Dünyayı değiştirmek istedim, ama sonunda fark ettim ki, değiştirmeye gücümün tek yettiği şey kendimdim (Aldous Husoley)
Acaba kendimizi değiştirebiliyor muyuz ya da ne kadar değiştirebiliriz? Bunu daha sonra sorgulayacağım şimdi.
Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Sağlıklı, neşeli, bol gülümsemeli bir haftaya başlamayı diliyorum hepimize bu sıcak, sıkıntılı, bol gürültülü cumartesi sabahından. İçimden doğdu bu istek o kadar ağır ki yüreğim o kadar bıkkın ve yorgunum ki bu hayattan saçma sapan insanlardan, sokaktaki bitmez tükenmez inşaat gürültülerinden bu istek adeta coştu içimden, eminim bendeniz gibi algılayanlar çoktur. Yalnız olmadığımı biliyorum. Yazdan kalma, yazı aratan, insanın bünyesini alt üst eden bu havalar her olayı abartılı yaşamamızı sağlıyor, tahammül katsayımız çok düşük çok bu yüzden.
Ve eğer yorgunsanız ve uykunuz kaliteli değilse “ahh ahhh durumları” ve lütfen dokunmayın bana ne sözle, ne gözle mümkünse kimse konuşmasın “tıp” desin dünya.
Ve kendime “tıp” dedim şimdi. Yeni kitabımın çalışmaları için başka boyuta girmek istiyorum ve sağlıkla ve sevgiyle kalalım diyorum. Her zaman, hep birlikte ayrımsız gayrımsız. Yase
& & & & &
Kelebeğin Hikayesi
Bir gün, kırlarda gezintiye çıkan bir adam, kenara oturduğu otlardan birinin dalında, küçük bir kozanın varlığını fark etti. Koza ha açıldı ha açılacak gibiydi.
Adam, bunun bir kelebek kozası olduğunu tahmin ediyordu. Böyle bir fırsat bir daha ele geçmez diye düşündü ve bir kelebeğin dünya yüzü gördüğü ilk dakikalara şahit olmak istedi.
Dakikalar dakikaları kovaladı, saatler geçmeye başladı ama henüz kelebeğin küçük bedeni o delikten çıkmadı. Sanki kelebeğin dışarı çıkmak için çaba harcamaktan vazgeçmiş olabileceğini düşündü.
Sanki kelebek elinden gelen her şeyi yapmış da, artık yapabileceği bir şey kalmamış gibi geldi ona. Bu yüzden, kelebeğe yardımcı olmaya karar verdi: cebindeki küçük çakıyı çıkarıp kozadaki deliği bir cerrah titizliğiyle büyütmeye başladı.
Böylece bir-iki dakika içinde kelebek kolayca dışarı çıkıverdi. Fakat bedeni kuru ve küçücük, kanatları buruş buruştu. Adam kelebeği izlemeye devam etti; çünkü kanatlarının her an açılıp genişleyeceğini ve narin bedenini taşıyacak kadar güçleneceğini umuyordu.
Ama bunlardan hiçbiri olmadı. Kelebek, hayatının geri kalanını, kurumuş bir beden ve buruşmuş kanatlarla yerde sürünerek geçirdi. Ne kadar denese de, asla uçamadı.
Adamın bütün iyi niyetine ve yardımseverliğine rağmen anlayamadığı şey, kozanın kısıtlayıcılığının ve buna karşılık kelebeğin daracık bir delikten dışarı çıkmak için gereken çabanın, Allah’ın kelebeğin bedenindeki sıvıyı onun kanatlarına göndermek ve bu sayede kozanın kısıtlayıcılığından kurtulduğu anda onun uçmasını sağlamak için seçtiği bir yol olduğuydu.
Bu gerçeği öğrendiğinde, hayat boyu unutamayacağı bir şey de öğrenmişti: Bazen, hayatta tam olarak ihtiyaç duyduğumuz şey, çabalardır. Eğer Allah, hayatta herhangi bir çaba olmadan ilerlememize izin verseydi, o zaman, bir anlamda sakat kalırdık. Olabileceğimiz kadar güçlenemezdik o zaman. Ve asla uçamazdık…
& & & & &
Evinizin eşiğini temizlemeden komşunuzun damındaki karlardan şikâyet etmeyiniz.
-Bilen kişiyle dost ol, çünkü seni aydınlatır. Bilgisiz kişiyle dost ol, çünkü sen onu aydınlatırsın. Bilmediğini bilmeyenlerden hemen uzaklaş, çünkü onlar aptaldır, seni de aptallaştırır.
