Depresyon Ve Öfke!

0
54

Günaydın sevgili okuyucularım, nasılsınız bu sabah? Dünyayı dize getiren mutasyona uğramış korona hanım odak noktası olmaya devam ederken Boğaziçi Üniversite’sinde olaylar günlerdir sürüyor. Neden peki? Çünkü öğrenci ve hocalar atanmış değil de seçilmiş rektör istiyorlar! Bu o kadar anlaşılmayacak bir şey mi? Valla bilmiyorum. Öğrenciler tutuklanıyor, yerlerde sürükleniyor terörist olmakla suçlanıyor bunu da anlamak zor ama buna da alıştık.

Anlamadığımız tek şey, yani insan istenmediği yerde neden durmak için bu kadar olayı görmezden gelebilir? Yani bizler aslında evimizde bile istenmesek orayı terk edebilen insanlarız, doğduğumuz, büyüdüğümüz hatta hakkımız olduğu halde orayı terk edebiliyoruz.

Neyse yorum yok ancak olay evden çıkıp toplumu ilgilendiremeye başlıyorsa durum değişir ve çok ama çok düşündürücü olur. Ve bizler kimsenin buna hakkı olduğunu düşünmüyoruz. Korona hanımın verdiği sıkıntı bir yana pahalılık, yoksulluk, işsizlik hatta açlık ile karşı karşıyayız. Ve ne yeni anayasa tartışmaları nede Boğaziçi olayları bu gerçekleri gölgeleyemiyor ancak sıkıntıyı düşünceyi ve çaresizliği artırarak depresyonu öfkeyi besliyor.

& & & & &

Ve dünyada olmayan ama ülkemizde aylardır süren 65 yaş üstüne uygulanan yasaklar… Gerçekten “artık yeeterrr” dedirtiyor yeter ama! Hem onlar hem de onlarla yaşayanlar için gerçekten çok zor bir şey! Çoğu ciddi-ciddi ölümü düşünüyor “ölsem de kurtulsam” diyorlar! Aslında bu yasaklar kalksa kimse sokağa çıkmak istemeyecek bile. Kendimizden biliyoruz, hafta sonu yok alışverişmiş yok şuymuş buymuş diye sokağa çıkanlar ki yalan yok bende çıkıyorum ama Pazartesi günü yasaklar kalkınca sokağa çıkmak aklıma bile gelmiyor, yürüyüşe çıkacağım saate dek.  Yok yazım bitsin, yok şunu yapayım, yok bunu yapayım, zaten daha zamanım var diyerek sokağa çıkmayı düşünmeden gün geçiyor. Bendeniz eminim,yasaklar kalkarsa herkes daha huzurlu olacak.

& & & & &

Ve dünyayı dize getiren gözle görülmeyen mini minnacık bir virüs dalga geçermiş gibi mutasyona uğruyor, kafaları karıştırıyor. “Benimle baş etmek sandığınız gibi değilmiş” diyerek hâkimiyetini sürdürmeye devam ediyor. Tedbirleri azıcık gevşetmemizi bekliyor gücünü daha çok artırmak için. Ve biz onun ekmeğine ne olursa olsun yağ sürmemeye kararlıyız. Önlemlerimizi doğru alıyoruz, mesafeyi korumakla kalmıyor, daha çok açıyoruz arayı ve bu bizi daha çok düşündürüyor! Kolay mı sevdiklerimizle, çocuklarımızla aramıza girdi intikam alırcasına bu vahşi virüs ve biz önlemlerimizi almasak, sanırım bu hasret bitmeyecek süreç daha da uzayacak.

Ve sevgili okuyucularım bu günlerde kitaplar yoldaşımız sanırım rekor kırdık okumada! Tavsiye ediyorum en yakın arkadaşımız kitabımız. Ve şimdilik sağlıkla sevgiyle kalalım sevgili okuyucularım önlemlerimizi doğru ve yerinde almayı unutmayalım. Yase

& & & & &

Kederli Kız

Ariane, kıyılarında dalgaların kudurduğu, Naksos adasında yaşıyordu. Aşktan nasibini alamamış kederli kız Ariane, sevgilisi Theseus tarafından terkedilmişti.

Bu acıyla ağlayıp sızlıyor, Theseus’a beddualar ediyordu. Bazen kıyıda kumlar üzerine uzanıyor, kumları gözyaşları ile ıslatıyordu. Bazen de denize hakim yüksek bir kayaya çıkıyor ve Theseus’u götüren mavi geminin uzaklarda kayboluşunu tahayyül ederek, ayrılık gününü içi yanarak anıyor ve bağırıyordu:

“-Theseus! Duygusuz, taş gibi bir yüreğin var! Seni hangi dişi aslan dünyaya getirdi? Senin yanında ne kadar mesuttum. Her şeye boyun eğen bir köle gibi sana hizmet etmedim mi? Senin yorgun ayaklarını yıkayan ben değil miydim? Yatağının üzerine erguvan renkli örtüyü kim yayıyordu? Beni bu ıssız adada bırakıp gideceğine, babamın evine götürseydin. Bundan sonra ben ne yapabilirim? Benim kederimi kim dağıtacak, bana kim ümit ve teselli getirecek? Kıyılarında azgın dalgaların gürültüler çıkararak parçalandığı bu adada ben nasıl yaşayabilirim? Derin ve korkunç deniz beni babamdan ve tanıdıklarımdan ayırıyor. Hayatımın ilkbaharında, bu kayalık, ıssız adada terkedilmiş bir halde ölecek miyim?”

