Her Zaman Oruçlu Olmak

0
129

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Ramazan ayında yapılan israfı gördükçe “keşke hiç Ramazan gelmese” diyeceğim geliyor. Yani birkaç saat yemek yemenin bedeli ömründe yemediğin kadar yemek yemek mi? Oysa oruç ayı dinginlik ayı, hem bedenen hem de ruhen dingin olmamız gereken bir ay. Bedenimizin dinginliği hareketsizlik değildir asla hem hareketlik hem de  doğru beslenmekle ilintili aşırıya kaçmamak hiçbir şeyde ve lokmamızı paylaşmak  paylaşılmayan lokma  bedene de  ruha da   bir yük bendenizce. Bazı zamanlar kendimi oruç olmadığım zamanlarda daha çok oruçluymuşum gibi algılıyorum bu yüzden.

Oruç  aç kalmak değildir kuşkusuz yalnızca kötü ve olmaması gereken her şeyden uzak olmaktır. Kendine azıcık felsefe yapacak, azıcık dini vecibeleri yerine getirecek, azıcık kendini  sorgulayabilecek bir zamanı ayırmaktır bendenizce. Yani hem Dünyanın kalbinde hem de Dünyanın dışında olmaktır, bunu başarabilmektir. Kısaca o dervişin hikayesindeki gibi… Dağ başında bir kovukta yaşayan derviş her ayın birinci günü şehirde ayakkabıcılık yapan arkadaşını görmeye gelirmiş, elinde  bir tomar karla. Kar yaz kış erimezmiş o kar. Ne zamanki dervişin zikri değişmiş bir gün, olmaması gereken bir şey olmuş, işte o zaman elindeki kar erimiş.

İşte bütün mesele burada o karı erimeden taşıyabiliyor muyuz günlük koşturmalarımız arasında. Hangimiz bunu sorgulayabiliyor?

Ve oruç kendine istediğini kardeşine de istemektir. Yine bir örnek vermek istiyorum. Yine dağ başında bir  kovukta yaşayan yaşlı bir Derviş  örneği… O Derviş’e her gün gökten yeterince yemek ve içecek  inermiş. Derviş onları yer içer Allah’ına şükredermiş. Bir gün yaşlı bir adam gelmiş yanına tamda o anda gökten yemeği gelmiş. Peki derviş ne yapmış? Yemeği saklamış evet saklamış, yaşlı adamla paylaşmamış. Ertesi gün beklediği saatte yemek inmemiş… Ellerini kaldırıp sormuş neden bugün yemeğim yok? Yanıt hemen gelmiş. Sana gönderdiğim yemeği o yaşlı adamla paylaşmadın. Aç kalmaktan korktun. Ve  inancın sarsıldı. Sana o yemeği indiren o adama da indirmekten aciz değildir unutma. Derviş çok üzülmüş tabi.

İşte o lokmayı  kim paylaşıyor şimdilerde onu sormak gerekir. Dilerim ki düşündüğümden çok daha fazladır paylaşanların sayısı.

Ve oruç olmak kalp kırmamaktır, kin gütmek, ayrım gayrım yapmamaktır. Utanmayı bilmek, şatafatlı sofralar başında gıybet yapmaktır. Bir lokma, bir hırka felsefesi ile lokmayı değilse bile bir sofrasını paylaşmaktır. Biz kardeşimle daha küçük çocukken bile kesinlikle bir tek lokmayı bile paylaşırdık şimdiye kadar da paylaşırız bazen “abartmayın” diyorlar ama hayır bu abartı değil. Nasıl alışırsan öyle gider.

Yani kısaca oruç aslında aç kalmak değildir birkaç saatliğine. Maddi ve manevi olarak kendini güçlü hissetmektir. Bu yüzden bazen kendimi oruçlu bazen de oruçsuz algıladığım. Ve sevgili okuyucularım sağlıkla sevgiyle kalalım her zaman ayrımsız gayrımsız her dem oruç… Yase

& & & & &

Çoban ve Elma Ağacı

Yaşlı çoban sürüsünü otlatmak için yaylaya çıktığında tepeye yakın bir elma ağacının altında dinlenir ve eğer mevsimiyse, onunla konuşarak: “Hadi bakalım evladım, derdi. Bu ihtiyarın elmasını ver artık”

Ve bir elma düşerdi, en güzelinden, en olgunundan. Yaşlı adam sedef kakmalı çakısını çıkartarak onu dilimlere ayırır ve küçük bir tas yoğurtla birlikte ekmeğine katık ettikten sonra, babasından kalan Kur’an’ını okumaya koyulurdu.

