Mevlana Haftasında Mevlana ile Isındık

0
99

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Mutluluk “an”larda gizli ama o “an”ları görecek göz var mı bizde? Dünyanın  darmadağınık insan haklarının yerlerde süründüğü, yalakalığın “yok artık” dedirttiği, yoksulluğun, işsizliğin, umutsuzluğun tavan yaptığı her sabah başka bir garipliğe uyandığımız bu dünyada!

Valla bir zamanlar evet -an-lardan mutluluk üretebiliyorduk. Örneğin bir zamanlar hangi zamandı o??? MÖ mi, sonra mıydı acaba bilmiyorum aşağıdaki gibi yazılar yazarmışım!

En sıcak yer olan mutfağa sığındık. Çünkü fırın da nefis poğaçalar pişiyordu, çayımızda fokurduyordu ocakta… Konumuz çeşitliydi. Dünyanın var olmasından başladık, gök gürültülerine, şimşeklere öteki aleme, var mı yok mu ve bir sürü acayip soru  kimisi korkutucu, kimisi düşündürücü, kimisi de baya eğlendirici, konular birbirini itti ve sonunda Konya’da kilitlendi. Şebi aruz törenlerine. Unutmuş gibi görünüyordum değil mi? Ama bu günlerde neleri unutturmuyor ki neyse her şeye rağmen unutmadım ve her şeye rağmen mutfakta söyleşi, bütün dertlere devadır inanın.

Ne güzel ya dertlere deva olan söyleşiler?

Şimdi var mı dertlerde deva söyleşi?

Söyleşi çok istediğimden çok.

Ama ceviz kabuğunu dolduracak deva yok! 

Ne değişti hayatımızda dünden bu güne?

Neden şimdi annemizi özlüyoruz?

Anne, güven ve sevginin timsali olduğu için mi

Onun sıcak yumuşacık  göğsüne  gömülüp   omuzlarımızdaki kaygı yükünü

orada indirmek istediğimiz için mi özlüyoruz şimdi onu?

Valla benciliz… Annemizi bencilliğimizden ve çaresizliğimizden dolayı arıyoruz, mutlu ve kaygısız olsaydık şimdi sıcak yaşlar akıtır mıydık gözlerimizden onu özlediğimiz için?

Ve kaygısız olduğumuz  o günün yazısı şöyle devam etmiş. Demek Mevlana haftasında, Mevla’yı anıyorduk o gece aynen bu gece gibi!

Gök gürültülerine çayın neşeli fokurtusuna karışan arkadaşımın o güçlü sesini kendimizden geçerek dinledik. Her, “gel “deyişinde onunla söyledik.

Aslında karanlık içimizi açmıştı önemli olanda buydu. Kendimizi “Hakka kavuştuğum gün tabutum yürüyünce şu dünyanın dertleri ile dertleniyorum sanma. Bana ağlama yazık, yazık deme. Cenazemi görünce ayrılık, ayrılık diye feryat etme. Bedenimi toprağa verirken elveda, elveda diye ağlama. Gün batımını gördün ya, gün doğumunu da seyret. Hangi tohum yere atıldı da çıkmadı. İnsan tohumu için neden yanlış bir zanna düşüyorsun?”  deyişlerine çok ama çok yakın algıladık.

Konuşmamız saatlerce sürdü  mutfak soğumaya başlamıştı,  sıcak çaylar yetmiyordu ancak yine de coşmuştuk  ve “kara esiyor bahtımızın  rüzgarları” diyerek kendimiz yazık etmiştik aslında kimin rüzgarı bundan daha neşeli ve müjdeci esebilir ki. İçimden kimse görmeden bir teşekkür yolladım yukarı bir göz kırptım çapkınca “sen hep  affedersin” dercesine sonra yeniden döndüm  şiire.

Ve Mevlana  şiirlerini  arkadaşlarla geç saatlere dek okuduk  biri başladı diğeri tamamladı bilmediğimiz şiirleri yarım bıraktık  buna rağmen  iki kelime bile yetti. Ve bazılarını  bir ağızdan söyledik örneğin;

Bu dünya zindandır;

Biz de dünyadaki mahpuslarız

Del zindanı kurtar kendini. .

 

Tanrı, bize yardım etmek dilerse gönlümüze, ağlayıp inleme isteğini verir.

Ne mutlu gözdür o göz ki O’nun için ağlar;

Ne kutlu gönüldür ki O’nun için yanar-kavrulur.

Her ağlamanın sonu gülmektir;

Sonu gören kişi mutlu bir kuldur.

Nerde akarsu varsa orada yeşillik vardır;

Nerde akan göz yası varsa oraya Rahmet gelir.

Ve biz aslında  sevdalıyız  ve sevdamız kararlılıkta soğukta, aydınlığımız, ısımız olur her zaman. Ve şimdilik sağlık ve sevgiyle kalın sevgili okuyucularım ayrımsız gayrımsız.

