Çok Gezen mi Çok Okuyan mı?

0
104

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah?  Biz öğrenciyken lisede “münazara” diye bir tartışma ortamı vardı. Ya konuyu biz seçerdik zamana göre ya da öğretmenlerimiz verirdi. Örneğin çok okuyan mı çok gezen mi  daha çok bilir? Konu en çok tartışılan konuydu. Bendeniz hemen çok okuyanlarda yerimi alırdım. Çünkü çok okuyucunca aslında çok ülke geziyorsunuz. Örneğin Reşat Nuri’den İstanbul’u günün  koşullarına göre, yaşamını, kültürünü, aile yapısını, Zeyniler köyünü…

Adı bu değilse de böyle  çok köylerin olduğunu, köy ve kent yaşamını, Rus yazarlardan Rusya’yı öğreniyorsunuz. Steplerini, serflerini, kültürlerini, şehirlerini aynı şekilde bir İngiliz yazardan İngiltere’yi Fransızlardan ve Avustralyalara, Aborjin’lere  kadar  okuyarak bütün dünyayı gezebiliyorsunuz. Ve tabi ben deniz çok okuyan olduğum için çok gezmiş gibi oluyordum ve tabi bizim takım kazanıyoruz her zaman. Ancak o zamanlardan düşünüyordum, ikisi bir arada olsa çok daha güzel olur diye. Yani okuduğun mekanlarda dolaşmak, kültürlerini solumak falan.

Şimdi neden mi o günlere döndüm? Bu günlerde okumak, yazmak, çizmek, düşünmek, yaptığım en önemli işler. Günlük yazılar, yeni resimli çocuk kitabı çalışması ve tonlarca okunacak kitap, yazı bitiyor, resim başlıyor, resim bitiyor, kitap okumak başlıyor, o bitiyor düşün taşın durumları başlıyor.

Ve okuduğum kitapta değişik bir benzetmeye rastladım tabi birçok değişik benzetmeler var ancak bu benzetme çok ilgimi çekti. Şöyle diyor roman kahramanı aynen aktarıyorum çünkü defalarca dönüp okudum ve hayal etmeye çalıştım “Hasta keçi yemiş yaşlı bir kertenkele gibi bakıyordu” benzetmeye bakar mısınız? Kertenkele ve hasta bir keçi… Ve bir adam? Hasta keçiyi hayal edebilirsiniz  ama keçi yiyecek kadar büyük bir kertenkele var mı? Bilmiyorum belki vardır ve keçi hasta olmasa belki onu yemeye gücü yetmezdi kertenkelenin… -Anlatılan Budur Belki- Yedi diyelim nasıl bakardı hiç hayal edebiliyor musunuz? Bir düşünün  derim. Belki yazarımız safaride böyle bir olayla karşılaşmış ve kertenkelenin gözlerine bakmış olabilir bu yüzden böyle bir benzetme yapmıştır. Burada gezmenin, görmenin ve anlatmanın dayanılmaz güzelliği var bendenizce. Ya da sadece hayal gücü…

Yani geçenlerde arkadaşıma çaya gittim, hoşbeşten sonra çaylar geldi, bana gelen çay bardağını görünce gülmeye başladım. “Ne oldu?” diye sordu. Arkadaşım azıcık alınmış gibi ama merakla “Bu bardak Garfield’e benziyor” dedim. “Ne” diye bağırdı çay bardağı ve Garfield? Evet ya ne alaka? Demek  oluyor ki hayal gücü  böyle bir şey; ancak hayal edebilmek içinde objeleri tanımak şart. Bendeniz Garfield tanıyorum. Okuduğum kitabın yazarı ise Kertenkeleyi ve hasta keçiyi ve ona benzeyen adamı! O gezerek tanımış bendeniz okuyarak tv’den bakarak. Garfield’i tanırsınız, ünlü bir kedidir hem  karikatür hem de çizgi film kahramanıdır tembelliği ve oburluğu ile tanınır.

Azıcık daha tanıyalım mı onu yeri gelmişken şimdilerde 50’li yaşlara doğru hızla ilerliyor Jim Davis tarafından karikatür figürü olarak bir İtalyan restoranı olan Mamma Leoni’de doğmuştur. O yüzden lazanya ve pizzayı çok sevmektedir. Zaten doğum yeri Garfield’ın Garfield: ‘His 9 Lives’ adlı bir bölümünde belirtilmiştir. Doğum tarihi, Garfield’ın başladığı 19 Haziran 1978 tarihi olarak kabul edilir. İnsan biçimindedir. Çok tembeldir. Odie’ye kötü davranır. Arlene’ye âşıktır. Nermal’dan nefret eder. Oyuncak ayısı Pooky’yi çok sever. Yemek yemeyi ve uyumayı çok sever. Çok şişmandır. Bencildir. Mahallerindeki postacının başının belasıdır. Garfield, aslında 29. doğum gününe kadar diyet yapmıştır. Ancak veterineri Dr. Liz Wilson doğum günü pastasını getirince Garfield dayanamamış ve “Artık bu diyeti bırakıyorum!” diye bağırmıştır. Vikipedi

Garfield, ilk olarak 19 Haziran 1978’de hayatımıza dahil olmuş. Garfield karikatürünün ana karakterleri ise şunlardır;

–Kedi Garfield (Aynı zamanda bu isim, Jim Davis’in büyük babasının ismidir)

–Kedinin sahibi Jon Arbuckle

–Arbuckle’nin köpeği Odie

Ve  sevgili okuyucularım şimdilerde okuduğum bir kitap sayesinde   geçmişe gidebildik geçmişi günümüzle harmanladık. Bu durumda  çok okuyan mı  kazanıyor? Neden illa bir taraf kazansın canım ikisi bir birini tamamlıyor işte. Ama bendeniz inşallah arkadaşımın 6 ya da 12 Garfield çay bardağı yoktur diyorum… Düşünün bir ordu tembel, asık suratlı, şişko, sarı kedi ile çay içiyorsunuz!!!