Çoban, bu ağacı yirmi yıl kadar önce diktiğinde sık sık sular, bunun için de büyükçe bir güğüme doldurduğu abdest suyundan geriye kalanı kullanırdı. Elma ağacının kökleri, belki de bu sularla kuvvet bulmuş ve kısa sürede serpilip meyve vermeye başlamıştı. Çoban o zamanlar henüz genç sayıldığından şöyle bir uzandı mı en güzel elmayı şıp diye koparırdı. Fakat aradan geçen bunca yıl içinde beli bükülüp boyu kısalmış, ağacınkiyse bir çınar gibi büyüyüp göklere yükselmişti. Ama boyu ne olursa olsun, ağaç yine de yavrusu değil miydi? Onu bir evlat sevgisiyle okşarken: “Ver yavrum, derdi, gönder bakalım bu günkü kısmetimi.”

Ve bir elma düşerdi hiç nazlanmadan, yıllar boyu hiçbir gün aksamadan. Köylüler, uzaktan uzağa gözledikleri bu hadiseyi birbirlerine anlatıp yaşlı çobanın veli bir zât olduğunu söylerlerdi. Yaşlı adam, ağacın altında dinlenip namazını kıldığı bir gün, yine elmasını istedi. Ancak dallar dolu olmasına rağmen nedense birşey düşmemişti.

Sonra bir daha, bir daha tekrarladı isteğini. Beklediği şey bir türlü gelmiyordu. Gözyaşları, yeni doğmuş kuzuların tüylerini andıran beyaz sakalını ıslatırken, ağacın altından uzaklaşıp koyunların arasına attı kendini. Yavrusu, meyve verdiği günden bu yana ilk defa reddediyordu onu. İhtiyar çobanın beli her zamankinden fazla bükülmüş, güçsüz bacakları da vücudunu taşıyamaz olmuştu. Hayvanlarını usulca toplayıp köye doğru yöneldiğinde, aşağıdaki caminin her zamankinde daha nurlu minarelerinden yankılanan ezan sesiyle irkildi birden. Yeniden doğmuştu sanki çoban. Bir şey hatırlamıştı.

Çocuklar gibi sevinerek ağacın yanına koştu ve ona şefkatle sarılırken; “Canım” dedi, hıçkırıp ağlayarak. “Benim güzel evladım, mis kokulum. Şu unutkan ihtiyarı üzmeden önce neden söylemedin, bu günün Ramazan’ın ilk günü olduğunu?”

& & & & &

Ebubekir (r.a.) Oruç Açıyor

Hazreti Ebubekir kavurucu bir yaz günü oruç tutmuş ve akşam iftar sofrasında sadece bir tas soğuk su vardır İftar vakti gelince soğuk su ile orucu nu açmak için bardağı ağzına götürdü. Fakat bardağı ağzına götürmesiyle bırakması bir oldu. Ve hıçkırıklara boğuldu bir oldu. Yanındakiler Hz. Ebubekir’in bu haline bir anlam vermediler. Hz. Ebubekir kendine gelince neden bir anda hıçkırıklara büründüğünü sordular.

Hz. Ebubekir şöyle cevap verdi: Bir gün Allah Resulü (Sallallahu Aleyhi Vesellem) ile otururken eliyle hareketler yapıyordu. Sanki karşısında birisi varmış gibi ona git diyordu sordum.

-Ya Resullailah elini iter gibi hareket yapıyordunuz? Diye sordum.

Şöyle cevap verdi;

Dünya yanıma geldi kendini bana kabul ettirmek istedi, git dedim kendini bana kabul ettiremezsin dedim.

-Yeminler olsun sana, sen benden kaçıp kurtulsan senden sonrakiler benden kurtulamayacaklar kendimi onlara kabul ettiririm.

Hazreti Ebubekir: -Bende bu soğuk suyu içerken dünyayı kabul edenlerden mi oldum diye ağladım.

O soğuk su içerken bunu düşünüyorsa biz soframıza inip kalkan yemekler için ne demeliyiz? Dünyanın kullarıyız dersek doğru olur mu?