& & & & &
Sedef Çiçeği
Mahkeme salonunda, seksen yaşlarındaki yaşlı çiftin durumu içler acısıydı. Adam inatçı bakışlarla, suskun ninenin ağlamaktan iyice çukurlaşmış gözlerini ve bıkkın bakışlarını süzüyordu. Hakim tok sesiyle, yaşlı kadına: “Anlat teyze, neden boşanmak istiyorsun?” Yaşlı kadın, derin bir nefes çektikten sonra kısılmış sesiyle konuşmaya başladı: “Bu adam 50 yıldır bezdirdi hayattan…”
Sonra uzunca bir sessizlik hakim oldu, mahkeme salonunda. Yaşlı kadının gözleri doldu ve devam etti: “Bizim bir sedef çiçeği vardı, çok sevdiğim. O bilmez. 50 yıl önceydi, o çiçeği bana verdiği çiçekler arasından kopardığım bir yaprağı tohumlamıştım, öyle büyüttüm. Yavrumuz olmadı onları yavrum bildim. Bir süre sonra çiçek kurumaya başladı. O zaman adak adadım. Her gece güneş doğmadan önce, bir tas suyla sulayacağım onu diye. 50 yıl oldu, bu adam bir gece kalkıp bir kere de bu çiçeği ben sulayayım demedi. Ben, böyle bir adamla 50 yıl geçirdim. Hayatımı, umudumu, her şeyimi verdim. Ondan hiçbir şey görmedim. Bir kerecik olsun, benim bildiğim görevlerden birisini yapmasını bekledim. Onsuz daha iyiyim, yemin ederim.”
Yaşlı adam bastonla zor yürüdüğü kürsüye, o ana kadar suçlanmış olmanın utangaçlığını hissettiren yüz ifadesiyle, hakime yöneldi. Tane tane konuştu: “Askerliğimi Reisicumhur köşkünde bahçıvan olarak yaptım. O bahçenin, görkemli görünümüyle büyümesi için emeklerimi verdim. Eşimi de orada tanıdım. Sedefleri de. Ona en güzel çiçeklerden buketler verdim. İlk evlendiğimiz günlerin birinde, boyun ağrısı nedeniyle, onu doktora götürdüm. Doktor çok uzun süre uyanmadan yatarsa, boynundaki kireç sertleşir, kötüleşir dedi. Her gece uykusunu bölüp uyansın, gezinsin dedi. O Doktoru pek dinlemedi. Lafım geçmedi. O günlerde, tesadüf, bu çiçek kurumaya yüz tuttu. Ben ona: “Gece çiçek sularsan geçer” dedim. Adak dilettim. Her gece onu uyandırdım ve onu seyrettim. O sevdiğim kadını, yavrusu bildiği çiçekleri sularken seyrettim. Her gece, o çiçek ben oldum sanki.” dedi adam. “Her gece, o yattıktan sonra uyandım. Saksıdaki suyu boşalttım. Sedef, gece sulanmayı sevmez, hakim bey.”
Günün Şiiri
Seni Saklayacağım
Seni saklayacağım inan
Yazdıklarımda, çizdiklerimde
Şarkılarımda, sözlerimde.
Sen kalacaksın kimse bilmeyecek
Ve kimseler görmeyecek seni,
Yaşayacaksın gözlerimde.
Sen göreceksin duyacaksın
Parıldayan bir sevi sıcaklığı,
Uyuyacak, uyanacaksın.
Bakacaksın, benzemiyor
Gelen günler geçenlere,
Dalacaksın.
Bir seviyi anlamak
Bir yaşam harcamaktır,
Harcayacaksın.
Seni yaşayacağım, anlatılmaz,
Yaşayacağım gözlerimde;
Gözlerimde saklayacağım.
Bir gün, tam anlatmaya…
Bakacaksın,
Gözlerimi kapayacağım…
Anlayacaksın.
Özdemir ASAF
Yağmuru seviyorum diyorsun,
Yağmur yağınca şemsiyeni açıyorsun…
Güneşi seviyorum diyorsun,
Güneş açınca gölgeye kaçıyorsun…
Rüzgârı seviyorum diyorsun,
Rüzgâr çıkınca pencereni kapatıyorsun…
İşte, bunun için korkuyorum;
Beni de sevdiğini söylüyorsun…
William Shakespeare
Mihriban
Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamışlar, çözülmüyor Mihriban!
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban!
Yâr deyince kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor
Lâmbamda titreyen alev üşüyor
Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban!
Önce naz sonra söz ve sonra hile
Sevilen seveni düşürür dile
Seneler asırlar değişse bile
Eski töre bozulmuyor Mihriban!
Tabiplerde ilaç yoktur yarama
Aşk değince ötesini arama
Her nesnenin bir bitimi var ama
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban!
Boşa bağlanmamış bülbül gülüne
Kar koysan köz olur aşkın külüne
Şaştım kara bahtın tahammülüne
Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban!
Tarife sığmıyor aşkın anlamı
Ancak çeken bilir bu derdi, gamı
Bir kördüğüm baştan sona tamamı
Çözemedim çözülmüyor Mihriban!
Abdurrahim Karakoç
Günün Fıkrası
Temel ile Dursun, İstanbul’da minibüsle bir yere gidiyorlarmış… Şoför “Levent, Eyüp Fatih” diyormuş. Dursun sıkılmış Temel”e “Ula Dursun ne zaman ineceuk” demiş. Temel demiş ki “Çatlama ula ismimiz okununca ineceuk”
Günün Sözü
Dünyayı değiştirmek istedim, ama sonunda fark ettim ki, değiştirmeye gücümün tek yettiği Şey kendimdim.
Aldous Husoley