiz doğrudur” cevabını vermişti.

Miraç olayının gerçekleştiği gece Müslümanlar ca kadir gecesinden sonra en kutsal gece sayılmış ve bu gecenin ibadetle  kutlanması gelenekleşmiştir. Osmanlılar döneminde, camiler kandillerle donatıldığı için Miraç kandili olarak anılan geceyi izleyen gün, cami ve tekkelerde Miraç olayını anlatan ve Miraciye adı verilen şiirlerin okunması, dinleyenlere süt ikram edilmesi de bir gelenekti. (Kaynak: Kutsal Geceler)

Ve sevgili okuyucularım bu kutsal gecenin hepimize akıl fikir vermesini, inancımızı, ayrım gayrım gözetmeyerek, kırgınlığı, kini, nefreti, sevgiyi büyütüp yaymamızla pekiştirsin dilerim. Sağlık ve sevgiyle hep birlikte kalalım her zaman. Yase

Şubat Güneşi

Zeynep sabaha kadar deliksiz uyudu. Ahmet ise döndü durdu yatağında ancak sabaha karşı uyuyabildi.  Zeynep’in yanından kalkmak zorunda kalmıştı çünkü kızdan çok etkilendiğinin ayrımındaydı. Kızı kucaklarken üzerini  soyarken yalnızca koruması gereken küçük bir kız gibi görmesine rağmen küçük bir kızdan daha çok olduğunun ayrımına varmıştı artık. Kendindeki bu ani değişimden dehşette düşmüştü. Yanlış bir şey yapmak istemiyordu. Hem kendini hem de kızı üzecek bir şey yapmaktan korkuyordu. Ona kayıtsız şartsız güvenen bu küçük hanımefendiyi düş kırklığına uğratamazdı. Yatağında devinirken gülümsedi. “Saçlarını örüp başına taç gibi sardığında ve omuzlarına  şalını doladığında, ciddi, ciddi bir şeyler anlattığında, dizlerimde yatarken, sokakta  çamurlu sularda yuvarlanırken bile tam bir hanımefendi. İçerde  uyuyan, korkmuş, ürkmüş, kırılmış, incinmiş bu kız” dedi  kendine. Kaç defa içinden kalkıp onu kucaklamak  ona sarılıp uyumak, doya, doya öpmek geldiyse de bundan vazgeçmişti. Kız bunları doğal karşılıyordu ve iki gündür nerdeyse hep böyle uyumuşlardı. Ama  artık bu kucaklaşmalarında bir anlamı olmaya başlamıştı ve kız bunu kesinlikle anlardı! O uyurken anlamasa bile Ahmet artık onu kucaklarken eskisi gibi olmayacaktı bunu biliyordu. Yeni bir ilişkiye hazır değilim diye düşünmüştü ama onu da  kaybetmek istemiyordu. Bir gün gideceğini  düşünmek bile onu korkutuyordu.

Defalarca yataktan kalkıp ona bakmaya gitmişti. Her defasında üstünü örtmek zorunda kalmıştı. Ona bakarken sanki kızı ya da kardeşiymiş  gibi şefkat duymasına rağmen neden bu kadar etkileniyorum diye şaşırmıştı. Yatağına yatıp gözlerini kapattığında bile  hayali gözünün önünden gitmiyordu. Ancak  bir hayal daha vardı onu yalnız bırakmayan Oya’nın hayali. Oya her an karışıyordu Zeynep’in kırılgan ince hayaline. İkisi arasında bocalayıp durmuştu uykuyla  uyanıklık arasında. Oya’ya Neslihan’la evlendiği zaman ihanet ettiğini düşünmemişti ama şimdi? Zeynep’in hayali bile Oya’ya ihanet gibi geliyordu ona.

Çünkü Oya’nın içindeki yeri ilk kez Zeynep’in ortaya çıkması ile değişmeye başlamıştı. Ancak Oya’nın aşkı öylesine içinde yer etmişti ki kendinden bir parça olmuştu adeta ve her fırsatta Zeynep’in önüne geçmeye çalışıyordu.  Şimdi ikisinden de uzakta kendi yatak odasında olduğu halde kendini yalnız algılamıyordu. İki hayal de onu rahat bırakmamıştı gece boyu.

Zeynep sabah uyandığında güneş perdelerin arasından süzülüyordu. Yattığı yerde iyice gerindi, kendini iyi  algılıyordu, battaniyeleri üzerinden atıp ayağa kalktı. Akşam yere düşen sehpa olduğu gibi duruyordu bir sürü  döküntü arasında. Dikkatle döküntülere basmamaya çalışarak kalın halının üzerinde  yalın ayak yürüyerek banyoya gitti. Suyu kontrol etti su sıcaktı. “Demek elektik gelmiş” dedi kendine. Geniş son derece modern olan banyoyu ilk kez çıplak gözle görüyordu. Çok güzel bir  banyo diye geçirdi içinden. Duvara gömülmüş havlu dolabını açtı. Havlular dizi, dizi renk, renk, büyüklüklerine göre raflara dizilmişti. Dolabın alt çekmecelerinde, şampuanlar rengârenk sabunlar, diğer çekmecelerde ise  tuvalet kağıtları, kağıt havlular, kokulu mendiler yine düzenli bir şekilde sanki kimse dokunmuyormuş gibi duruyordu.

Zeynep daha çok etrafı karıştırmadan iki havlu alıp duşa girdi. Gece boyu terlemişti. Suyu açarken gürültü etmemeye çalıştı Ahmet uyuyorsa uyansın istemiyordu. Çabucak duşunu alıp  çıktı. Havlulara sarındı. Yumuşacık halılarla kaplı olan zeminde yürüyerek… Arkası Yarın

Günün Şiiri

EDİRNE TÜRKÜSÜ

Arda, Tunca, Meriç üç güzel kardeş

Var mıdır dünyada sizden güzel eş

İşte Kırkpınar’ım istersen güreş

Erlerin meydanı güzel Edirne

Adalı Halil’ler Koca Yusuf’lar

Kel Aliço’lar, Çolak Molla’lar

Kırkpınar’dan gelir yiğit naralar

Pehlivanlar destanı güzel Edirne

Davullar zurnalar dengi dengine

Çal be koca usta bak ahengine

Serhat boyundayız bu il Edirne

Şehitlerin kanı güzel Edirne

Dört narin minare Selimiye’dir

Sinan’dan Serhadde bir hediyedir

Beyazidler Muratlar hep külliyedir

Tarihtir dört yanı güzel Edirne

Saraylar sultanlar sinende yatar

Hanlarla çarşılar yüz yüze bakar

Köprüler Meriç’e kolyeler takar

Aşıkların canı güzel Edirne

Taştan köprülerin türkülerdedir

Ağalar, kızanlar Edirne’dedir

Edirne türkülerde gönüllerdedir

Türklüğün şanı güzel Edirne

Meriç mavi yeşil ne güzel akar

Selimiye buradan aynaya bakar

Yakar bu güzellik beni de yakar

Güller gülistanı güzel Edirne

Beyazıd SANSI

Günün Sözü

Ben şaka yaparken gerçekleri söylerim, çünkü gerçekler dünyanın en gülünç şakalarıdır.

Bernard SHAW

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here