Hikâye Okuyalım

0
100

Günaydın sevgili okuyucularım, nasılsınız bu sabah? Bugün bir hikaye var dağarcığımızda. Sağlık ve sevgiyle kalın sevgili okuyucularım… Yase

Ayakkabı

Ayakkabısını çıkardı. Boyacının terliklerini giydi. Ahşap sandalyeye yan oturdu. Sol koluyla arkalığa yaslandı. Sokağı seyre daldı. Üzerinde hiçbir gözün olmadığını bilen insanların serbestliği içinde gelip geçenleri izlemeye koyuldu. Benim yanı başında onu gözetlediğimden haberi yoktu.

Ayakkabıcı işine başladı. Kurumuş çamurları, çimento kalıntılarını yamulmuş çay kaşığıyla bir heykel traş gibi sıyırdı. Pos bıyıklı fırçayla tozunu aldı. Fazlalıkları atıp ayakkabıya ulaşınca murdar bir sünger parçası ile boyayı yedire yedire sürdü kurumuş, kartonlaşmış deriye. Bakımsızlıktan çatır çatır çatlamış ayakkabı, cildine krem sürüldüğünde damar damar gençleştiğini anlayan bir ihtiyar gibi hissetti kendini. Boyayı içine çekti, doydu, her karnı doyan varlık gibi gevşedi, gerginliğini attı, yumuşadı. Adam nemini uçuran ayakkabıya son bakım işlemini yaptı, cilasını vurdu.

“Hiç yeni ayakkabını boyayamayacak mıyız Hamit Usta?” Gülümsedi. Dudakları yanaklarına doğru mülayimce yayılmakla yetindi. İleri gitmedi. “Ayakkabı dediğin nedir ki yenisi de eskisi de bir.”

“O sana göre öyle. Olan benim boyaya oluyor.” “Nasıl yani?” “Eski deri, süngerden farksızdır, boyaya doymaz, ha babam yer, yer de yer. Senin ayakkabılara vuracağım boyayla sekiz on ayakkabı boyarım.”

Haraplık konusunda ayakkabı sahibinin, ayakkabıdan farkı yoktu. Sert işlerde çalıştığı belliydi. Elleri kalındı, kemikliydi, pençe gibiydi. Tırnakları, yeni alındığında bembeyaz olan, sonra-sonra ister istemez sararan beyaz eşya plastiği gibi sararmıştı, kat-kat olmuş kalınlaşmıştı. Elinin ve kollarının derisi, ayakkabısının meşini gibi can suyunu uçurmuş, kurumuş, kalınlaşmıştı. Yer-yer yara bere izleri de vardı. Ben bulduğum bu tasvir malzemesine dalmışken pideci siparişlerimin hazır olduğunu söyledi. Parasını ödeyip paketi aldım. Bir gözüm arkada eve yöneldim.

Akşam, aşağı mahalleden birinin evine çay içmeye gidecektik. Anacağızım yemekten sonra çıkacağımız duyunca; “Oğlum biraz da bizde dur istersen! Biliyorsun senin evin burası! Ağabeyler, ağabeyler… Başka bir şey bilmez oldun.” “Şimdi onlara değil anne, bir amcanın evine sohbete gidiyoruz.” Gidiyoruz’un izini sürüp babamın da benimle geldiğini öğrenirse bana demediğini bırakmazdı. Lafı başka yöne çevireyim dedim.

“Anne kafeye, bara takılsam daha mı iyiydi?” Bu her zaman işe yarar…

İçeride, salonda, her bir çift göz, yöneldiği hemcinsini incitmemecesine birbirine bakıyor. Yürekler iman kardeşliği ateşini alevliyor. Ortada kurulmuş, emayesi yer yer dökülmüş kömür sobası yanmıyor, demek koca salonu günün yorgunluğunu hiçe sayan bu sıcak yürekler ısıtıyor. Babamla birlikte oturuyoruz. Şakir abi derse başladı bile. “Bismillahirrahmanirahim. Hazret-i Yunus’un Allah’a yakarışı ne yüce bir yakarıştır öyle. Yunus peygamberin meşhur macerası özetle şöyledir. Bindiği gemiden denize atılmış, koca bir balık onu yutuvermiş. Fırtınalı mı fırtınalı bir denizde, karanlık mı karanlık bir gecenin ortasında her taraftan ümit kesik… Sesini, yalvarışını, yakarışını her bir şeyi eksiksiz duyan o zattan başkasının duyması mümkün değil, O Allah ki gizli açık her sesi eksiksiz duyar.”

Evin oğlu çalan zile koştu. Kapının buzlu camının arkasında girenin silueti belirdi. Ayakkabısını çıkardığı belliydi. Şimdi de ceketini verdi çocuğa. Kapının buzlu camı, uydu bağlantısında problem çıktığında kesik-kesik karelenen ekranlar gibiydi. Salon kapısı aralanıp açıldı. O da ne! İçeriye, kahvede ayakkabısını boyatan adam süzüldü, girdi. Utangaç-utangaç yürüyüp kanepelerden birine ilişti. Konuşanı dinlemeye başladı.