Bu sabah aydınlık güneşli bir sabah dikkat ettiniz mi? Güne dönersem, aydınlık bir sabaha uyanamadık ne yazık ki, tozu dumanlı hışır hışır bir sabah bu sabah. Belki ilerlediğinde anlardan bir şeyler koparabiliriz bu yazıdan sonra yani en azından bunu istiyoruz işte… Ve sağlık ve sevgiyle kalalım sevgili okuyucularım ayrımsız gayrımsız… Yase

& & & & &

Hz. Mevlânâ’nın Vasiyeti:

Size, gizlide ve açıkta Allah’tan korkmayı, az yemeyi, az uyumayı, az konuşmayı, isyan ve günahları terk etmeyi, oruç tutmayı, namaza devam etmeyi, sürekli olarak şehveti terk etmeyi, bütün yaratıklardan gelen cefaya tahammüllü olmayı, aptal ve cahillerle oturmamayı, güzel davranışlı ve olgun kişilerle birlikte bulunmayı vasiyet ediyorum. İnsanların en hayırlısı, insanlara yararı olandır. Sözün en hayırlısı, az ve anlaşılır olanıdır.

“Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir”

& & & & &

Hz. Mevlana’dan en güzel özlü sözleri sizin için derledik…

Ey canımın sahibi Yar! Sen benimle olduktan sonra kaybettiklerimin ne önemi var.

“Gene gel! gene gel! her ne isen gene gel! Kafirsen, ateşe tapıyorsan, puta tapıyorsan da, gene gel, Bu bizim dergahımız umutsuzluk dergahı değil, Yüz kere tövbeni bozmuşsan da gene gel!”

Gözlerinin gördüğünü yüreğinin gördüğüne değişiyorsan eyvallah! Yüreğinin gördüğünü gözlerinin gördüğüne değişiyorsan eyvah,eyvah!

İnsanları tanımak için tüm gücünüzü verin, ama tüm sevginizi vermeyin. Çünkü onları tanımaya başladıkça verdiğiniz sevgiye acıyacaksınız!

Bencillik gözüne takılmış ayna gibidir.O gözler nereye bakarsa baksın kendinden başka birini görmez. Küle döndüysen, yeniden güle dönmeyi bekle.. Ve geçmişte kaç kere küle dönüştüğünü değil, kaç kere yeniden küllerin arasından doğrulup yeni bir gül olduğunu hatırla…!

Günün Şiiri

Ölüme Dair

Buyrun, oturun dostlar,
hoş gelip sefalar getirdiniz.
Biliyorum, ben uyurken
hücreme pencereden girdiniz.
Ne ince boyunlu ilâç şişesini
ne kırmızı kutuyu devirdiniz.
Yüzünüzde yıldızların aydınlığı
başucumda durup el ele verdiniz.
Buyrun, oturun dostlar
hoş gelip sefalar getirdiniz.

Neden öyle yüzüme bir tuhaf bakılıyor?
Osman oğlu Hâşim.
Ne tuhaf şey,
hani siz ölmüştünüz kardeşim.
İstanbul limanında
kömür yüklerken bir İngiliz şilebine,
kömür küfesiyle beraber
ambarın dibine…

Şilebin vinci çıkartmıştı nâşınızı
ve paydostan önce yıkamıştı kıpkırmızı kanınız
simsiyah başınızı.
Kim bilir nasıl yanmıştır canınız…
Ayakta durmayın, oturun,
ben sizi ölmüş zannediyordum,
hücreme pencereden girdiniz.
Yüzünüzde yıldızların aydınlığı
hoş gelip sefalar getirdiniz…

Yayalar-köylü Yakup,
iki gözüm,
merhaba.
Siz de ölmediniz miydi?
Çocuklara sıtmayı ve açlığı bırakıp
çok sıcak bir yaz günü
yapraksız kabristana gömülmediniz miydi?
Demek ölmemişsiniz?

Ya siz?
Muharrir Ahmet Cemil?
Gözümle gördüm
tabutunuzun
toprağa indiğini.

Hem galiba
tabut biraz kısaydı boyunuzdan.
Onu bırakın Ahmet Cemil,
vazgeçmemişsiniz eski huyunuzdan,
o ilâç şişesidir
rakı şişesi değil.
Günde elli kuruşu tutabilmek için,
yapyalnız
dünyayı unutabilmek için
ne kadar çok içerdiniz…
Ben sizi ölmüş zannediyordum.
Başucumda durup el ele verdiniz,
buyrun, oturun dostlar,
hoş gelip sefalar getirdiniz…

Bir eski Acem şairi :
«Ölüm âdildir» — diyor,—
«aynı haşmetle vurur şahı fakiri.»

Hâşim,
neden şaşıyorsunuz?
Hiç duymadınız mıydı kardeşim,
herhangi bir şahın bir gemi ambarında
bir kömür küfesiyle öldüğünü?…

Bir eski Acem şairi :
«Ölüm âdildir» — diyor.
Yakup,
ne güzel güldünüz, iki gözüm.
Yaşarken bir kerre olsun böyle gülmemişsinizdir…
Fakat bekleyin, bitsin sözüm.
Bir eski Acem şairi :
«Ölüm âdil…»
Şişeyi bırakın Ahmet Cemil.
Boşuna hiddet ediyorsunuz.
Biliyorum,
ölümün âdil olması için
hayatın âdil olması lâzım, diyorsunuz…

Bir eski Acem şairi…
Dostlar beni bırakıp,
dostlar, böyle hışımla
nereye gidiyorsunuz?

Nazım Hikmet RAN

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here