Şu günlerde kedilerle ilgili  resimli kitap hazırlıyorum sonuna gelmek üzereyim gecem gündüzüm kedi oldu. Birde Garfield olmasın lütfen çay masasında.

Ve şimdilik sağlıkla, sevgiyle kalalım sevgili okuyucularım ayrımsız gayrımsız… Yase

& & & & &

Özürlü Olimpiyatları

Bir kaç yıl önce, Seattle Özel Olimpiyatlarında, tümü fiziksel ve zihinsel özürlü olan dokuz yarışmacı, 100 metre koşusu için başlama çizgisinde toplandılar. Başlama işareti verilince, hepsi birlikte başladılar, bir hamlede başlamadılar belki, ama yarışı bitirmek ve kazanmak için istekliydiler. Yarışa başlar başlamaz içlerinden genç bir delikanlı tökezleyip yere düştü ve ağlamaya başladı. Diğer sekiz kişi oğlanın ağlamasını duydular. Yavaşladılar ve geriye baktılar. Sonra hepsi yönlerini değiştirdiler ve geriye döndüler ve oğlanın yanına geldiler. içlerinden Down Sendrom’lu bir kız eğilip oğlanı öptü ve “Bu onun daha iyi olmasını sağlar” dedi. Sonra dokuzu birden kol kola girdiler ve bitiş çizgisine doğru hep birlikte yürüdüler. Stadyumdaki herkes ayağa kalkıp dakikalarca onları alkışladı. Orada bulunan insanlar hala bu öyküyü anlatıyorlar. Neden mi? Çünkü şu tek şeyi derinden bilmekteyiz : Bu hayatta önemli olan şey, kendimiz için kazanmaktan çok daha ötede olan bir şeydir. Bu hayatta önemli olan, yavaşlamak ve yönünüzü değiştirmek anlamına gelse bile diğerlerinin de kazanması için yardım etmektir. Kendisinden güçsüzü ezmeyi ilke edinen, daha güçlünün kendisini ezmesine davetiye çıkarmış olur.

Günün Şiiri

Serçe

Kim sevecek bu küçücük serçeyi?

Uzun yoldan gelmiş ve yorgun.

 

“Ben değil” dedi koca meşe.

“Ben dallarımı onun yuvasıyla paylaşmayacağım

ve yapraklarımın örtüsü onun üşümüş göğsünü ısıtmayacak.”

Kim sevecek bu küçücük serçeyi,

Kim söyleyecek tatlı bir söz?

 

“Ben değil” dedi kuğu.

“Saçma bir fikir bu

diğer kuğular duysa gülüp alay eder be!”

Kalbi acıma hissiyle dolu,

kim açlıktan ölen bu serçeyi besleyecek?

 

“Ben değil” dedi altın başak.

“Yapabilseydim keşke ama olmaz!

Büyümek ve gelişmek için güçlü olmalıyım.”

Kim sevecek şu küçük serçeyi,

kimse yazmayacak mı ona bir ağıt?

 

“Ben yazarım” dedi kara toprak.

“Tüm benden olanlar bana geri döner,

çamurdan yaratıldınız ve

gene çamur olacaksınız sonunda.”

Paul SİMON

Sonbahar

Durgun havuzları işlesin bırak

Yaprakların güneş ve ölüm rengi,

Sen kalbini dinle, ufkuna bak.

Düşünme mevsimi inleten rengi

Elemdir mest etsin ruhunu

Eser rüzgarların durgun ahengi.

Yan yana sessizce mevsimle keder

Hicrana aldanmış kalbimde gezin

Esen rüzgarlara sen kendini ver.

Ahmet Hamdi TANPINAR

Günün Fıkrası

Temel ile Dursun kahvede sohbet ediyorlarmış? Dursun sormuş; “Ula Temel, söyle bakalum. Hayvanlar mı daha akıllıdır, insanlar mu da.”

“Bunu bilemeyecek ne var daa, hayvanlar daha akulludir tabi ki.”

“-Nerden anladin da?”

“-Ula misal bizim Karabaş. O benim her söylediğimi anlayi, ben ise onun dediklerinden hiçbir şey anlamayrum :)”

& & & & &

Bir gün adamın iş yerine topal bir dilenci gelmiş. Kendini acındırıp para istemiş. Adam her ne kadar dilencilere karşı ön yargılı olsa da adama acıyıp bir miktar para vermiş. Tam dilenci gidecekken adam nasihat etmeyi ihmal etmemiş: “Bak, her şeye rağmen haline şükretmelisin. Belki ayağın topal olabilir ama kör de olabilirdin.”

Bunun üzerine dilenci cevap vermiş: “Yok abi onu da denedim. O işte fazla para yok. 50TL diye 5TL’ları yutturuyorlar hep”

Günün Sözü

Sevinçli anında kimseye vaatte bulunma öfkeli anında kimseye cevap verme…
Çin Atasözü

Cahillerle tartışmaya girmeyin, ben hiç yenemedim…
Gazali

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here