Salonu dolduranlar pür dikkatti. Sohbeti dinleyen bu yaşlı başlı adamlar ilkokul öğretmenin önünde ilk okuma derslerini sökmeye çalışan kırk elli yaşlarındaki adamları andırıyorlardı. Anlatanın bilgisine, görgüsüne güveniyorlardı. Bu gencin kendilerini iman merdiveninde birkaç basamak yukarı çıkaracaklarına itimatları tamdı.

yase-ayakkabı boyacısı2

Kahvedeki adam başını önüne eğmiş, anlatılanları kafasıyla tasdik ediyordu. Sohbet bitti. Kitap kapandı. Şakir abi son sözü olarak üniversite okuyan fakir öğrenciler için yardım toplanacağını bildirdi. Mahallede bir öğrenci evi daha açılacaktı. Bu ev için eşyaya ihtiyaç vardı. Herkes gönlünden ne koparsa veriyordu. Cam kenarındaki ikili koltukta oturan sakallı, takkeli amca evdeki eski elbise dolabını verebileceğini, ama birilerinin bunu evden alması gerektiğini, kendisinin getiremeyeceğini söyledi. Onun yanındaki zayıf, sarı bıyıklı olan, evden bir halının eksilmesinin çok önemli olmayacağını, kendisinin de bunu verebileceğini belirtti. Daha bunun gibi birçok eşya verildi, himmet edildi.

Bunları başı önünde dinleyen kahvedeki adam yerinden kalktı. Şakir abiye doğru gitti. Sehpanın önünde çömeldi. Fısıltı ile bir şeyler söyledi. Sözlerini başkasına duyurmamak için uğraşıyor gibi alçak sesle konuşuyordu. Söyledikleri gizli olmasa, bunları herkesin duymasını istese herkesin içinde sesli söylerdi herhalde.

Şakir Abinin gözleri, kulaklarının işittikleri karşısında yuvalarından fırladı. Kaşları hayret makamında kalktı. Dudakları şaşırma kalıbına girdi. Sonra başı ret anlamında iki yana gelip gitti. Adamın söylediklerini kabul etmiyordu. Adam rica eder şekilde başını yana eğiyor, işi söylediği şekilde kapatmak istiyordu. Sonunda Şakir Abi, bunu birilerine sormadan evetleyemem, der gibi bir tavır takındı. Ayrıldılar.

Allah var, adamın söylediklerini merak etmiştim. Sanıyorum oradaki herkeste merak etmişti. Çıkışta yanaşıp sordum meseleyi. Şakir Abi bunu söyleyemeyeceğini, kimseye açmayacağına söz verdiğini belirtti. Üstelemenin anlamı yoktu. Vazgeçtim.

Bahsi geçen öğrenci evi bir hafta kadar sonra mahallemizde açıldı. Söylenene göre, yeni yapılmış bir apartmanın üçüncü katıymış. Gösterişliymiş. Hem ev sahibi bu ev karşılığında içindekilerden kira da almıyormuş. Adam zenginmiş diyeceksiniz. Yok be ya hu! Zengin-mengin değilmiş. Bir devlet kurumunda inşaat işçisiymiş. Emekli ikramiyesi ile aldığı bu evi hayrına bağışlamış. Bağışlarken bir rica da bulunmuş: “Aman ha aman, bu evi benim verdiğimi kimse duymasın! Riya olmasın!”

Günün Şiiri

Cezaevinde Barış Türküsü

Kalkın kardeşler ışıklar görünmeye başladı
Eski duvarlar değil bu duvarlar
Bir ak kuş gelip kondu kara çatıya
Dünyayı böylesine sardı mı kollar
Ne etsin kelepçe neylesin zincir
Kaç kez gösterdi tarih aldatmayacak bizi
Bu denizli kuşlu dünyada
Bir tek acılar mıdır payımıza düşen
Dökülsün yollara beş kıtada
Ekmek de özgürlük de barışın gülleridir
Yumuk elli bebekler pencerelerde bekliyor
Dünyayı çepeçevre kuşatan barış kervanlarını
Çelik canavarlar gibi tanklar değil
Caddelere yakışan özgürlük ekmek türküleridir

Limanlar barışla çalkalanmış
Çöller dağlar stepler denizler barış fırtınasında
Resimler gördük cezaevlerine yakışmayan
Kitaplar dergiler gazeteler dolusu
Siz bir meydan dolusu gülen esmer kardeşlerim
Kara güller gibi açılmıştınız bir sabah aydınlığında
Asya barış diyor Afrika barış diyor
Elde silah barış diyor
Seren direğinde ufuklara bakan gemici
Avrupalı çıkmış toplama kampından
Ekmek barış türküleri bekliyor
Bombardıman uçakları değil
Karşısına dikilmiş ölüm tüccarlarının
Dünya barış diyor
Sevmek yaratmak yaşamak nedir
Görelim milyara yakın korkusuz cıvıl cıvıl
Görelim Kore’den Çekoslavakya’ya kadar
Düşlerimiz ellerimiz sizinledir
Barış sizinledir

Bu taş duvarlar bu demir parmaklık kardeş
Van Gölünden Ağrıdan Ergene Irmağına
Çürüyüp dökülmüş karanlıkta kökleri
Mapusane bahçesinde el kadar mavilik
Bir zaman gerili dursun başımızda
Gardiyanlar dolaşsın daha bir zaman
Parmaklık hükmünü yürütsün
Çiçeklerle donatacak kollarını bahar dalları gibi
Karanlıkta barış kervanlarını bekleyen
Çileden çileye batmış senin emekçi halkındır
Yirmisinde bir delikanlı gibi dalıp maviliklere
Yirmisinde bir delikanlı gibi
Dudaklarından öpeceğim gün
Masmavi özgürlüğün
İnan ki yakındır

Vedat TÜRKALİ

Günün Sözü

Çocuklarınıza ders vermek istiyorsanız (bu hiç de gerekli değil) kendinizi örnek gösterin. Ama sizin gibi olmaları için değil, sizin gibi olmamaları için.

BERNARD SHAW

Bir anne yüreği, dibinde daima af bulunan bir uçurumdur.

HONORE de BALZAC 

Fazileti olmayan insan, hayvanların en kirlisi, en vahşisi, en muhteris ve en doymak bilmez olanıdır.

ARISTOTELES

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here