Gün ve Hüzün

0
60

Günaydın sevgili okuyucularım. Nasılsınız bu sabah? Hava yumuşak, hafif ve neşe dolu… Ancak  yürekler hüzünlü. Ve hüzün! Kalbimizin tek sahibi bu sabah? Hüzün uğramayan kalp var mı acaba? Dağda, taşta, kurtta, kuşta, kaldırım otunda  ve bütün canlılarda, hatta hani “taş kalpli ne olacak” diye bildiklerimizde. Gizlenir her yürekte yumuşacık, kadife tüylü bir kedi gibi tostoparlak.

Taş duvarlı kütüphaneler, asırlık konaklar, şatolar, saraylar müzeler, hanlar, hamamlar, köprüler. Onlarda da bir hüzün, bir hüzün vardır ki görmeyi bilenleri içine, içine çeker. Onları taş belleriz. Cansız ruhsuz. Oysa  onların canı bütün canlar kadar diri ve kanları akışkan. Duyguları, sıkıntıları, stresleri ve sevinçleri olan… Onlar yalnızca kum ve çimentodan demir yığınından  oluşmamıştır. Aynı bir bebeğin dünyaya gelişi gibidir oluşmaları. Önce düş kurulur. Şöyle olsun böyle olsun şu kadar olsun  diye  planlanırlar. Ve başlar  çalışmalar. Ne terler akar, ne emekler, ne düşlerle yoğrulur, taşların arasındaki harçlar, sıvalar. Ne değişik seslere kulak verir o  adım, adım yükselen duvarlar? Ne gizlere kulak misafiri olurlar ne  düşlere?

Sonra binalar, köşkler, saraylar, hanlar, hamamlar ortaya çıkar. Kimisi görkemli süslü püslü kimisi sade, kimisi zarif bir inci tanesi gibi… Ancak hepsi milyonlarca ses, milyonlarca duygu, milyonlarca düşünce, milyonlarca  elin  sıcaklığını taşıyan, buz gibi taşlardan oluşan… Şimdi diyebilir miyiz ki taşlar cansızdır yürekleri yoktur diye? Sonra içlerinde yaşayanlar olur kitaplar örneğin. Her kitabın bir fısıltısı vardır onlar fısıl, fısıldır dinlerseniz. Ve onlar taşlarla konuşurlar geceler boyu, hatta gündüzler… Ve cami duvarları içerdeki huşudan alır nasibini Tanrı’ya tapınmak için her secdeye vardığında insanlar o duvarlarda diz çöker  kimseler görmeden, güzel sözleri hatmeder okunurken ta yüreklerinde  biriktirirler, bir dile gelseler onlar, birer bilgedir, bilgeden öte. Ve Köprüler ah en çok suyun sesinden anlayan onlardır en büyük hüzün herhalde onlarda yaşar, sulara gömülen canların duygularını, çaresizliğini, çığlıklarını yalnızca onlar duyarlar, balıkların, suda yaşayan canlıların. Kahrolurlar. Ve surlar var. İstanbul’da, onlar ne amaçla inşa edildiklerini bilirler, onlarında  duyguları vardır ancak onlar gurur taşırlar benliklerinde. O taşlarının yapımında vatan aşkı katık edilmiştir. Ancak şimdilerde o taşlar kırık dökük ve yamaçlarında, sokak çocukları uyur. O asırlık taşlar onlara analık yapar. Sımsıkı sarılarak. Sanırım en büyük hüzün o taşların yüreğinde.

Ve saraylar ve köşkler, onlarda içlerinde yaşanan  bütün  sevinçlerin, bütün hüzünlerin, bütün gelmiş geçmişlerin seslerini, ruhlarını barındıralar. Hani şato hayaletleri falan vardır ya çocukken çok okurduk, kitaplarda  o zaman düşünmezdik ama çok heyecanlanırdık ya. Şimdilerde  yeniden hayalet avcılığındayız  bakarken duvarlara, Ve en çok haykıran duvarlar zindan duvarları! Ne çok canhıraş feryatları bünyelerinde biriktirmişlerdir? Ne acı sözleri, ne kan emmişlerdir istemden!? Ne kadar huzursuz, ne kadar üzgün, ne kadar kocaman bir hüzün taşıyışçısıdır, o yorgun yer, yer dökülmüş duvarlar! Birde orada bitkiler yeşerir. Sanki inadına, inadına serin bir soluk gibi. Ve o yeşillikler bütün taş duvarlardan fışkırır. Muhakkak sizinde dikkatinizi çekmiştir yıkıntılarda yükselen zarif yeşillikler. Konser ve tiyatro salonlarının “ohhh” keyfi bir başkadır zahar her şey yerli yerinde olunca, onlarda zamanın tanıklarıdır. Mutlu coşkulu zamanlar harika müzikler sinmiştir ruhlarına, kulakları ne güzel ezgiler, alkışlar duymuştur. Ancak onlarında  hüzünleri vardır kuşkusuz. Yiten canlar için, için ağlarlar. Bizim gibi geçenlerde yitirdiğimiz  Sevgili Zeki Alaysa gibi değerlere.

