Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Sevgili İskenderun’da havalar günlük güneşlik bugün. Yurdun kardan, selden geçilmeyen taraflarını düşündükçe değerini daha çok biliyoruz sevgili ilçemizin ancak bu güzeller güzeli ilçenin yolları hala rezalet, hala yıkık dökük, hala toz toprak. Önüne gelen kazıyor, azıcık bir asfalt, sonra kazı, sabır diyoruz ya sabır sonunda her şey bizim için ama kardeşim ya yeter ama artık. Ne sahilde yürüyüş yapabiliyoruz ne de şehir içinde. Tamam çalışıyorlar ama işte ama!!! Zaten sinirlerimiz tavan yapmış her şeyden. Bir defa şehit ve savaş haberlerinin dışında herkes hastalıktan kırılıyor, yolların bu iğrenç durumu hastalıkların sebeplerinden biri bendenizce.
Mecliste anayasa maddeleri oylanıyor, yakında kaderimiz değişebilir. İşsiz gençlerimiz başımızda düşünüyor, yeni yılın ilk aylarına Ocak Şubat’a bağlamışlar umutlarını atamalar için. Ocak ayı nerdeyse yarılandı ses seda yok. Onlarda “sabır” diyor. Mali durum deseniz hepsinden vahim. Umut diyoruz fakirin ekmeği kardeşim o da can çekişiyor.
Valla bir dünyada yaşıyoruz ki artık kime ağlayacağımızı bilmiyoruz. Günlük güneşlik değil içimiz. İşin kötüsü hasta olunca sinirlerde geriliyor, zayıflıyor ve tahammül katsayısı düşüyor, en ufak bir sorun dünya kadar büyüyor, gözümüzde bir şeyi beğenmiyoruz, kapris üzerine kaprislerdeyiz hepsinin de farkındayız ama elimizden gelende bu ne yapalım?
Allah’tan her zaman bu kadar saldırgan olmuyoruz, valla başımızı belaya sokmak işten bile olmaz o zaman. Havalar yine devamız, günlük güneşlik hastalık havası ama aynı zamanda moralimizi de düzeltiyor her şeye rağmen. “Düzgün moralin buysa” dediğinizi duyar gibiyim. Ama biraz hoş görünün kimseye zararı yok. Üstelik söylediklerimizin hepsi de gerçek, yani kafadan atmadık ya da yaşadıklarımız sanı değil, değil mi? Ve her şeye rağmen umutlu olmaya gayret ediyoruz. Yoksa nasıl yaşayabilirdik ki?
Ve sevgili okuyucularım bu sabah her şeyi boş verip güneşlenmeye çıkalım, bütün sıkıntıları, olumsuzlukları, görmezden gelelim, kapıları, pencereleri açıp, sahilde uzun bir yürüyüş yapalım. Ayrıca bu güzel sahilindeki şimdi çok değil, değerini bilelim, ömründe deniz görmemiş insanlar var daha. İstanbul’da bile orada yaşayıp denizi görmeyenlerin olduğunu da biliyoruz, yani bizim sevgili İskenderun’umuzda, her yol sahile çıkar, hadi evde mayışmayalım çıkalım, enerji yüklenelim ama gün batmadan da evde olalım çünkü sobalar bir yansın her taraf duman altı, deva bulacağım derken derdin alasına düşmek işten bile olmaz o zaman.
Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlıkla, sevgiyle kalmaya gayret edelim, tek sermayemiz bu ve ayrımsız gayrımsız her zaman birlikle beraberlikle. Yase
Günün Şiiri
Ellerimde Bir Göztaşı
Ellerimde bir göztaşı, gözlerim boş gidiyordum
Ne bileyim, bir damlanın böyle deniz olduğunu
Şaştım, mavi bir fal gibi açılınca önümde
Giritli bir ölümüm varmış, bir balıkçı fitil gibi
Patlayacakmış avucunda otuz çubuklu gençliğim
Üç günde mi desem, üç gökte, üç kulaçta mi
Ben ki, o camgöbeği çiçekler açan ağaç
Kırılmaz bardaklar gibi tuzla buz olacakmış
Ne zaman boğulsam böyle yosun kokuyordu ışık
Sabahçı kahvelerde bir çiroz ötüyordu
Ve dalgalarımı geçen o deniz şoförleri
Böyle uyur düşlere bindirmiş gemiler
Uyuklar gibi üstünde mermer masaların
Bir tahta parçasıydım, osmanlı bir kazadan kalmış
Yüzüyordum, islam kaptanın ahşap ayağında
Öbür tahtalara öbür insanlara doğru
Cumhurdu mürekkep balığı, simsiyah yüzüyordum
Ne bileyim, bir korkunun böyle destan olduğunu
Ağardım, nişanlayınca gece ve yavrulayan yalnızlık
Ya da ilk insanın doğdugu, öldüğü dağdi Moby Dick
Nefes aldıkça filbahriler köpürüyordu sulardan
çanlar çalıyor kulaklarımda, yunuslar yarışıyordu
Alyuvarlar, dolkuşları ve rüzgar midyeleri
Dedim, dünya gibi bulut yok dünya üstünde
Ellerimde bir göztaşı, gözlerim boş gidiyordum
Ne bileyim, bir türkünün böyle Veysel olduğunu
Açıldım, çıkmaz bir sokak gibi, kapanınca denizde.
Can YÜCEL
Mülemma
Kaçıncı seferberliği bu şiirin
Fizan yemen Kokayin
Bu ters çizilmiş yürek
Bu götyüzü
Kediye verdim yemiyor
Kedimin adı gece
Âşık bir tosbağa sazınnan
Kahvesi kapandığı için
Uçuyor yakin bir uzaya
Habire
Maydanozu muyum ben papahanın
Neden hiçdurma dâvet ediyor beni
Türkçesinden tutuşmuş ormana
Pır ediyor sinir uçlarım
Gümlese ya
Ve nerde o
Nerde o nedircik
O hiç üzülmeyen nüzül
Utanmadan gülüyorum hâlâ
Dayamış başını sevgi duvarına
Amamonyak helânın
Yaşamaktan başka çarem yok ki
Topa tutmak için dostum Kristofu
Bütün balyemezlerimi verirdim oysa
Terbiyeli bir köfteye
Can feda
Buluşuruz yarın sabah
Saat beşte bre timsah
Bre yeşil
Bre güneş
Can YÜCEL
Günün Fıkrası
Başım Belada
Siyasal gerginliğin dışında iki toplumun insanlarının arasındaki sosyo-kültürel farklılığın da büyük boyutlara ulaştığı bir dönem de, bir Türk gurbetçisinin evi… Küçük oğlan, akşamüstü okuldan gelmiş… Kapıdan girer girmez: “Anne!” diye seslenmiş, “Ben Alman oldum!”
Annesi: “O nasıl söz? Sakın bir daha tekrarlama”
“Anne ben Alman oldum. Bugün sınıfta karar verdik. Ben Almanım artık”
Annesi “sus bakayım” diye tiz perdeden bağırırken, babası da içerden duyup koşmuş. Bir tokat, bir tokat daha. Çocuk bir yandan yediği dayaktan korunmaya çalışırken, bir yandan da konuşmasını sürdürüyormuş:
“Şu dünyanın işine bakın! Alman oldum. Yarım saat sonra Türklerle başım derde girdi!”
Günün Sözü
-İyi yürekli akılsız bir aptal, kötü yürekli akıllı aptallar kadar mutsuzdur. Bilinen bir gerçek bu… İşte ben iyi yürekli, akılsız aptalın biriyim. Sen de zeki, kötü yürekli bir aptalsın. İkimiz de mutsuzuz, ikimiz de acı çekiyoruz.
-Amacına ulaşmak için hiçbir şeyi küçümseme, tam ulaşamazsan bile dene; Belki başarırsın. Hepimizin güvenini bağladığımız şu ‘ Belki ‘ hiç de azımsanmayacak bir umuttur.
DOSTOYEVSKİ