Bir gün, gönlünde sayısız kederlerin dolup taştığı güzel saçlı bakire, bitkin bir halde kıyıya uzanmış ve kendinden geçmişti. İşte tam bu sırada rüzgârda uçuşan sarı saçları ile esrarengiz bir delikanlı, Naksos adasına çıktı. Karaya ayağını basar basmaz, bu ıssız adanın güzel kızı genç Ariane’i uykunun kolları arasında gördü.

Esrarengiz delikanlı, sonsuzluğun ve yalnızlığın kralı idi. Uzay’ın uzanıp giden boş sessizliğine hükmediyordu. Bütün bunlara rağmen yaşamdan mesut olmasını biliyordu. Genç kralın gönüllerden kederi kovan, muzdariplere neşe ve teselli getiren bir tabiatı vardı.

Güzel Ariane’e baktığında kalbi heyecanla çarptı, iri gözleri ile onun uyuyuşunu, bu güzel manzarayı doya-doya seyretti…

Zavallı Ariane bir kayanın oyuğuna uzanmıştı. Uzun saçlı başını sol kolunun üstüne koymuş, sağ kolu da ilahi çehresinin parlak ve tatlı güzelliğini çerçeveliyordu.

Uyandığında genç kral ona yaklaştı: “-Güzel peri kızı” dedi. “-Sen şanlı bir kralın sevgilisi olmayı hak etmeden evvel Theseus’un ümitsiz aşığı idin. İlkbaharın neşesiyle canlanmadan önce kış soğuğu ile uzun zaman uyumuştun.”

Böyle söylerken Kral, elindeki tacı, hoşuna giden bu güzel kızın dalgalanan saçları üzerine koydu. Fakat bu parlak taç, Ariane’in alnına dokunur dokunmaz; uzadı, göklere kadar yükseldi. Üzerinde bulunan kıymetli taşların, cevherlerin her biri, gökyüzünde birer yıldız oldu. Kralın Kraliçesini bulmasının ve birleşmelerinin hatırasını ebedi olarak saklamak için bu yıldızlar tacı, gökyüzünde çakılı kaldı. Artık Genç Kral’ın sonsuzluğu ve uzayın karanlığı yıldızlarla cümbüşlenmişti.

Ariane’in iffeti, yalnızlığı ve kalbinin hüznü ona günün birinde sonsuz mutluluğu getirmişti. Bunun için binlerce yıldır yıldızlar, onlara bakmasını bilen mutlu insanlara göz kırparlar…

Günün Şiiri

Bu Zindan, Bu Kırgın, Bu Can Pazarı

Gördüler

Yedi cihan,

İn, cin Kaf dağının ardındakiler,

Kıtlık da kıran da olsa

Gördüler analar neler doğurur

Aman aman hey…

 

Dünyalar vardır elvan,

Bir su damlasında, bir kıl ucunda,

Meyvalar vardır, meyvalar,

Ağacı, omcası yok,

Sana vurgun, sana dost.

Beride Kabil’in murdar baltası

Ve kan değirmenleri,

Kader kahpesi.

Beride borazancıları o puşt ölümün,

Hazır ırzını vermeğe

Yiğitler vuruldukça.

Timsah kısmı çünkü yavrusunu yer

Akarsu duruldukça.

Cadı, yalan hamurunu dağ – dağ yoğurur

Aman aman hey

 

Bu zindan, bu kırgın, bu can pazarı,

Macera değil.

Yaşamak, sade “yaşamak”

Yosun, solucan harcıdır.

Öyle açar ki murat.

Susuz, güneşsiz de kalsa, koparılsa da

Şavkı, bulut güllerinden daha bir suna,

Daha bir burcu – burcudur.

 

Bu zindan, bu kırgın, bu can pazarı

Macera değil

Sardığım toprağımın altın sabrıdır.

 

O sert, erkek hüznüdür lahza başında

Cıgara değil.

Ve sevgilim uykusunda bağrır

Aman aman hey…

 

Meltemin bir tadı, ustura ağzı

Biri, kız memesi, tılsım,

Yağmurun bir damlası süzülmüş küfür,

Bir damlası, aşk.

Senin uykuların hayın,

Düşlerin kardeş.

Duyar mısın, anlayıp sızlar mısın ki?

Gece, samanyollarında rüzgar çıkıncaya dek,

Mısralarım kardeş – kardeş çağırır

Aman Aman hey…

 

Serabın bir sonu vardır,

Ufkun, sıradağın sonu.

Uçarın, kaçarın bir sonu vardır

Senin sonun yok.

Mandaların, kavakların pazarı olur,

Senin pazarın olamaz.

Sensiz nar çatlamaz, bebek gııı demez.

Beni böyle şair, divane etmez,

Kızımın çatal göğsü…

Senin yüzün suyu hürmetinedir

Buğdalara, cevizlere yürüyen

Kara toprağın ak südü…

 

Bir bilsen kimlere tasa, kedersin,

Anlar mısın, şaşırıp ağlar mısın ki?

Bir bilsen kardeşlerim ne can çocuklar

Ve bilsen nasıl vurur beni bu duvar.

Akşam – akşam, kara sevdam ağarır

Aman, aman hey…

Ahmet ARİF

Günün Sözü
Genellikle bütün büyük yanlışlıkların altında gurur yatar.
Ruskin

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here