Ve sevgili okuyucularım. Eski duvarlar ve yitirdiğimiz eski ama hiç eskimemiş canlar  gönlümün derin hazinelerinde yatar. Bazen onların hayaletleri, dışarı taşmış ortalığa yayılmış tarumar edilmiş anıları, taşları tutan dağılmış un olmuş çimentolar, kızgın bir şiş gibi yüreğimi dağlar.

Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlık ve sevgiyle kalalım hep birlikte hayatımızın zenginlikleri ile her zaman ayrımsız gayrımsız. Yase

Günün Şiiri

İlkyardım Bilgisi

bütün bir aşkyılı kapıştın siniruçlarınla

güneşe, kış geldiğinde yer açmak için

damarlarını ürküterek vücudunu dolaşan kanın

umurunda olmadı başka hayatları sürçmesi

cesaretin, alay konusu oldu

elini korkak alıştıranlar arasında

sen de cesur sandın onları

korkunu anlayacak kadar

göğüs kafesimdeki yetimim!

artık balmumu gibi keman yaylarına sürtüyorlar seni

sen ki hazırdın buna da:

jangarbarek milesdavis hacıtaşan ve yaylılar

bir bir boğulurken “bırakırsan ölürüm” gürültülerine

hazırdın sadece bir ses için aldanmaya

böylece dünya derin oyuklar açtı sende

kendi kalplerini bile stetoskopla dinleyenler

buna derinyara diyerek katkı yaptılar literatüre

ve güncelleşti ilk yardım çantası

gazetelerin eki olacak kadar

hem aşk, bazen sargı bezi olmanı ister üçüncü kişiye

bir başkasının doktoru olmak

kaldı ki en ciddi yoludur sağlığımızı korumanın

“neyin var” sorusunu ilk soran

bir bilen olur: kim ne kadar aşk ve güçten kalmış

kabul defteri açılır, kayıt yapılmış, gözlük camı buğulanmıştır

beyaz önlüklerin vilayetin önünde legale çıktığı bu saatlerde

tababetin temel bilgisidir, gözyaşlarını yeraltında tutmak

avucumuzun içinde oynadığımız iki taş bile ezebilir belki bizi

yine de her zaman huzur verir

psikiyatri kliniklerinde ziyaretçi olmak

çünkü acımak duygusu da bir haraç değil midir

bıçağı sapından tutmaya alışmış olanlar

ağzında yaşayanlardan bir armağan gibi alırlar bunu

gözler göstere göstere doldurulur

ve boşalır patlayan flaşlarla

patlar kalb

boşalır başını oraya koymuş doktor

Akif KURTULUŞ

Günün Fıkrası

Nasa Mars’a adam gönderecekmiş. Sadece bir kişi gidebilecek, giden de geri dönemeyecekmiş. İlk aday olan mühendise bu iş için ne kadar isteyeceğini sormuşlar: “1 Milyon Dolar demiş ve eklemiş, kızılhaca bağışlayacağım.” İkinci aday olan doktora da aynı soruyu sormuşlar. Doktor: “2 Milyon Dolar” demiş. “Bir milyonunu aileme bir milyonunu da tıbbi araştırmalara bağışlayacağım.” Üçüncü aday olan Temel aynı soruya; “3 Milyon Dolar” diye cevap verince yetkililer diğerleri bu kadar az isterken kendisinin neden 3 milyon dolar istediğini sormuşlar. Temel yetkililere doğru eğilmiş, kısık bir sesle: “1 milyonunu ben alırım, 1 milyonunu size veririm, mühendisi de Mars’a göndeririz.”

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here