Orucu Yaşayanlar, Salih Büte/Kayıhan Yayınları, 2007

& & & & &

Gıybet Dinledim Orucum Bozuldu

Allah dostlarının orucu akşama kadar sadece aç kalmak de­ğildir. Onlar orucu kendini değil haram ve mekruhlara onlar kendini şüpheli olan şeylere karşı bile kendini kapatmaktır. Onla­rın derdi sadece akşama kadar aç kalmak değil, tuttukları oruçla Rıza-i ilahiye kavuşmaktır. Onlar için yılın her ayı ramazan ayı gibi yaşıyorlardı. Sürekli oruç tutardı.

Bir gün oruçlu iken yanın­da Hindistan sultanı çekiştirilip, gıybeti yapılınca; Dıhlevi hazretleri; “Eyvah orucum bozuldu” dedi.

Yanındakiler; “ama efendim gıybet yapan siz değildiniz” de­yince; “Gıybeti yapan da dinleyende ortaktır.” hadisi şerifi ile karşı­lık verdi.

Günün Şiiri

Siyah Gözlerine Beni De Götür

siyah gözlerine beni de götür daha dokunmadan kurudu irem

çöllere bir türlü yağamıyorum

yeni bir koşuşun başlangıcında

biraz deprem sonrası

biraz şehir hülyası

bir kalp yangınından geriye kalan

siyah gözlerine beni de götür artık bu yerlere sığamıyorum

pembe uçurtmalar yollandığından beri

sarardı tiryaki menekşeleri

sonbaharın tozlu kafeslerinde

sevgi turnaları yakalıyorum

turnalar gidiyor; ben kalıyorum

avareyim, asûdeyim, yorgunum

 

bilmiyorum neden sana vurgunum

erzurum garında banklar üstünde

uyku tutmuyor karanlıkları

yitik düşlerimi kovalıyorum
gölgeler gidiyor; ben kalıyorum

binbir türlü kokuyorsa yaylalar
siyah gözlerine beni de götür

baharın koynundan koparıp sana

ipek bir mendile sardığım yüreğimle

şehzade gülleri gönderiyorum

umutlar kalıyor; ben gidiyorum

bütün yelkenlileri, deniz fenerlerini

kaptanları sorgulayan

yanından geçen küheylanların

korku tûfanına yakalandığı

siyah gözlerine beni de götür

güneş ülkesinden gelen yiğitler

benzeri olmayan bir dünya kursun

cellat, ayrılığın boynunu vursun

usul usul intizârı çürüten

bu hercai diken, bu çılgın arzu

sürüklüyor imkânsız muştuların
eşiğine gönül vâdilerini

bir ağaçtan düşen yapraklar gibi

düşüyorum tanyerine

ya topla yaralı kırlangıçları

ya da bu vefâsız şarkıyı bitir
özgürlüğe giden tutsaklar gibi

siyah gözlerine beni de götür

Nurullah Genç

Günün Fıkrası

Oruç Tutayım Diye Bozdum

Aylardan Temmuz. Günler oldukça sıcak ve uzun. Aylardan Ramazan. Sabah erkenden başlayıp, gün boyu tırpanla ot biçmiş Tonyalı. Hararetten, dili bir karış dışarıda varmış evine. Kafaya takmış, orucu bozacak ama arkadaşı bırakmıyor: “Orucunu bozma, aha şunun şurasında akşama ne kaldı ki?”

Bir punduna getirip bozmuş orucunu Tonyalı. Arkadaşı: “Ne yaptın? Nasıl bozdun orucu?” deyince cevap vermiş Tonyalı: “Baktum ki, orucu bozmazsam susuzluktan öleceğum. Ölürsem bir daha Allah için oruç tutamayacağum. Dedum, ey Rabbum, yaşayup senin için oruç tutayim diye orucumu kestum…”

Günün Sözü

Haksızlık karşısında eğilmeyiniz; çünkü hakkınızla beraber şerefinizi de kaybedersiniz.

Hz. Ali (r.a)

Özü doğru olanın, sözü de doğru olur.

Hz. Ali (r.a)

Birliğin kederi, ayrılığın safasından daha hayırlıdır.

Yahya bin Muaz

Her gecenin bir gündüzü vardır.

Hz. Ali (r.a)

Sakladığın sır senin esirindir. Açığa vurursan sen onun esiri olursun.

Hz. Ali (r.a)

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here